Ders: Dinin Asılları Ve Şeriatin Vaciplerinde Usul Ayırımı
Ders: Dinin Asılları Ve Şeriatin Vaciplerinde Usul Ayırımı
Gürsel Gürbüz
Dinin Asılları (Usûl’ud-Dîn / Usûl’ud-Da’ve) ile Şeriatın Furû ve Vacipleri (Furûʿud-dîn / Furûʿuş-şeri’a) arasındaki farkların çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Bu iki kavram arasındaki ayrım, kişinin imanını ve amellerini doğru bir şekilde değerlendirebilmek adına oldukça önemlidir.
Dinin asılları, İslam’ın temel inanç esaslarını oluşturur. Bunlar, tevhid (Allah’ın birliği), şirkten sakınmak, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahirete iman gibi temelleri kapsar. Dinin asılları, tüm peygamberler tarafından tebliğ edilen ortak esaslardır ve kişinin İslam’a girişinin ve İslam’dan çıkışının belirleyicisi olan temel inançlardır. Bu esaslar inkâr edildiğinde, kişi kâfir olur. Çünkü bu meseleler, İslam’ın temel yapı taşlarıdır ve bu inançlara aykırı bir hareket, doğrudan küfür olarak kabul edilir. Burada kişinin niyeti ve kalbi değerlendirilmeden, sadece zahirî durumuna bakılarak, küfür hükmü verilir. Örneğin, şirk fiili veya küfür içeren bir söz, tekfir için yeterli bir delildir.
Şeriatın vacipleri ise, dinin ameli hükümlerini ifade eder. Bu kapsamda, namaz, oruç, zekât, hacc gibi ibadetler ve içki, kumar, zina gibi haramlar yer alır. Şeriatın vacipleri, bir kişinin imanını doğrudan etkilemez, ancak kişinin amelî davranışlarını düzenler. Bu vaciplerin terk edilmesi veya günah işlenmesi, kişinin küfre girmesine sebep olmaz. Ancak, bu durum günahkarlık anlamına gelir ve kişiye fasık denir. Şeriatın vaciplerinden birini terk eden bir kişi, İslam’dan çıkmış sayılmaz; ancak bu fiilini inkâr ediyorsa ve şeriat hükümlerine aykırı bir tavır sergiliyorsa, bu durum tekfir edilebilir. Bu noktada, kişinin niyeti, bilgi seviyesi ve bilinçli olarak yaptığı tercih önemlidir.
Tekfirin uygulanmasında esas alınan temel fark, dinin asıllarında inkâr edilen bir inanç veya yapılan bir fiil, kişinin küfrünü doğrudan ortaya koyarken, şeriatın vaciplerinde işlenen bir günah, sadece fasıklık olarak kabul edilir. Yani, dinin asıllarındaki küfür doğrudan kişiyi kâfir yapar ve zahire göre tekfir edilirken, şeriatın vaciplerine ilişkin günahlar kişinin imanını etkilemez ve tekfir edilmesi için niyet ve kalp durumu da göz önünde bulundurulur.
1. Dinin Asılları (Usûl’ud-Dîn)
Bu, bütün peygamberlerin ortak davetidir. Asla değişmez. Bunlara “tevhid”, “imanın esasları” veya “din-i fıtrat” da denir. Bunlar şunlardır:
Allah’a iman, Meleklere iman, Kitaplara iman, Peygamberlere iman, Ahiret gününe iman, Kaza ve kadere iman, Şirkin, küfrün, nifakın, tağutun reddi. Bu asıllar, tevhidin ve imanın temelidir. Kim bunları aykırı davranırsa Müslüman olamaz.
Kur’ân Delili:
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ ٱعْبُدُواْ ٱللَّهَ وَٱجْتَنِبُواْ ٱلطَّاغُوتَ
“Ant olsun ki, biz her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının’ diye (bir) peygamber gönderdik.” (Nahl, 16/36)
Bu ayet, bütün peygamberlerin ortak çağrısının tevhid ve tağutu reddetmek olduğunu bildirir. Bu, dinin aslıdır.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ
“Senden önce gönderdiğimiz her peygambere şöyle vahyettik: Benden başka ilah yoktur; yalnızca bana ibadet edin.” (Enbiya 21/25)
Bu, bütün peygamberlerin ortak çağrısıdır. Allah’tan başka hiçbir otorite, ibadet ve mutlak itaat merci olamaz. Allah’ın Rubûbiyet, Ulûhiyet ve hüküm koyma hakkına iman, imanın temelidir.
ءَامَنَ ٱلرَّسُولُ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِ
“Peygamber ve müminler, Rabbi’nden kendisine indirilene iman etti. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara 2/285)
Meleklere iman, imanın altı şartındandır. İnkarı, kişiyi İslam dairesinden çıkarır.
إِنِ ٱلْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ
“Hüküm yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf 12/40)
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُو۟لَـٰٓئِكَ هُمُ ٱلْكَـٰفِرُونَ
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendisidir.” (Mâide 5/44)
Bugün birçok ülkede insanlar beşerî sistemlere, laik kanunlara, seküler ideolojilere gönüllü şekilde bağlılık gösteriyorlar. Bu yalnızca bir siyasi mesele değil, akidevî bir imtihandır.
Allah’ın dışında din koyanları kabul etmek, şirk ve küfürdür. Günümüzde bu, yasama yetkisinin Meclis’e veya anayasa mahkemelerine verilmesiyle gerçekleşmektedir.
Allah’ın indirdiği dışında hüküm kaynakları kabul etmek (beşerî kanunlar, anayasa putu, laiklik ilkeleri vb.) şeriatın değil, dinin asıllarının inkârıdır. Bu, kişinin Rabb olarak Allah’ı değil başka otoriteleri kabul etmesidir.
Dinin asılları, kişinin Müslüman olmasının temelidir. Bunlar tevhid ve imandır, değişmez.
2. Şeriatın Vacipleri (Furûʿud-Dîn)
Bu, peygamberden peygambere değişebilen şeriat hükümleridir. Namaz, oruç, zekât nisabı gibi farz ve vacip hükümlerdir. Bu ahkâm ümmete özel olup nübüvvetin şeriat boyutunu oluşturur.
3- Kur’ân Delili:
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا
“Sizin her birinize bir şeriat ve bir yol tayin ettik.” (Mâide, 5/48)
Bu ayet, şeriatın zaman ve ümmete göre değiştiğini, yani vaciplerin her peygambere aynı olmadığını bildirir.
4- Aralarındaki Temel Farklar:
a- Dinin Asılları (Usûl)
Değişmez (bütün peygamberlerde aynı)
Allah’ın ezelî dini (tevhid, iman)
Kişi kâfir olur, dinden çıkar
b- Şeriatın Vacipleri (Furû)
Her peygambere ayrı vahyedilen hükümler
Değişkenlik
Peygamberden peygambere değişebilir
Reddedilirse fâsık veya bid’at ehli olur
Sünnet’ten Delil:
5- Hadis (Sahih-i Müslim):
“İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hacca gitmek.” (Sahih-i Müslim, İman 20)
Burada İslam’ın şartları zikredilmiştir. Bunlar şeriatın vacipleridir. Ama imanın aslı bunların öncesindedir. İman gerçekleşmeden bu şartların bir faydası olmaz.
إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ كَانَتْ عَلَى ٱلْمُؤْمِنِينَ كِتَٰبٗا مَّوْقُوتٗا
“Şüphesiz namaz, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farzdır.” (Nisâ 4/103)
يَـٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ كُتِبَ عَلَيْكُمُ ٱلصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takva sahibi olursunuz.” (Bakara 2/183)
Ramazan orucu, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. İnkarı küfürdür; fakat kabul edip tutmamak büyük günahtır.
6- Dinin Asılları ve Tekfir;
Dinin asılları (usûlü’d-dîn)” ile “Şeriatın vacipleri (furû‘u’d-dîn)” arasındaki fark, sadece ilmî bir tasnif değil, aynı zamanda tekfirin uygulanıp uygulanmayacağı, yani bir kişiye “kâfir” hükmünün verilip verilmeyeceği konusunu doğrudan ilgilendirir.
Dinin asılları; tüm peygamberlerin ortak tebliğ ettiği, iman edilmediği takdirde kişinin Müslüman olamayacağı temel esaslardır. Bunlar:
Tevhid (Allah’ı birlemek)
Şirk ve küfrü reddetmek
Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahirete iman
Yalnız Allah’a ibadet etmek ve hüküm koymada yalnız O’na teslim olmak
7- Tekfir Açısından Hüküm:
Bu esaslardan birini inkâr eden, zıddını kabul eden, ya da zahirde küfür olan bir söz veya fiil işleyen kişi, kalbine bakılmaksızın zahire göre kâfir sayılır. Bu, Selef ulemasının icmâ ettiği bir konudur.
Selefî Kaide:
“من أظهر الكفر يُحكم عليه بالكفر، وإن ادعى الإيمان، ولا يُعذر بالباطن إذا ظهر الكفر.”
“Kim küfrü açıkça işlerse, iman iddia etse de ona zahire göre kâfir hükmü verilir. Küfrü açıksa, içiyle mazur görülmez.” (İbn Teymiyye, Mecmû‘ el-Fetâwâ)
Şeriatin Vacipleri ve Tekfir;
Şeriatın vacipleri; dinî ameller, helâl-haram sınırları, ibadetler ve toplumsal kurallardır. Örneğin:
Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetler
İçki, zina, kumar gibi haramlar
Ahkâm-ı fıkhiye (şeriat hükümleri)
8- Tekfir Açısından Hüküm:
Bu fiilleri inkâr eden kişi, küfre girer (çünkü dinin kesin nasla sabit olan bir emrini inkâr etmiştir).
Ancak bu fiilleri inkâr etmeyip, tembellik ya da heva sebebiyle terk eden kişi, zahiren fasıktır, kâfir sayılmaz.
Bu durumda niyete, bilgiye, tevile bakılır. Gerekirse nasihat edilir, teklif yapılır. Örnek:
İçki içen, ama bunun haram olduğuna inanan birine kâfir denmez.
Namazı terk eden hakkında ihtilaf olsa da, tembelliğinden dolayı terk edene kâfir denmez (cumhur görüşü).
وَإِن طَآئِفَتَانِ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ٱقْتَتَلُوا۟ فَأَصْلِحُوا۟ بَيْنَهُمَا
“Eğer iki mümin topluluk birbiriyle savaşa girerse, aralarını düzeltin…” (Hucurat 49/9)
Burada savaşan bir grup mümin olarak isimlendiriliyor. Yani büyük günah işledikleri hâlde kâfir sayılmıyorlar.
9- Dinin Asılları (Usûl);
Tevhid, Allah’a iman, ahirete iman ve benzerleri.
Zahirde küfür söz/fiil varsa tekfir edilir. Küfürdür, açıkça dinden çıkarır.
Kalbe bakılır mı?
Hayır, zahire göre hüküm verilir.
10- Şeriatın Vacipleri (Furû‘)
Namaz, oruç, içki, zina, kumar vb.
İnkârı Küfürdür. Helal saymadıkça tekfir edilmez.
Kalbe bakılır mı?
Evet, niyet ve bilgiye bakılır
İcma: Selef bu konuda ittifak etmiştir.
Kaide: “Usûl-i dîn konularında zahire bakılır, küfür açıkça işlenmişse kalbe girilmez.
Furû‘u’d-dîn alanında ise fiilin hükmü inkâr edilmedikçe tekfir değil, fasıklıkla yetinilir.”
Sonuç olarak;
Dinin asılları ile şeriatın vacipleri arasındaki ayırım, sadece fıkhî bir tercih değil; ümmetin icma ettiği, yani sahabe, tâbiîn ve selef âlimlerinin üzerinde ittifak ettiği temel bir ilkedir. Bu ayrım, tekfir ahkâmının sahih, adil ve Kur’an’a uygun bir şekilde uygulanabilmesi için zarurîdir.
Dinin asılları; iman, tevhid, şirkten sakınma gibi temel esaslardır. Bu esaslarda bir kimse zahirî olarak küfür sözü veya fiili işlerse, niyeti ne olursa olsun, tekfir edilir. Çünkü bu meselelerde küfür, sadece kalpte değil; sözde, amelde ve açık bir tutumda da tezahür eder ve ümmet, bu konuda zahire göre hükmetmeyi esas almıştır.
Buna karşılık, şeriatın vacipleri olan ibadetler ve muamelat hükümleri konusundaki günahlar (örneğin; namazı terk, içki içmek, zina, kumar vs.) her ne kadar büyük günah olsa da, bu fiilleri işleyen bir kimse, onları helâl görmediği sürece, küfürle değil fıskla vasıflandırılır. Yani bu fiiller, küfür fiili olmakla birlikte, küfre götürücü sebepler olabilir, ancak tekfir için şartlar ve maniler araştırılmadan doğrudan hüküm verilmez.
Bu bağlamda, tekfirin usulü, İslam’ın hem inanç hem amel alanında doğru anlaşılmasını zorunlu kılar. Zira haddi aşmak veya ihmalkâr davranmak, ya haramı helâl görmek gibi büyük bir sapmaya ya da küfre düşen birini mü’min sayma gibi ağır bir hataya götürür. Her iki durumda da hem fert hem toplum olarak büyük bir fitneye sebebiyet verilir.
BİR CEVAP YAZ