Mürted'in Tekfiri Ve İstitâbesi (Tövbe Çağrılması) Nedir?
Mürted'in Tekfiri Ve İstitâbesi (Tövbe Çağrılması) Nedir?
Gürsel Gürbüz
İslam’da tekfir yani bir kişiyi veya grubu İslam’dan çıkmakla itham etmek son derece ciddi, ağır ve tehlikeli bir hükümdür.
Tekfir meselesi, asla:
* Zanlara,
* İhtilaflı yorumlara,
* Göreceli anlayışlara,
* Psikolojik problemlere,
* Şahsi nefis ve arzuya,
* Sosyal çevre veya siyasi taassuba dayandırılamaz.
Tekfir, ancak ve ancak:
* Allah’ın Kitabı’nda (Kur’ân’da)
* Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sahih sünnetinde,
* Selef-i Sâlihîn’in icmasında,
* Açık, kesin ve muhkem naslarla
sabit olan hükümler üzerine bina edilir.
Çünkü bir kişiyi küfürle itham etmek, hem dünyasını hem de âhiretini doğrudan etkileyen bir meseledir.
Bu sebeple, İslam ümmeti içinde ehl-i ilim ittifakla kabul etmiştir ki:
“Tekfir, ancak muhkem (açık ve kesin) delillerle yapılır. Zan, ihtimal ve şüphelerle yapılmaz.”
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ
“Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurât, 49/12)
Ve yine Kur’ân, hüküm verirken şöyle emreder:
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا
Bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (gördüğünden, duyduğundan, niyetlenip azmettiğinden) bunların hepsinden sorumludur. (17/İsrâ, 36)
Bu ayetler, hüküm verirken özellikle bir insanı İslam’dan çıkmakla itham etmek gibi büyük meselelerde zan ve şüpheye değil, ancak kesin bilgiye dayanılması gerektiğini açıkça ortaya koyar.
Tekfir, hevâya ve bireysel kanaatlere dayalı olursa, İslam toplumunda:
* Haksız yere kan dökülmesine,
* Fitne ve parçalanmaya,
* Masumların tekfir edilmesine,
* Bizzat tekfir edenin kendisinin küfre düşmesine sebep olur.
Bu sebeple, tekfir ahkâmı sadece muhkem deliller, şeriatın açık hükümleri ve ümmetin icması esas alınarak uygulanabilir.
İstitâbe (الإستتابة) kelimesi, Arapçada “tövbe ettirme talebinde bulunmak” anlamındadır.
Fıkıhta istitâbe, mürted olan (yani İslam’dan çıkan) kişiye, kendisine İslâm’a geri dönmesi için tövbe çağrısı yapılması anlamında kullanılır.
İslam hukukunda genel ilke şudur:
Bir kişi açık bir şekilde küfrü işlemişse, hemen öldürülmez; önce kendisine istiâbe (tövbe çağrısı) yapılır.
İstitâbe’nin amacı:
Mürtedin tekrar İslam’a dönmesini sağlamak,
Onu içinde bulunduğu azaptan kurtarmak,
Şer’î bir delil ile hakkı ona tebliğ etmek ve özür bırakmamaktır.
Çünkü İslam, insanın kurtuluşunu ister, helâkını değil.
Mürtedin İstitâbesi ile İlgili Deliller
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Tevbe edenler, (hatasını) düzeltenler ve (yanlış yaptığını insanlara) açıklayanlar (bu lanetten) istisnadır. Bunların tevbesini kabul edeceğim. Ve ben (tevbeye muvaffak kılan, tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanım. (2/Bakara, 160)
Bu ayet, tövbenin kabulünü ve dönüşü teşvik etmektedir.
Sünnetten Delil:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ
Kim dinini değiştirirse onu öldürün. (Buhârî, Hadis No: 3017)
Ancak sahabe uygulamaları göstermiştir ki, önce kişiye İslam’a dönmesi için teklif yapılır, tövbe imkânı tanınır, sonra hüküm uygulanır.
İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir:
“Mürtedin istitâbesi vaciptir. Ona hak açıklanır, tövbe etmeye çağrılır. Eğer dönerse bırakılır, dönmezse öldürülür.”
İstitâbe Kaç Şekilde Görülür?
İstitabe (tövbe çağrısı) fıkıh kitaplarında farklı durumlara göre sınıflandırılmıştır. İki temel şekli vardır:
1. Güç Getirilebilen Mürtedin İstitâbesi
Bu kişi, Müslümanların otoritesi (İslâm devleti veya yetkili kadı) altında olan, yakalanmış, teslim olmuş veya zapt edilmiş bir mürted kişidir.
Buna şöyle davranılır:
Tövbe teklif edilir,
Hakkında delil açıklanır, şüpheleri izale edilir,
Eğer tövbe ederse bırakılır,
Etmezse öldürülür.
Çoğu âlimler (Hanefî, Malikî, Hanbelî mezheplerinin çoğunluğu) der ki:
İstitâbe mutlaka yapılmalıdır.
Bazı âlimler (Şâfiîlerin bir kısmı) ise doğrudan hüküm verilebileceğini söylemiştir ama istitabe faziletli görülmüştür.
2. Kaçak (Firar Eden) Mürtedin İstitâbesi
Bu kişi İslam’dan çıkmış, İslam diyarını terk etmiş veya mürted olduktan sonra kaçmıştır. Bu durumda:
Bulunursa tövbe çağrısı yapılır,
Eğer dönerse kabul edilir,
Dönerse İslam’a geri alınır; dönmezse İslâm devletinin kararı uygulanır.
Buradaki ayrım:
Firar etmiş mürted, İslâm otoritesi dışında olduğundan doğrudan tövbeye çağrı yapılamayabilir.
Ama ele geçirilirse istitabe teklif edilir.
3. Hadis Küfür konumunda olan ve daru’l harp durumunda olan ve İslam ilahi nizam'ın askeri, siyasi, devlet ve hükümeti olmadığı başı bozuk bir zaman diliminde Mürted olmuş kimselere hükmün infazı sebebiyle Mürted hükmü uygulanmaz. Bu kimselerin tekfir edilmeleri vacip olmakla beraber onlarla ilişkiler koparılır ve bununla beraber onların düştükleri şüphe ve tereddütler izale edilerek davet yapılır.
Dolayısıyla istitabe bir güç yeteribilir yani İslam toplumunda ve yönetiminde yakalanması şeklinde olur, ikincisi mümteni konumunda olan kendisine güç yetirilmeyen daru'l küfür gibi bölgelere kaçan ve üçüncüsü olarak İslam ilahi nizam'ın egemen olmadığı bölgelerde her ne kadar Mürted olsalar da bu kimselere yargı açısından infaz edilmezler ama onlara davet ve şüphelerin izale edilmesi davetçilere vaciptir.
Nitekim Resulullah'ın vahiy katibi olan bir kimse Habeşistan'da Hristiyanlara katıldı ve kendisi her ne kadar erişebilir bir durumda olsa dahi Cafer ibni Abu Talip ve onunla beraber olan sahabeler onu tekfir ettiler ama ona Mürted hükmünü uygulamadılar. Çünkü onlar ceza infazı için gerekli güç ve yetkileri yoktu.
Yine aynı şekilde Daru'l İslam'da özellikle Ebubekir radıyallah onun halifelik döneminde zekat vermeyi reddedenler ise tekfir edilmiştir ve güç yetirebilir oldukları için halife onlarla savaşmıştır.
Şunu açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz ki İslam yurdundan kaçmış ve kendisine Mürted haberi geldikten sonra tekfir konusunda araştırma ya da şartların durumunu tetkik etmek gerek duyulmaz.
Şu iki ayrımı çok iyi yapmak durumundayız. Mümteni konumunda olup daru'l küfür’de yerleşen bir kimsenin ve kafirlerin içinde yaşaması ister harp esnasında olsun ister onların hayatlarında ve yaşamlarında onları taklit etsin bu kimseler istitabe edilmeden öldürülürler. Eğer daru'l islam'da yaşıyorsa ya da kendisi daru’l islam'a tekrar rızasıyla teslim olurlarsa şüphesiz ki bunlara istitabe uygulamak gereklidir.
Nitekim İbni Teymiye rahimullah şöyle der: Mürted kişi daru'l harp'e sığınmak veya mürtetlerden oluşan bir topluluk ile birleşip İslam'ın hükümlerini kabul etmeyerek karşı koymak suretiyle teslim olmazsa istitabe uygulanmamaksızın tereddütsüz öldürülür. ... Çünkü kendisine güç yetirilemeyen kişinin değil sadece İslam'ın hükümlerine ve dolayısıyla da Müslümanlara teslim olan kişiye istitabe uygulamak gereklidir. (El- Fetava 20-59)
Tekrar ifade edelim ki tekfir ahkamı bizim göreceli, zanni, akıl, mantık, tevil ya da psikolojik sebeplerle verilecek bir konu değildir. Bu hiç kimsenin kendi hevasına bırakılmış ya da aklına, düşüncesine bırakılmış bir hüküm yada insiyatifine bırakılmış bir hüküm değildir. Bilakis bu tamamıyla Allah'ın isimlendirdiği ve hükme bağladığı ve belli kaidelere sınırlandırdığı bir hükümdür. Bu yönüyle tekfirin engel, şartlar ve sebepleri ancak Kur'an ve sünnetteki şer'i delillerle sabit olur ve ancak bunlar ile hükmedilip itibar edilir bunun dışındakilerle amel edilmez. Çünkü zanna değil kesinlikle ifade eden naslarla amel etmek herkesin malumu olduğu bir meseledir.
Şankiti Usulü Fıkıh kitabında önemli bir meseleyi gündeme getirmiş ve tekfir fıkhı konusunda alimlerin ortaya koymuş olduğu bir kaide ve usulü bize aktararak şart, sebepler ve engellerde kıyas bile kabul edilmemiştir. (Şantkiti Uslu fıkhı notları 282)
Şeriat bize tekfir ahkamın şartlarını, sebeplerini, ölçülerini ve kaidelerini öğretmiştir, bu meseleden şer'i engeller kapsamında değerlendirilir ve ona göre hüküm verilir. Birilerinin sarih/açık meseleler kat-i/kesin meseleler ve meşhur meselelerde kendince bu şer'i ölçülerin dışına çıkıp tevil, cehaletini mazeret görmesi, gafil oluşu, taklid ya da maddi açıdan maaş, mal, mülk, makam, heva ve hevese dayalı tehdit, baskı, dayatma ya da usule uygun olmayan ve tamamıyla batıl bir usul ile hareket ederek Kur'an'ı geriye atarak maslahat ve ehven-i şer'i öne almaları onlar için mazeret değildir. Şüphesiz ki bu kimseler ancak küfrü onaylayan kafir-i mümin, mümine kafir, müşrik mümin ve mümini müşrik görme çabasından başka bir şey değildir. Nitekim;
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ
İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allah’a iman ettik.” der. Allah’ın dini uğruna eziyete uğradığında da, insanların ezasını Allah’ın azabına denk tutar. Şayet Rabbinden bir zafer/yardım gelecek olsa: “Kuşkusuz biz, sizinle beraberdik.” derler. (İyi de) Allah, âlemlerin sinesinde olan (iman ve nifağı) en iyi bilen değil midir? (Bunu da mı bilmiyorlar?) (29/Ankebût, 10)
Salt ya da mücerret bir korku basit bir tehdit, ekonomik çıkarlar, menfaat, çıkar, faydalar ya da akideye taalluk eden maslahat ve ehveni şer ya da başka bir ifade ile yönetimde olan şu değil şu gelsin diyerek oy verenler tartışmasız bu kimselerin ortaya koyduğu tüm maddi manevi çıkarımları şerri engeller kapsamında değildir. Bunların hepsi batıl, heva ve heves ürünü olan ve kişiyi Allah ile bağlarını koparan bir zulümdür ve sahibini küfre götüren bir iftiradır.
Nitekim bu söylediklerimizi destekleyen en büyük delil;
Hamd bin Atik kafirlerin ellerinde esir olmamasına rağmen içten muhalefet ettiği halde zahirde onlara muvafakat eden kişi bunu ya liderlik veya mal veya vatan sevgisi veya çoluk çocuk ya da mala gelecek zarar endişesiyle yapmışsa o takdirden Mürted olur belki kafirler içinde nefret ediyor olması da kendisini kurtarmaz. Nitekim;
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ
Melekler, nefislerine zulmedenlerin canını aldığında: “Nerede idiniz/hangi saftaydınız?” derler. Derler ki: “Biz yeryüzünde (müşriklerin safında yer almak zorunda olan, çaresiz) mustazaflardık.” (Melekler:) “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler. Bunların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o! (4/Nisâ, 97)
Bu ayet Müslüman olmalarına rağmen Mekke'den Medine'ye hicret etmeyen evlerini, mallarını,eşlerini ve çocuklarını terk etmeyen Mekke'de kalan ikamet eden hicreti göze alamayan kimseler için inmiştir. Onlar güçleri olmalarına ve imkanları olmalarına rağmen hicret etmediler. Bedir Savaşı'nda Müşrikler onları kendileriyle beraber getirince sahabe onlara ok atıp onları öldürünce Müslümanlar ikiye ayrıldı:Kimisi biz kardeşlerimizi öldürdük. Kimisi hayır onlar bizim kardeşimiz değildir diyerek ikiye ayrılmışlardı. Sonra Allah bu ayeti indirdi ve bu ayet musatazaf kapsamında bu kimseler değerlendirmedi ve bu kimselere kafir olarak canlarını alındığı söylenmiştir. Halbuki onlar kalpleriyle Allah'a karşı iman ediyorlardı ama onlar eylem de söylemleriyle Allah ve Resul'ün karşısında savaşıyorlardı. Aynen bunun gibi bugün salt, soyut bir kalp tasdiği ile tağutlara yardım eden, destekleyen onun askerliğini yapan, onun hizmetinde, yardımında, sevgisinde ve emrini amada olanlar hiç şüphesiz ki mazeretleri batıldır. Çünkü bunların hiçbirisi küfür sözü ve küfür fiilini meşru kılmaz.
İman ve Küfür birbirinden ayrılan zıt ve birbirine çatışan iki farklı olgudur. İşte bu sebeple imanın şübeleri olduğu gibi küfrün de şubeleri vardır.
Mürtedin İstitâbesinde “Teklif” Şekli- İstitâbe teklifinin usulü:
Ona açıkça İslam daveti yapılır,
İçinde bulunduğu hata gösterilir,
İnkâr ettiği temel esaslar anlatılır,
Şüpheleri varsa giderilmeye çalışılır.
Teklif süresi hakkında ihtilaf vardır:
Hanefîler: Üç gün müddet verilir.
Malikîler: Hemen hüküm verilebilir ama tövbe teklifi menduptur.
Şâfiîler: Müddet vermek şart değildir.
Hanbelîler: Üç gün verilmesi daha uygundur.
Genelde üç gün tövbe teklifi yapılması tercih edilmiştir.
Bu üç gün içinde kişi isterse geri döner, dönmezse cezası uygulanır.
Özetle:
İstitabe, İslam’ın rahmet ve adalet ilkesinin bir yansımasıdır.
Mürted kişi hemen öldürülmez; İslâm’a dönmesi için tövbe çağrısı yapılır.
Güç altında olan ve yakalanmış mürtedle kaçak mürted arasında uygulamada farklılık olabilir.
Tövbe teklifinin amacı, insanın kurtuluşunu sağlamaktır.
1. Kadının Mürted Olması Durumunda İstitâbe
Kadın da mürted olursa, istitâbe yapılır.
Tövbe çağrısı yapılır; İslâm’a dönerse bırakılır.
Eğer dönmezse, çoğunluk fakihlere göre öldürülmez, hapsedilir ve İslâm’a dönene kadar tutulur.
Bu konuda Hanefîler ve bazı Şâfiîler hapis görüşündedir; bazı âlimler ise kadına da erkek gibi hüküm uygulanır demiştir.
Özet: Kadına da tövbe teklifi yapılır, ama cezası erkekteki gibi doğrudan ölüm değil, çoğunlukla hapis olur.
2. Zımmî (Gayrimüslim) İken Mürted Olanın İstitâbesi
Zımmî (İslam yurdunda cizye vererek yaşayan gayrimüslim) İslam’a girdikten sonra tekrar küfre dönerse,
Ona da istitâbe (tövbe çağrısı) yapılır.
İslam’a dönmezse, mürted hükmü uygulanır.
Zımmî iken din değiştirmesi (mesela Yahudilikten Hristiyanlığa) mürted sayılmaz; sadece İslam’dan çıkış mürtedliktir.
BİR CEVAP YAZ