Rabıta Yapmak Şirk ve Sahibini Müşrik Yapar.
Rabıta Yapmak Şirk ve Sahibini Müşrik Yapar.
Bugün Türkiye dahil olmak üzere dünya üzerindeki tarikatların birçokları mistik ve mitolojik kurumlardır ve dayanakları asla Kur’an ve sünnet değildir. Bu tarikatlar bazen açıktan ve bazen halktan gizli kalan birçok inanış, tapınmalar, ayinler, törenler, bid’atler ve hurafeleri söz konusudur. Onların din anlayışı asla 100% islam anlayışına mutabık değildir. Bilakis onlarda islamdaki tevhid anlayışı çok sınırlı ve tarikat inançı karmaşık, çetrefilli ve aynı zamanda mitolojiktir.
Bugün tarikatlardan olan ve özelden Nakşibenti tarikatların gündeme getirdiği bir ibadet ritüeli var ki buna Rabıta ismini veriyorlar. Bu ibadet çeşidini ne Allah kitabında ortaya koymuş ne Resulullah sünnetinde pratik olarak uygulamış nede Resulullahın övdüğü ilk üç nesil ne dört mezhep imamı ne de onların muhakkik alimleri nede hiç bir islami kaynak, eser ve kitaplarda yok iken birden bire Halid-i Bağdadinin Hindistan seferinden sonra yaklaşık iki asır önce bu ibadet çeşitinin orytaya attığını görüyoruz.
- Rabıta Bid’at'ın Tehlikesi;
Bid’at Sözlük Manası: Örneksiz, sonradan meydana gelen, numunesiz, bir şeyi icad etmek ve var etmek gibi manalara gelir. İslam dininde olmayan bir şeyi, din adına İslam dinine sokma girişimidir. Dolayısıyla Kur’ana ve sünnete uymayan, akide, amel, sözler ve hurafeler. Dinde yapılmak istenilen her değişiklik ve reform bid’attir.
Kur’an’da, sünnetten ve hiçbir şekilde dinin herhangi bir yerinde olmayan bir ibadeti yerine getirmek bid’at olarak tabir edilir ve en çirkin işlerdendir. Bu Resulullah’ın haşa görevini yapmadığını, bu işi bilmediğini ve unuttuğunu ya da eksik yaptığının gösterir bu ise Allah’a, Rasulüne ve ashab-ına iftira atmaktır. Dolayısıyla rabıta ve hatme denilen bu sapık şeyler Allah’ın kitabında, Resul sünnetinde ve bununla ilgili hiçbir veri ve kaynak yoktur. O halde geriye bun reddedilmesi vacip olur. Nitekim;
مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.
Her kim bizim şu işimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse o merduttur. (Muttefekun Aleyh)
Kur’an ve Sünnette bulunmayan ibadet ve âdetlerden meydana gelen şeyler kötü sonradan uydurulan şeylerdir.
Maliki, Hanefiler, Hanbeli, Şafiilerden bir kısım, İbni Hacer el-Askalani ve İbni Teymiye gibi alimlere göre bid’at ister adet ister ibadet olsun hepsi sapıklıktır.
إِنَّ أَبْغَضَ اْلأُموُرِ إِلَى اللهِ الْبِدَعُ
Allah indinde en çirkin işler, – din adına – sonradan ortaya çıka-rılmış bid’at’lerdir. (Beyhaki)
من عمل عملا ليس عليه امرنا فهو
Her kim hakkında emrimiz olmayan bir amel ile amel ederse o red edilir. (Müslim)
فَإِنَّ أَصْدَقَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللهِ، وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَشَرَّ الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا، وَكُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ، وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ، وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِي النَّارِ
Kuşkusuz ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Muhammed (S)’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan uydurulan şeylerdir! Dine sonradan sokulan her şey bid’attır! Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ta, ateştedir!” (Müslim, Nesei)
- Peki bu Rabıta nedir?
Rabıta Arapça rbt/ربط sözlük manası birleştirmek, bağlanmak, yetiştirmek ve sağlamlaştırmak gibi manalara gelmektedir. İki şeyi birbirine bağlayan alakaya Rabıta denilir. Mesela panoları rabtiye ile kağıtın asılması da burdan gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de ve sünnette rabıta şu şekilde geçmektedir;
وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْ
Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (cihad için tahsis edilmiş) besili atlar hazırlayın. Onunla Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği (gizli düşmanlarınızı) korkutursunuz. (8/Enfâl, 60)
Kur’an'daki ”Ribatul Hayl” manası; Allah bizden kafirlere karşı gücümüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlamayı emrediyor. Yani bu maddi güce ulaşabilmek, teknolojik açıdan ve bilimsel açıdan kafirlere karşı güçlü sabit sağlam durabilmek için Allah burada Ribat kavramını kullanıyor.
Sahih Müslim’de geçen bir hadiste; Efendimiz aleyhissalatu vessellem düşman karşısında nöbet tutma ile ilgili Ribat-Murabata kelimesini kullanmıştır. Bunun manası sınır bölgelerinde kafirlerin tehlikesine karşılık nöbet tutma manasında kullanılmıştır.
Allah Kur’an-ı Kerim’de Kehf suresinde kendi toplumlarına baş kaldırarak tevhidi ilan eden gençlerin kalplerine Allah hidayet verdiğini ve kalpleri üzerine sabrı ve kararlılığı Rabt ettiğini beyan etmiştir. Nitekim;
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ
Biz onların kalplerini güçlendirdik/sağlamlaştırdık. (Kehf:14)
- Rabıtanın Yapılış Şekli;
Halid Bağdadi Risale-i Halidiye’de rabıta ile ilgili kendisi rabıtaları taksimata ayırarak aynı Hinduizmdeki kat dereceleri gibi o da rabıta konusunda bir derecelendirme yapıyor ve şöyle diyor;
Rabitanın üstün derecesi iki gözün arasında olanı hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinden yüzüne ve iki kaşın arasına bakmaktır. Zira orası feyzin kaynağıdır ondan sonra Mürşide karşı kendisini alçaltarak son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevla ile kendi arasında vesile koymak suretiyle mürşidin ruhaniyetinden hayal hazinesine girip kalbin derinliklerine indiğini düşünüp sonra da yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek şeyhini kendi nefsinden geçinceye kadar gözünde düşünmektir.
Burada Halidi Bağdadi denen zındık Allaha değilde şeyhe yalvarmaya davet etmiştir. Bu Allahtan başkasına ibadete davet etmek değilde nedir?
Mahmut Ustaosmanoğlu Tefsiri’l Furkan kitabında maalesef rabıda ile ilgili kabul edilemeyecek sözler söz konusudur. Kitabın 2 cildinin 64 sayfasında şu cümleleri söz konusudur;
Rabıta’da bir müridin mürşidin ruhaniyeti ile beraber suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesidir. Suphan Allah! Bu şirkin ve küfrün ta kendisidir çünkü yardım ancak Allahtan istenir.
Rabıta tamamı ile bir müridin mürşide yansıyan nur yani şeyh feyz kaynağıdır. Şeyhe inen nur kendisi ile rabıta yapılan müride gider ve onun günahlarını yakar ve bu şekilde günahları gider düşüncesiyle rabıta yapmaktadırlar.
Günahların bu şekilde aff edilidiğini söyleyen bir tane bile rivayet yoktur. Bu günahları Allaha değilde şeyh yönelterek af olunmasını istemektir zaten bu başlı başına şirktir.
Onlar bu rabıta esnasında ya da rabıta’dan hemen sonra gaibda olan yada ölmüş olan şeyhi yardıma çağırırlar. Bela ve musibet anında def etmek ve faydayı celbet etmek için yine onunla müracaat ederler işte rabıta bu şekilde başka bir şirk boyutu kazanmakta.
Aslında Rabıda biraz İslam biraz, coğunluğu Hinduizm gibi sağdan soldan aldıkları karma bir dinin sonucunda ortaya konmuş müşriklere ait bir ibadet çeşididir.
Cübbeli Ahmet’in Tarikatı Aliyye rabıtayı celiyye adlı kitabının 41 sayfasında şunları söylemektedir;
Şeyhinin Mevla Teala’nın aynası olarak kabul eden mürid o aynada Mevla Teala’yı görür gibi olmaya çalışır. Ben seni göremiyorum ancak bu aynanın karşısına sen varsın seni görür gibi oluyorum diyerek niyazda bulunur.
Dikkat edilmesi gereken yer şeyhini mevla teala’nın aynası olarak kabul etmek işte bu Vahdedi Vucud anlayışına en uygun açıklamadır. Buda ayrı bir şirktir. Çünkü burada mucessime akidesi var. Bu rabıta meditasyonu ile ilgili Cübbeli Ahmet şeyhini iki kaşının arasında düşünmesi gerektiğini söylüyor. Halit Bağdadi’nin Hindistan’da Hindulardan çaldığı meditasyon aslında bugün tarikatlarda bir Rabıta ismini almıştır.
Sonra kendisi şeyhin ruhaniyetine basiret gözüyle nazar eden kimse orada hakkı görür demektedir.
Ehli Sünnet Allah’ın görülmediği konusunda İcma etmiştir ve bu konuda bir tane ihtilaf yoktur. Peki Cübbeli Ahmet hakkı görür derken neyi kastetmiştir? Tabii ki Vahdedi Vücudu kast etmiştir. Bu sapıkların gizledikleri itikatlerine göre haktaki kasıt Şeyhleridir. Nitekim Cübbeli Ahmet’in ifadesi ile ‘’Ete kemiğe büründü Mahmut olarak göründü’’ ifadesi bunun içindir.
Nitekim Halit Bağdad’ı Risaletü Tahkiku'l Rabıta eserinde rabıta inancını şu şekilde ortaya koyuyor: Müridin Allah’tan fena olmak için şeyhinin şeklini hayal edip onu sürekli canlandırmasıyla onun ruhaniyetinden yardım istemesi suretinde tıpkı şeyhinin yanında bulunuyormuşcasına giyabında bile ondan feyz almasına rabıta denir.
Tarikatçılar kendi şeyhlerinin fotoğrafına bakarak rabıta yapıyorlar ifade ettiğimiz gibi Nuh Aleyhisselam’ın kavmi'de İbni Abbas’ın rivayetinde şeytan onlara bir insan suretine geldi ve onlara o salih insanlar öldü size Allahı hatırlatacak, size ibadeti ve zikri hatırlatacak olan o salih insanların suretlerini resimleyin demek suretiyle şirkin kapıların açılmasına sebep olmuşlardı. Tarihi tekrar tekerrür ediyor ve bugün tarikatçılar bu şirkin temsilciliğini yapmakatalar.
Nakşibendi tarikatına göre: Rabıtanın ifade ettiği manası bir müridin kendini şeyhini mürşidini ile yüz yüze gelmiş varsayıp onu hayal edip ondan feyiz almak yani metafizik anlamda enerji ve güç alarak nurlanmak suretiyle insanın kendi zihninde şeyhini canlandırmasıdır.
Şöyle bir olaya şahitlik etmiştim, Nakşibendi Tarikatın müridine Rabıta’nın ne olduğunu sorduğumda o bana şunu söylemişti; Biz aslında günahkar kimseleriz. Bu sebeple biz şeyhimizi hayal ediyor, düşünüyor, zihnimizde canlandırıyor ve onu belli bir noktada tutarak ondan nur, güç ve enerji alarak Allah’a ulaşıyoruz onu aracı kılarak Allah’a ibadet etmiş kulluk etmiş oluyoruz demişti. Hiç şüphesiz bu açıklama tarih boyunca Allah’a inanan müşriklerin kendisiyle düştüğü aracılık şirkinden başka bir şey değildi.
Rabıtanın başka bir manası: Bir Muridin Allah'da fani olması ve şeyhinin şeklini hayalinde sürekli canlandırması ile onun ruyetinde yardım isteyerek Allah’a ulaşmasını ifade eder.
Nitekim Halit Bağdadi Muhammed Esad Efendi’ye gönderdiği bir mektupta aynen şunları söyler: Müridin kalbini şeyhin kalbine karşı bulundurması gıyabında bile olsa onun şeklini hayalinde canlandırması kalbine şeyhin nur okyanusundan feyzlerin aktığını içinin tasavvur etmesi ve ondan bereket dilemesi ile olur. (Tenviru’l Qulub sy 512)
Hiç şüphesiz bereketin her türlüsü Allaha aittir ve yalnız ondan istenir ve bunun için aracıya gerek yoktur.
Nakşibendilerin en önemli teorisyenlerinden Abdülhakim Arvasi şunları söyler; Muridin kamil ve mükemmel sıfatlarına layık şeyhinin süretini karşısında tasavvur edip hayal yolu ile iki kaşı arasına bakmak ve bu suretteki ruhaniyete yönelmek bu bakış ve mıhlanışla kendinden geçme kaybolma hali başlayınca kadar rabıtayı sürdürmek…
Burada şeyhin kamil ve mükemmel oluşuna dikkat etmek gerekir. Çünkü bu ikisi Allaha ait sıfatlardır.
Dolayısıyla onlara göre şeyhi ister ölü olsun ister gaipte olsun bu şekilde rabıta yaparak Allah’a ulaşılır. Nitekim onların birçokları şirklerine şunları da eklemişlerdir; Himmet dilemek, bereket talep etmek, feyiz almak, ruhaniyetinden istimdatta bulunmak, faydayı celp etmek ve zarı def etmek için yardıma çağırmak gibi birçok ilahi ibadet özelliğini bu kimselere vermek suretiyle şirke bulaşmaktadırlar.
Nitekim bu konuda Mehmet Zahid Kotku şunları söylemektedir; Bu müridin Şeyh kemal-i marifet ile mutahhakkık olursa ifazada yani yardım etme konusunda ölü ile diri müsavi olurlar. (Tasaffuvi ahlak 2 272)
Yani rabıta esnasında yardımı Allaha değil bir ölü yada diri şeyhe yapması olarak tanımlıyor ve şirke davet etmekteler.
Rabıtanın bariz uygulanışı;
Hatme-I Ĝuvecan adı altında tarikatın üyeleri bir halka oluştururlar bu şekilde müritler şeyhin ya da onun adına hatmeyi yöneten vekilinin bir işareti üzere rabıta yaparlar.
- Şeyhi iki gözünün arasında hayal etmek.
- Şeyhin suretinin, iki yanı arasında olduğunu hayal etmek.
- Mürid şeyhinin suretini, alnında tasavvur eder ve onu alnının ortasına yerleştirir.
- Mürid şeyhinin suretini kalbinin ortasına getirir.
- Mürid, şeyhinin suretini, Mevla Teala’nın nurlarının, kendisinde toplandığı bir havuz mesabesinde kabul ederek önce alnının ortasında tasavvur eder. Daha sonra buradan kalbinin ortasına indirir…
- Mürid kendi cenazesini düşünür ve defnedilme işlemlerini bütün teferruatıyla hayal eder. Sonra kendisine sorar
- ‘Sen öldünse burada zikreden kimdir?’
Bu soruya
‘Şeyh efendidir.’
diye cevap verir. Buna ölüm rabıtası denir.
Şeyhin ruhaniyetini nurdan bir daire olarak düşünüp kendini o dairenin ortasında hayal eder. (A.g.e 41-45 sadece başlıklar özetlenerek alınmıştır.)
-Rabıta Yapmanın Kuralları;
Bu adamlar rabıtayı 52 farzdan bir farz olarak görüyorlar. Halbuki islamda farzların kurallarını zamanı, yerini ve şeklini Allah Kur’anda vaaz etmiştir. Peki bu Rabıta madem kuralları ve şekli var bu Kur’anın ve Sünnetin neresinde? Hiç şüphesiz bu sapıklar kendi hevalarına göre ibadetler icat ederek şirkin kapılarını bu ümmete açıyorlar. Nitekim rabıtanın kurallarını bakın nasıl tayin ediyorlar!
Bir kimsenin rabıta yapabilmesi için o kimse şu iki şeyi yerine getirmekle zorundadır;
1- Mürşide yada bir şeyhe bağlı olması.
2- Vekile beyat etmesi gerekir.
Eğer bu kimse bir şeye bağlanmamış ise onun dostu şeytandır ve bu kimse rabıta ve hatme gibi ibadetlerde bulunamaz. Allah zalimlere lanet etsin nasılda din üretiyorlar.
Bir kimsenin rabıta yapması için ve hatmede bulunması için belli kuralları şöyle sıralıyorlar;
1- Abdestli olmak.
2- Şeyhe biat etmesi yoksa asla bu ritüelleri yapamaz.
3- Odanın kapısını kilitlemeleri.
4- Işıkları söndürerek ortamı karartmak.
6- Dizüstü oturmak.
7- Gözleri yummak.
8- Nefsi kontrol altına almak sabit ve hareketsiz olmak.
9- Mürşidin suretinin zihninde canlandırmak.
10- Şeyhin ruhaniyetinde istimdatta bulunmak bunun anlamı şeyh ister ölü olsun ister ölü olmasın isterse gayb de olsun ondan yardım, bereket, himmet ve medet bulunmaktır. Şüphesiz ilahi bir özelliği ve yalnız Allaha yapılması gereken bu ibadet çeşitlerini bunlara vermek başlı başına şirktir.
Onlar rabıta ile ilgili belli vakitler ve zamanlar belirlemişler akşam namazından sonra 5 ile 15 dakika gibi zaman dilimlerinde rabıta yapıyorlar. Peki madem bu rabıta farz ise! Madem Kur’an ve Sünnette rabıta var! O zaman bunun hükmü, bunun kuralları, zamanı ve belli bir prensip Kur’an ve sünnette olmalı değil mi? Bir ayet yada bir nas var mı? Yok peki neden böyle bir şey yapıyorlar? Bunlar tamamıyla vehimle yeni bir din ve ibadet icat ederek bu dinden çıkmış oldular.
Rabıtayı farz gören bu sapıklar bir kimse onlardan rabıta ben de yapmak istiyorum dediğinde hayır yapamazsın. Henüz sen Şeyhimize biat etmedin ya da senin belli bir süreçten geçmen lazım diyerek rabıta olmalarına engel oluyorlar. Bu ne demek hani farzı dı? Madem farz ise bunun için bir süreç, bir prensip ve bir engel olur mu?
- Onların Süslü Misaller İle İnsanları Aldatması;
Onlar şöyle bir iddia atıyorlar; İnsanın kendi malını düşünmesi, evi düşünmesi yada işini düşünmesinde ne kötülük var! İşte bu sebeple bir müridin kendi şeyini düşünmesinde de ne bir kötülük var diyerek kendileri haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Halbuki çok büyük zararlar var. Çünkü onlar rabıta inancını onaylata bilmek adına hadis uyduruyorlar, bid’atler meydana getiriyorlar, hurafelere sebep oluyorlar, insanları Allah’tan başkasına ibadet etmeye, şirke ve küfre davet etmektedirler. Dolayısıyla Bunların hepsi tamamıyla zulüm ve kötülüktürtür. Ne Resulullah ne sahabe ne dört mezhep imamı nede hiçbir ehl-i sünnet alimi hiç kimse böyle bir şey yapmamışken böyle bir şey yokken siz yalan hadislerle, şirk, küfür ve bid’atlarınızla Rabıta adı altında toplumu saptırırken Allah ile bağlarını koparırken bunun ne zararı vardır demek dinde cehalettir Allah ile bağların kopmasıdır.
- Şer'i ve Bid'at Açısından Rabıta Nedir?
1- Şer’i Rabıta: İslam’da rabıtanın caiz oluşuna gelince;
Bu Allah’ı zikretmek, gece, gündüz, ay, güneş, yeryüzü ve gökyüzünün, insan yaratılışını, ağaç ve meyva gibi tüm evrendeki o müthiş yaratılışı düşünmek, yine ahireti, kabirleri, ölümü, cennet, cehennnem, mizan, mahşer ve tekrar diriliş gibi şeyleri düşünmek, tefekkür etmek ve tedebbür etmek bunların hepsi bir yönüyle kalbin sağlamlaştırılması, kalbin itminana ermesi ve kararlı olması için Allah kerim kitabında bu yönüyle zikre, düşünmeye, tefekküre ve tedebbüre davet etmiştir. Nitekim ayetlerde;
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır. (Âl-i İmrân 190)
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِوَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru! (Âl-i İmrân 191)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
Gönülden yalvararak, korku ile ve yüksek olmayan bir sesle, sabah ve akşam Rabbini zikret. Sakın gafillerden olma! (A’râf, 205)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d – 28)
قَالَ النَّبِيُّﷺ: مَثَلُ الَّذِي يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذِي لا يَذْكُرُ رَبَّهُ مَثَلُ الحَيِّ وَالمَيِّتِ.
Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Rabbini zikreden kişiyle zikretmeyen kişi, diriyle ölü gibidir. (Buhari ve Muslim)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın/birbirinize sabrı tavsiye edin ve nöbet tutun. Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Ali İmran:200)
Bu ayetteki ‘’Rabitu'' mana olarak düşmana karşı uyanık olmak, savaşa hazırlık yapmak ve diri olmak gibi anlamlar taşır. Bunun tarikatçıların Rabıtası ile ne alakası var.
Dolayısıyla bu ayetlere göre bir mü’min Allah’ın yarattığı varlıkların yaratılışını, düzenini, mükemmelliğini ve bunun ancak Allah’ın yaratabileceğini ve yalnız kendisine ibadet edilmesi, itaat, teslim olunması, zikredilmesi ve yalnız Allaha kul olunması için bu tür zikirler vesiledir ve bu da kalbin Rabt/Sağlam kalması için Kur’an’ın teşvik ettiği bir öğretidir.
2- Bid’at Açısından Şirk Olan Rabıta;
Rabıtanın şirk oluşu üç illet üzere bina edilmiş ve bu üçüsü ancak Kur’an ve sünnete göre yalnız Allaha yapılmalıdır. Bu üç illet;
a- Yalnız Alllaha yapılması gereken kalbi ibadetler bunlar; Ümit, korku, sığınma, yardım, dua talebi ve kalbin akidevi açısından Şeyhin mutlak anlamda faydaya ve zarara sebep olması olarak ortaya çıkan şirk çeşitidir. Çünkü kur’an ve sünnetin icması ile hiç kimse bu kalbi ibadet çeşitlerinde Allaha ortak olamadığı gibi aracıda olamaz. Kim böyle bir inanç Allahtan başka salih kul yada şeyh gibi kimselere tanırsa şirk işlemiş olur.
b- Bir kimse ister rabıta esnasında olsun ister olmasın, ameli açıdan Allahtan başkalarını faydaya celb yada zararı def etmek için yardım, medet, sığınma, himmet ve dua talebinde bulunma gibi Allaha yalnız yapılması gereken bir ibadetin Rabıta esnasında salih kul yada şeyh olarak isimledirilen kimselere verilmesiyle kendisiyle düşülen şirktir ve sahibi müşrik yapar.
c- Kişi günahların affı için bir aracı olması gerektiğine bunun ancak rabıta yada bun benzer vesileler ile yapıla bileceğine inanırsa müşrik olur. Buradaki şirke düşme illetine gelince kendisini kutsadığı, yücelttiği ve tazimde bulunduğu şeyhsiz günahın af olunmayacağını düşüncesi vardır. Nitekim ayette;
اَلَا لِلّٰهِ الدّٖينُ الْخَالِصُؕ وَالَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهٖٓ اَوْلِيَٓاءَۘ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىؕ
Bilinmeli ki halis dindarlık yalnız Allah için olanıdır. Allah’tan başka şeyleri kendilerine koruyucu kabul edenler, -ki “sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz” diyorlar. “( Zümer: 3)
Nitekim Mekke müşrikleri bu ayeti kerimenin itirafıyla putlara tapmadıklarını sadece putları aracı kılarak Allah’a ulaştıklarını söylüyordu. Bugün de maalesef modern Müşrikler kendi şeyhlerine ya da salih kulları kendi günahlarının affı için Allahın isim ve sıfatları dışında başkalarını aracı kılarak Allah’a ulaşabileceklerini düşüncesi yatmaktadır ve bu tarih boyunca müşriklerin özelliği olmuştur.
- Tarihte Rabıta İki Şekilde Görülmüştür;
Tarih boyunca rabıta düşüncesi bütün müşrik toplumların şirke düşmesine sebep olmuştur. Özellikle bunu iki şekilde görmekteyiz.
1- Nuh kavmi ki onların kavimleri içerisinde 5 tane salih kul vardı ve bu 5 salih kul ölünce İbni Abbas’ın rivayet ettiği hadiste şeytan onlara insan kılığında geldi ve onlara şunu söyledi; O ölmüş salih kullar size Allah’ı hatırlatsın ve Allah’a daha çok ibadet edesiniz o halde onların suretlerini yapın sonra başka bir rivayette başka bir nesil geldikten sonra şehir merkezlerinde heykellerini yapmalarını istedi ve sonra başka bir nesilden sonra bu 5 salih insanın heykelleri her evde ve şehir merkezlerinde tapınılan bir put halini aldı.
2- Mekke müşrikleri onlar putları aracı kılarak Allah’a ibadet ediyorlardı. Mekke müşrikleri Mekke’nin dışına seyahat yada ticaret için çıktıklarında lat, menat ve uzza gibi putlarını temsil eden küçük putçuklar yada şekli güzel gördükleri küçük taşlar ve buna benzer şeyleri kendileriyle beraber götürürlerdi. Bu müşrikler o küçük putlara bakarak Lat’ın yanında olduklarını ya da Menat’ın yanında olduklarını ya da Uzza’nın kendileriyle beraber oldukları düşüncesiyle bunu yapıyorlardı. Dolayısıyla bugün’de birileri Allah’a ulaşabilmek ve Allah’a yakın olabilmek için bu şekilde şeyhini düşünme ve aklına getirme Allah’tan inen nurun şeyhe ordan müride ulaşması için yapılan rabıta diğer ismi ile hinduizm’deki yoga ibadetini yaparak onlar hiç şüphesiz bu dini bozmak ve resulun risaletini yok etmektedirler. İşte rabıta bu yönüyle şirke götüren ve sahibini müşrik yapan ortadoğu Hinduizm ve Budizm dinine ait müşrik toplumlara ait bir inançtır nitekim rabıta budizm’deki yoganın ikiz kardeşidir.
- Rabıta Safsatasını Toplumu Onaylatmak için Kur’an ve Sünneti Tahrif Ederler.
Tarikatçılar kendi şirklerinin, bid’atlerini ve hurafelerini topluma onaylatmak ve meşru gösterebilmek adına Kur’an’dan deliller getirmeye çalışmışlardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve (sizi) Allah’a (yakınlaştıracak) vesileler arayın. Allah yolunda cihad edin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Mâide, 35)
Selef-i salihin müfessirlerinden Katade (rh), “vesile”yi şöyle açıklar:
“Allah’a (cc) itaat ederek ve O’nu razı eden amelleri yaparak O’na yakınlaşın.”
İslam tarafından emredilerek ya da teşvik edilerek meşru kılınan her salih amel, Allah’a (cc) yakınlaştıran bir vesiledir.
Kur’ân, mümin ve müşriklerin vesile konusunda farklı tutum içerisinde olduklarını belirtir. Müminler, İslam’ın onay verdiği salih amel ve imanlarını Allah’a (cc) yakınlaşmaya vesile kılarlar. Müşrikler ise Allah’a (cc) yakınlaştırıcı vesileler uydurur, bunların şer’i olup olmamasına bakmazlar.
İslam tarihindeki bütün müfessirler ister Resulullah’ın övdüğü o ilk üç nesil, ister dört mezhep imamı ister muhakkik alimler ve ister müfessirler olsun onlar vesileyi bütün tefsir kitaplarında şu şekilde tefsir etmişlerdir; İtaat, cihad, namaz, oruç, zekat ve hac gib farzları yerine getirmek emirleri yerine getirmek şeklinde tefsir etmişlerdir. Ama sofilere gelince bu ayetler onların heva ve heveslerince tahrif edildi.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ
Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun! (Tevbe, 119)
Bu ayetin nuzul sebebi Kaab ibni Malik ve iki arkadaşı hakkında idi. Peki mesele ne idi? Onlar Tebük gibi zorlu bir savaşa yani cihada çıkmadılar medinede evlerinde oturdular bu ayet indi. Buradaki sadıklar Allah yolunda cihad eden Rasulullah ve sahabedir. Kim onların yolundan gidiyorsa sadıklar ile beraber olmuş olurlar. Peki bugün tarikat şeyhlerinin sadıklarda olduğunu sana kim söyledi? Vallahi onların hayatlarında bırakın cihadı kafirleri dost, tağutların fetvacıcı ve şirk sistemlerinin en büyük yardımcıları olarak görürsün.
- Uyduruk hadis;
İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz
Tarikatçılar bu sözün hadis olduklarını iddia ediyorlar. Bu Allah’a, Resulüne ve tüm islam alimlerine atılan bir iftiradır. Çünkü böyle bir söz hiçbir hadis kitaplarında, hiçbir şekilde ne zayıf ne mevzu/uydurma olarak geçmez. Dolayısıyla bu tamamıyla yalan, mesnetsiz ve Resulullah’a iftira atılan bir hadis olarak dayatılmaya çalışılıyor ve bugün tarikatlar kendi şirk, küfür ve ilahlaştırdıkları şeyhlerini toplumu onaylatabilmek için maalesef bunu hadis diye yutturmaya çalışıyorlar.
- Ebu Bekir Radıyallahu Anha Atılan iftira;
Ebubekir radıyallahu anh’ın ilk defa rabıta yaptığını söylemeleri büyük bir iftiradır. Yoksa Resulullah bilmiyordu da Ebubekir bu işi keşfetti de o mu yaptı? Bunların hepsi büyük bir safsatadır, yalandır ve hiçbir ehl-i sünnet kaynaklarında böyle bir iftira geçmez. Bilakis Ebubekir radıyallahu anh gelen hadise göre bu gibi durumları reddetmiştir;
Rasulüllahın katiplerinden Ebû Ribi Hanzala b. er-Rebi el-Üseydi kendi başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır:
“ Bir gün Ebû Bekirle karşılaştım. Bana: Ey Hanzala nasılsın? dedi.
Ben: Hanzala münafık oldu dedim. O: Subhanallah sen ne diyorsun?! dedi.
Ben: “Rasulullahın huzurunda bulunuyoruz. O bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor, sanki (cenneti ve cehennemi) gözlerimizle görüyoruz. Fakat Onun huzurundan çıkınca, hanımlarımızla, çocuklarımızla meşgul oluyoruz. Onların işleri ile meşgul oluyoruz. Çok (şeyi) unutuyoruz.”
(Bunun üzerine) Ebu Bekir (RA) şöyle dedi:
“Vallahı mutlaka bizler de bunun (söylediklerinin) benzeri ile karşı karşıya kalıyoruz.”
(Hanzala (r.a) anlatmaya devam ederek): “Ben ve Ebû Bekir (Rasulullaha) kopup gittik. Nihayet Rasulüllahın huzuruna vardık.”:
“Hemen ben, Hanzala munafık oldu. Ey Allahın Rasulü dedim. Rasulullah (s.a.v) bunun üzerine:”
– O nedir (o ne biçim söz) dedi. Ben de söyle dedim:
“Ey Allahın Rasulü! senin huzurundayken bize cehennemi cenneti hatırlatıyorsun. Sanki gözlerimizle görüyoruz. Fakat huzurundan çıkınca, eşlerimizle çocuklarımızla meşgul oluyor, mesleğimizi icra ediyoruz. Çok (şeyi) unutuyoruz.”
Bunun üzerine Rasulüllah (SAV) şöyle buyurdu:
“Nefsim kudreti elinde olana yemin olsun ki: Huzurumda bulunduğunuz hal üzere ve (o sakilde) hatırlamağa (zikirde) devam etseydiniz. Melekler (evlerinizde) döşekleriniz üzerinde ve yollarda sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ya Hanzala, bir saat ibadetle bir saat dünya işleriyle uğraşınız, yeter” diye üç defa tekrarladı. (Müslim rivayet etti). (Riyâzus-Sâlihîn s. 140. 14. bab, 151. hadis.)
Bu hadis tarikatçıların tüm ifiralarını red etmektedir.
- Rabıtanın Tarihi Seyri..
İlk defa rabıta meselesini gündeme getiren ve onu islam toplumuna getiren Halid Bağdadi olmuştur. Bu adam kendi kitabı olan Risale-i Halidiyye ve Risale-i Rabıta tercümesi kitabında ilk defa Rabıta diye bir şeyi gündeme getirerek bunu tasavvuf dünyasına enjekte ediyor.
Halid Bağdat’i künyesi her ne kadar Bağdadi olsa da çok kısa bir zaman içerisinde Bağdat’ta yaşamış ama aslında Süleymaniye’de 1779 yılında doğmuş bir kimsedir. 48 yaşında’da kendisi ölmüştür. Halid Bağdadi ilk önce hacca gidiyor hacda iken bir rüya görüyor rüyasında Hindistan’a gitmesi gerektiğini ve bir Allah dostuna intisap etmesini ona emrediliyor ve kendisi 1809 yılında Hindistan’a gidiyor kendisi Hindistan’da iken Ceşti’ye denilen bir tarikatı tabi oluyor. Nitekim bu tarikat Hindistan’daki Budist inanç, ibadetlerine ve ritüellerine ait birçok ibadet çeşitlerini kendilerine intisap etmiş ve bu yönüyle Budist dinden çok ciddi anlamda taklitler yapmıştır. İşte bu sebeple Halit Bağdadi onlardan etkilenerek birçok bid’atleri islam dünyasına getirmiştir. Nitekim kendisi Hindistan’da yaklaşık olarak 2 yıl kaldıktan sonra tekrar Süleymaniye dönüyor döner dönmez Risaletün fi tahkiku rabıta kitabını yazıyor.
Biz bu kitabı incelediğimizde gerçekten Hindulara ait olan inançların nasılda islama soktuğunu görüyoruz. Nitekim;
1- Meditasyon olan yogayı bir rabıda olarak islam sokması.
2- Hindulardaki Nirvana düşüncesini şeyhin fena fillaha ulaşması şeklinde çeviriyor.
3- Hinduların keşişlerinin alnının iki kaş arasındaki O kırmızı nokta yani çakraların olması. Tasavvufta iki kaşın ortasında düşünerek hayal ederek şeyhine ulaşabileceğine söyleyerek tamamı ile hinduizm’e ait ibadetleri İslam’a sokmaya çalışmıştır.
4- O Risale-i Halidiye’de rabıta ile ilgili: Rabıtaları taksimata ayırarak aynı Hinduizmdeki kat dereceleri gibi o da rabıta konusunda bir derecelendirme yapıyor kitabında.
- Sofiler Fena Olmak Derken Neyi Kast Ediyorlar?
Onlar rabıta yaparken şu kavramı kullanırlar Fena olmak peki fena olmak ne demektir? Fena yok olmak ve erimek manasını taşır.
Tarikatçılarca ortaya koydukları asıl manası Allah’la yok olmak, Allah ile birleşmek ve Allah ile erimek anlamını taşır yani bu tamamıyla Vahdeti Vücut düşüncesidir. Bu da bir diğer yönüyle dinden çıkarır.
Nitekim Cübbeli Ahmet bir videosunda Mahmut Ustaosmanoğlu için şunu söylemişti; Ete kemiğe büründü Mahmut olarak göründü” Bundan ötürüdür onlar açık bir şekilde değil kinaye yada mecaz şeklinde Vahdeti Vücut itikadini benimseyen müşriklerdir. Kendi şeyhlerin ilk anda Allah olduklarını dile getirmiyorlar çünkü toplum buna müsait değil işte onlar Fena ve vahdedi vücut itikadi ile toplumun bu şekilde aldatarak bu şirk akidesine davet etmektedirler.
Burada Fena olmak Allah’a ermek vahdedi vücud akidesinin bir tezahürüdür. Her şeyi Allah olarak görmek, Allah gibi olmak ve Allah ile birleşmek aynı Hristiyanlardaki gibi. Nitekim onlar haşa İsa’nın Allah oluşu şeklinde onlar da bir insanın Allah ile fena birleşmesi bir olması şeklinde vahde vücut anlayışı söz konusudur.
Rabitayi Aliyye kitabının 471 sayfasında;
Kişinin kendi eşiyle cima halindeyken kendi şeyhine rabıta etmesi teşvik edilmekte. Bu bir insanın en mahrem anda bile ahlaksızca bunu yapmaya davet etmesi başlıbaşına rabıtayı batıl kılar.
Mahmut Ustaosmanoğlu’nun kitabı’l Irşadun Müridin sayfa 101’de; Rehberin şeyhinin görüntüsünü şeklini hayal etmesi hakkın zikrinden daha faziletlidir.
Bu bir müridin kendi şeyhini görüntüsünü hayal etmesi ve rabıta yapması hakkın zikrinden daha fazla olduğunu söylüyor. Yani bu şirke, küfre ve Allah’tan başkasına ibadet etmeye davet etmekten başka ne olabilir.
Hatta onlar aynı kitabda şuna itikad ederler; Veli’nin yüzüne bakmak 150 yıl nafile ibadeti yapmak gibidir. Hiç şüphesiz bunlar şeytanla şirkte, küfürde, bidat ve sapmalarda yarışıyor haldeler.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ