Allah Yolunda Kendini Adama Vaktin Gelmedi Mi?
Allah Yolunda Kendini Adama Vaktin Gelmedi Mi?
Müslüman Allah'ı tanımış, Allah'ın ilahi özelliklerini anlamış, onun isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde itaat, teslimiyet, sevgi, ibadet, kulluk ve bağlılığıyla müslümanlığını görüntülemiş kimsedir. O ihlasla ve samimiyetle Allah'a ibadet eden sosyal, siyasi, ekonomik ve ahlaki bir yaşam programı olarak kimseye yetki vermeyrek ve Allah'a ortak koşmayarak bir hayat programı olarak Allaha kul ve ibadet eden kimsedir. Nitekim bir yaşam programı olarak kulluğumuzun konusunu teyit eden ayette;
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (6/En'âm, 162)
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
“O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kulların ilkiyim.” (6/En'âm, 163)
Müslüman şirkten beri olmuş, Allah'a ortak, denkler ya da Allah'a ait olan ilahi ve rabbani bir özelliği bir insana bir lidere bir filozofa bir ideolojiye ya da herhangi bir kurum ve kuruluşa asla vermez. O şirki, küfrü ve tağutların her türlüsünden beri olmak üzere Allah'a iman eden kimsedir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا
Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirk) dışında kalanları dilediği kimse için bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz büyük bir günahla iftirada bulunmuş olur. (4/Nisâ, 48)
Tevbe etmeden ölündüğü takdirde Allah’ın bağışlamayacağı tek günah şirktir. Şirk dışında kalan tüm günahlar, Allah’ın dilemesine kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse bağışlamaz.
اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Şüphesiz ki kim Allah’a şirk koşarsa, Allah cenneti ona haram kılar. Onun barınağı ateştir. Zalimler için yardımcı da yoktur.” (5/Mâide, 72)
Ey kardeşim bak Allah sana yol göstermek ve sana rahmetini vermek istiyor, sana kendi rızasını ve cennetini vermek istiyor. Bu sebeple Allah ile olan ahdini ve misakını yerine getir. Onun iradesini hiçe sayma, onun davetine icabet et, sen yeryüzünde Allah'a ve Resulün'e iman etmek, Allah yolunda malınla ve canınla cihat etmekle görevlendirildin. Sen cennet ve Allah'ın rızası karşılığında malını ve canını satmakla Allah'tan misak ve ahit aldın o halde bugün sözü yerine getirme vakti değil mi?
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Ey iman edenler! Sizi can yakıcı azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? (61/Saff, 10)
تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
Allah’a ve Resûl’üne iman edersiniz, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Şayet bilirseniz bu sizin için en hayırlı olandır. (61/Saff, 11)
Allaha kendilerini adayan sahabelerden bir kesit;
Uhud Gazvesi’nden birkaç ay sonra Adal ve Kare kabilelerinden bir heyet Medine’ye gelip kabilelerinde İslamiyet’in yayılmaya başladığını belirterek Rasûlullah’tan kendilerine Kur’ân okumayı ve İslamiyet’i öğretecek kimseler göndermesini istediler. Rasulullah Âsım b. Sâbit başkanlığında gönderdiği on kişilik heyet Mekke ile Usfân arasında Hüzeyl kabilesinin topraklarında bulunan Recî‘ suyu yanında konakladı. Bu sırada Rasulullah’dan irşad heyeti isteyen ve O’nun gönderdiği heyetle birlikte yol alan kabile temsilcilerinden biri Rasulullaha düşman olduklarını bildiği Benî Hüzeyl’in kolu Lihyanoğullarına giderek heyetin yerini onlara haber verdi. Hemen harekete geçen Lihyânoğulları’ndan 100 kişilik silahlı bir grup, Müslümanlara baskın düzenledi Âsım b. Sâbit ve Mersed b. Ebû Mersed dahil yedi sahabe şehit edildi. Kalan üç kişiden Abdullah b. Târık yolda öldürüldü; Hubeyb b. Adî ile Zeyd b. Desine ise Mekke’ye götürülerek Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Kureyşlilere satıldı. Mekkeli müşrikler bir müddet hapiste tuttukları bu iki sahabeyi haram aylar çıktıktan sonra şehir dışındaki Ten‘im mevkiine götürdüler. Burada kalabalık bir seyirci gurubunun önünde serbest bırakılmaları karşılığında İslam’dan vazgeçmelerini istediler. Her ikisi de bu zor şartlar altında dahi İslam’a ve Rasulullaha bağlılıklarını bir kez daha ifade ederek Allah ve Peygamber yolunda ölümden korkmadıklarını gösterdiler. Bunun üzerine müşrikler tarafından işkenceyle şehit edildiler. Hubeyb b. Adî öldürülmeden önce iki rek‘at namaz kılmak için izin istemiş ve ölüm korkusuyla namazı uzattı demesinler diye mümkün olduğu kadar kısa sürede bitirmiştir. Onun bu namazı, İslam tarihi boyunca haksız yere öldürüldüklerine inanan Müslümanların uyguladığı bir gelenek olmuştur.
Recî‘ hadisesi ve sonrasındaki gelişmeler Medine’de büyük bir üzüntüyle karşılandı. Bir savaş sebebi teşkil eden bu saldırı ve katliam dolayısıyla Hz. Peygamber “misillemede bulunmak” amacıyla 20’si atlı 200 kişilik bir kuvvetle Benî Lihyân kabilesi üzerine sefer düzenledi. Ancak İslam ordusunun gelişini haber alan Lihyânoğulları dağlara çekilmiş olduklarından Hz. Peygamber iki gün onların topraklarında kaldıktan sonra geri döndü.
Bu yiğitler Allah'a iman etmiş, ölümüne canlarını vermeyi göze almış ve her türlü zorluğu katlanmış olan kimselerdi, işte bu adanmaların sonucunda İslam tüm dünyaya yayıldı.
Müslüman Allah'a basiret, yakin/kesinlikle ve aynı zamanda şuurla iman eden, yarın ölecekmiş gibi Allah'ın emrini hayatında canlı tutan ve insanlığı ilahi nizama davet eden kimsedir. O iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bulunduğu yer, makam ve mücadelesinde tevhidi daveti ilahi bir emir bilinciyle şiar edinen kimsedir.
اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ
Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel şekilde mücadele et. (16/Nahl, 125)
وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve: “Ben Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? (41/Fussilet, 33)
Onlar tembellik, korku, kaygı ve endişe nedir bilmezler. Allah onlara imanı ve salih ameli sevdirmiş kalplerine itminan, gönüllerine, ferahlık ve kınayanın kınamasından korkmadan Allah'a davet eden kimselerdir. Onlara zindanlar, sürgünler, işkenceler ve hakaretler vız gelir. Onlar Allah'a yönelmiş, imanda sebat etmiş ve Allah'tan başkasına korkmayan kimselerdir. Onların rızık endişesi ve gelecek kaygıları yoktur. Onlar bu gibi korkular sebebiyle dinden, davadan, Allah'a kulluktan yüz çevirmez. Bu ancak imandan nasibini almamış kimselerin durumudur.
فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
(Öyleyse) insanlardan korkmayın. (Yalnızca) benden korkun! Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir. (5/Mâide, 44)
Müslüman bu yolda Allah'ın davasına yardım eden, infak, zekat, sadaka ve Allah yolunda borç vererek Allah'ın rızasın ve cennetini talep edendir. Allah'a iman eden kimse asla cimlik göstermez ve asla din konusunda geri kalmaz. O Müslümanların zor ve sıkıntılı olduğu anlarda yardım eden, yanlarında olan ve islam cemaatine sarılan kimsedir.
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Allah yolunda infak edin ve (İslami mücadeleden geri kalmak suretiyle) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Kulluğunuzu en güzel şekilde yerine getirin. Çünkü Allah muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever. (2/Bakara, 195)
Nitekim bu ayetin nüzul sebebi şöyledir;
Eslem Ebu İmran anlatıyor: “Bizler fetih için İstanbul’daydık. Komutan olarak Mısırlıların başına Ukbe b. Amir (ra), Şamlıların başında ise Fudale b. Ubeyd (ra) vardı. Şehirden Rumların oluşturduğu büyük bir ordu çıktı. Biz Müslimler de onların karşısına büyük bir orduyla çıktık. Derken Müslimlerden bir adam, Rumların safına daldı. İnsanlar bağırmaya başladılar ve dediler ki: ‘Subhanallah! Bu genç kendi eliyle kendisini tehlikeye atıyor.’ Ebu Eyyub El-Ensari (ra) dedi ki: ‘Siz ayeti böyle bir yoruma tevil ediyorsunuz. Ancak bu ayet biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah (cc) dinini izzetli kılıp, İslam’ın yardımcıları çoğalınca biz, Allah Resûlü’nün (sav) haberi olmadığı hâlde dedik ki: ‘Bizim mallarımız zayi oldu. Mallarımızın başına geçsek de onları ıslah etsek.’ Bunun üzerine Allah (cc) bu ayeti indirdi. Bizim bu düşüncemizin doğru olmadığını belirtti. Asıl tehlike, mallarımızın başında oturmak ve onları ıslah etmeye çalışmak istememizdir. Allah (cc) bize savaşmayı emretmiştir.’ (Eslem) dedi ki: ‘Ebu Eyyub çarpışmaya aralıksız devam etti ve orada defnedildi.’ ” (Ebu Davud, Tirmizi)
Allah resulü bizim için örnek olduğu gibi onun sahabesi'de bizim için örnektir. Onların anne ve babalarıyla, Mü'min kardeşleri olan ilişkileri bizim için örnektir. Onların kafirlere, münafıklara, müşriklere ve tağutlara karşı olan tutumları ve davranışları bizim için örnektir. Onların cihatta, savaşta, barışta ve tüm uygulamalar bizim için örnektir.
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” (Ali İmran:31)
Kendini adayan sahabelerden başka bir kesit;
Ebû Berâ Âmir bin Mâlik Medîne’ye geldi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) onu İslâm’a dâvet ettiler. Müslüman olmadı ama uzak da durmadı, sadece Efendimiz (s.a.v)’in Necid bölgesindeki bedevîleri dâvet için göndereceği heyeti koruma sözü verdi.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Münzir bin Amr (r.a) riyâsetinde 70 kurrâ’yı Medîne’den 160 km. uzaklıkta ve Necid bölgesinde bulunan Maûne kuyusuna vardıklarında Ebû Berâ’nın kardeşinin oğlu Âmir bin Tufeyl onlara ihânet etti. Kendisine elçi olarak gelen Harâm bin Milhân (r.a)’ı şehit ettirdi.
Rı’l ve Zekvân kabilesinin bedevîler Müslümanları kuşattılar. Kurrâ kendilerini müdâfaa ettiler ve hepsi de şehîd oldular. Kâfilenin gerisinde kalan Amr bin Ümeyye ed-Damrî (r.a) kurtularak bu ihâneti Efendimiz (s.a.v)’e haber verdi.
Enes (r.a) şöyle anlatır:
Birtakım kimseler Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelerek, “Bize Kur’ân’ı ve Sünnet’i öğretecek insanlar gönderseniz!» dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm’ın da bulunduğu, Ensâr’dan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur’ân okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyorlar, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.v) onlara bu kişileri göndermişlerdi. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar:
“–Allâh’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve Sen’in de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır.” dediler.
Bir adam Enes’in dayısı Harâm’a arkasından yaklaşıp mızrağını sapladı, hatta vücûdunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:
“–Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, kazandım.” dedi.
Bu esnâda Rasûlullâh (s.a.v) ashâbına şöyle buyurdular:
“–Şüphesiz ki din kardeşleriniz şehîd edildiler. Onlar hem de şöyle dediler: «Allâh’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve Sen’in de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır!».” (Müslim, İmâre, 147. Bkz. Buhârî, Cihâd, 9)
Vallahi Kazandım
Bu sırada Cebbâr bin Sülmâ adlı müşriğin attığı bir mızrak, Âmir bin Füheyre (r.a)’ın sırtından girip göğsünden çıktı. O zamanlar kırk yaşında bulunan İbn-i Füheyre şehâdet şerbetini içmek üzere olduğunu anlayınca büyük bir sevinçle:
“Kazandım vallâhi!” diye haykırdı.
Bu hâince tuzağı hazırlayanların başı olan İbn-i Tufeyl, katliamdan kurtulan bir müslümanı yanına alıp bu azîz şehîdimizin başına geldi ve:
“–Kim bu?” diye sordu.
“–Âmir bin Füheyre!” cevâbını alınca:
“–Ben onun öldürüldükten sonra naaşının göğe yükseldiğini gördüm. Yerle gök arasında duruşu hâlâ gözümün önündedir. Sonra yere indi.” dedi.
Meşhur şâirlerden olan İbn-i Tufeyl bu olayı bizzat görmesine rağmen yine de Müslüman olmadı. Fakat Âmir bin Füheyre (r.a)’ı şehit eden Cebbâr, sonunda hidâyete mazhar oldu. Zîrâ şehîit ettiği zâtın “Kazandım vallâhi!” diye haykırışı günlerce kulaklarında çınladı. Bu sözler kendisi için bir muammâ oldu. “Ben onu öldürüyorum, o kazandım diyor, bu nasıl iştir?” diye haftalarca düşündü. Bir gün kahramanlığı ile meşhur ve Hazret-i Peygamber’in yüz kişiye bedel saydığı hemşehrisi Dahhâk bin Süfyân’a, “Kazandım vallâhi!” sözünün ne mânâya geldiğini sordu. O da bu sözün “Cennete kavuştum.” demek olduğunu söyleyince Cebbâr, daldığı derin gaflet uykusundan uyandı ve îmân ile şereflendi.
Allah Rasûlü (s.a.v) bir ay boyunca sabah namazında bu kabilelere bedduâ ettiler. Namazlarda Kunut Duâsı’nın başlangıcı bu hâdise oldu.
Ey kardeşim şu dünya hayatı gelip geçicidir, bugün varsın ama yarın yoksun, pişmanlık günü gelmeden önce uyan ve gafletten kurtul, Rabb’ına yönel onun emirlerini ve farzlarını yerine getir, onun yasak ve haramlarından kaçın, Allah'la yolunu bul, Allah'a karşı asla bir pazarlık, bir tembellik, bir cehalet, bir gaflet ve acizlik içinde olma çünkü bu öyle bir özelliktir ki seni pişmanlık gününde rezil rüsva eder. Öyle ki o rezillik ancak cehennemle sonuçlanır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
Ey iman edenler! Nefislerinizi/Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taş olan ateşten koruyun.(66/Tahrîm, 6)
Ey kardeşim şehitliği unutma! Çünkü şehadet en büyük makam ve mertebedir. Cihad etmek ve şehadet şerbetini içme noktasında bir niyet ve bir amel içinde olmalısın. Çünkü cihad Allahın rizası, büyük bir iman ve büyük bir davadır. Çünkü senin cihadınla insanlar karanlıktan aydınlığa, küfürden imana, şirkten tevhide ve adaletsizlikten adalete girecektir. Senin cihadında huzur, güven ve hayır olacak, senin cihadında fitnenin kökü kazılacak, senin cihadında yeryüzünde tağutların ve ideolojik egemenliklerinin son bulduğu ilahi egemenlik olacak. O halde cihatta mücadele ve bu Rabbani davada bir hareket adamı, aksiyonel bir mücahid ve Allah'a davet eden bir davetçi olma vaktin gelmedi mi?
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
Şüphesiz ki Allah, cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. (9/Tevbe, 111)
Ölümle tehdit edileceksin, hakaretler, iftiralar, senin adına yalanlar uydurulacak, sen gün gelip dışlanacaksın, insanlar seni küçük görecek, insanlar seni alay alacak, davetini yalanlayacak, seni önemsemeyecekler ve davet ettiğin ilahi öğretilerden bu insanlar yüz çevirecek ama sen asla yılgınlık, ümitsizlik ve karamsarlığa düşmeyeceksin. Çünkü senin ecrini veren Allah’tır.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ