01 Eylül 2023, 15:10 tarihinde eklendi

Allaha Adanmışların Özellikleri

Allaha Adanmışların Özellikleri

Allaha Adanmışların Özellikleri

İnsanı insan yapan ona yeryüzünde kulluğu tattıran imandır. İman Rabbini tanımak, ona itaat etmek ve onun boyundurluğunda bir hayatı yaşamayı gerektirir. İmanın olmadığı yerde şirk, küfür, ifsad, başı bozukluk ve kullara kulluk vardır. İşte bu sebeple Allah insanı kendisine kul, itaat ve ibadet etmesi için yaratmıştır.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Ben cinler ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zâriyat, 56)

Allah kulunu yaratmış, ona yeryüzünde maddi ve manevi ihtiyaç duyduğu tüm olanakları var etmiş ve o yeryüzünde sapmasın, pusulasız ve hidayetsiz kalmasın diye Allah kuluna kitabını indirmiş resullerini göndermiştir. Bu sebeple Allah'ı bilen, tanıyan ve bu bilinçle hayatını yaşayan kul kendisini Allah'a adaması gerektiği şuurunda olan kimsedir. Bilinçli kul bu hayatının gelip geçici olduğunu bugün var yarın öleceğini bilen ve yarın için hazırlık yapıp Rabb'ının rızasını arayan kimsedir.

اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ

Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş olarak Rabbine dön. (Fecr, 28)

Rabbimiz Allah kerim kitabında ve Resulullah'ın şahsında iman eden kullara sorumluluk, mesuliyet, bilinç ve görevler vermektedir. Allah'ın farzları, vacipleri, haramları ve mekruhları tamamı ile kulun hayatını sınırlandıran ilahi öğretilerdir. Kul bu ilahi sorumluluk bilinci ile hareket eden kimsedir. Ne zaman bir kul bu bilinci kavradığında ve bu şuura vardığında Allah'ın kendisini kendi yolunda sadakatle, samimiyetle, ihlasla, fedakarlıkla ve yalnız Allah'ın rızası uğrunda adanması gerektiğini anlayacaktır.

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

.Bil ki şüphesiz, Allah’tan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur (Muhammed, 19)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

Yakin (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet/kulluk et! (Hicr, 99)

Allah'a adanmak Allah'ın rızası uğrunda hayatını, zamanını, malını ve canını bir bilinçle hareket etmek suretiyle davanın sancaktarlığını yaparak Allaha ibadet etmektir.

İbni Mes’ud radıyallahu anh Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet eder:

“Kul kıyamet gününde beş şeyin hesabını vermeden ayağı yerinden oynamaz; ömrünü nerede harcadığı, gençliğini nerede eskittiği, malını nereden kazandığı, malını nerede harcadığı, bildikleriyle ne kadar amel ettiği.” (Tirmizi)

Allah'a Adananların en önemli özelliği;

1- İhlaslı Olmaları: Samimi ve ihlaslı bir şekilde yalnız Allah'ın rızasını önemsemek, Allah için yaşamak, Allah için çalışmak, Allah için mücadele etmek ve Allah için amel yapmayı gerektirir. Allah'a adanmış kimseler olarak isimlendirilenler makam, mal, şöhret, desinler ve tanınma gibi sebeplerle eğer bu davaya giriyorlarsa bilsinler ki bu mesele hak ile batılın birbirine karıştığ şirk çemberine döner. Nitekim;

Ebu Hureyre -radıyallahu anh- Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle buyururken dinledim dedi: «Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak: Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur. Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir. Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar. İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur'an okudum, cevabını verir. Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kur'an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur. Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der. Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.» (Sahih Müslim)

2- Teslimiyet: Allah'a adananların Allah'ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma konusunda tembellik, cehalet, mazeret, zaaf ve pazarlık konusu olmadan en içten samimiyetle Allah'ın buyruklarına kalbiyle, diliyle ve amelleriyle teslim olması hiç şüphesiz adanmışlığın ve Müslümanlığın en büyük şiarıdır.

قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En'âm, 162)

لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ

“O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kulların ilkiyim.” (En'âm, 163)

Allah'a iman iddiasında bulunan ama emirleri konusunda teslim olmayan ve yasakları konusunda Allah'a teslimiyeti gösteremeyenler şüphe, tereddüt, tembellik ve yüz çevirme gibi sebeplerden dolayı asla Allah'ın kulları olma şerefine nail olmazlar. Nitekim Allaha kendisini adayan Musab bin Umeyr bizim için örnel olmaz mı?

Musab bin Umeyr radıyallahu anhu Mekke'nin en zengin ailesinin çocuğuydu, malı, mülkü olan ve en güzel elbiseleri giyen kimsedi. O kadar yakışıklı biriydi ki Mekke'nin kızları onunla evlenmek için hayal ediyordu. Musab bin Umeyr Rasulullaha iman ettikten sonra hayatı, çevresi, giyim kuşamı ve yaşam tarzı değişiyordu. Ailesi ve çevresi ondan uzaklaşıyor hatta düşman oluyordu ama o öyle bir teslimiyet gösterdi ki bu iman edasıyla bu dava uğrunda zenginliği bırakarak fakirliğe, bolluğu bırakarak sıkıntıya ve rahatlığı bırakarak zorluğu seçerek Rasulullah'ın safında yerine aldı. O artık eskisi gibi yiyemiyor, içemiyor ve yeni elbiseler giyemiyor. Hatta aç kaldığı günlerde sahabe ile bir hurmayı yarım hurma olarak paylaşarak yiyordu. Allah Rasulü aleyhisselam ona bir görev verecek Medine'ye gidecek orada davet yapacak.

Akıllı, zeki, güzel yüzlü, nazik ve yumuşak huylu, konuşması çok fasih ve kibardı. Mekkeli'ler ona gıpta ile bakardı onun gibi olmak isterlerdi. Musab bin Umeyr iman ettiğini Ailesi duyunca onu dinden döndürmek için ilk önce evlerindeki mahzene hapsettiler, günlerce aç ve susuz bıraktılar, Mekke'nin yakıcı güneşi altında uzun müddet bırakarak ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar ama Musab bin Umeyr bu işkencelere karşı sabır ve tahammül gösteriyordu. Musab bin Umeyr Habeşistan hicreti dönüşünden sonra Rasulullah efendimizin yanına geldi Ali radıyallahu anhu olayı şu şekilde anlatıyor; Ben Resulullah ile oturuyordum bu sıradan Musab bin Umeyr geldi üzerinde yamalı bir elbiseden başka bir şey yoktu. Resulullah aleyhisselam onun bu halini görünce mübarek gözleri yaşla doldu. Çünkü o Müslüman olmadan önce servet içindeydi dini uğruna bunları terk etti. Nitekim başka bir rivayette Rasulullah aleyhisselam onun için kalbini Allahu Teala'nın nurlandırdığı şu kimseye bakın onu anne ve babasının yanında onların buna en yiyecek ve içerikleri verdiklerini gördüm Allah ve resulünün sevgisi onu gördüğümüz bu hale getirmiştir buyurmuştur. Musa bin Umeyr büyük bir teslimiyet ile Rasulullah'ın emrini yerine getirecek ve Medine'de gecesiyle gündüzüyle davet yapacak ve Medine'de Evs ve Hasrec kabileleri ve birçok kimse onun vesile iman ediyordu. Efendimiz aleyhisselam Medine'ye teşrif olunduklarında Musab bin Umeyr davetini başarıyla yerine getirmişti. Kendisi Bedir'de müşriklere karşı savaşacak ve Allah yolunda şehit olacaktı, onun naaşı Rasulullah'a getirildiğinde onun doğru düzgün giyecek bir elbisesi bile yoktu. Efendimiz onun naaşını örtmek istediğinde ayağı açıkta kalıyor ayağını örtmek istediğinde yüzü açıkta kalıyordu sonra Efendimiz onun Mekke'de zengin refah, bolluk ve en güzel kıyafetler giyen bir kimse olduğunu sahabeye hatırlatıyorud ama o Allah ve Resul'ün yanında olmayı tercih ederek tüm sıkıntıları, zorlukları ve çileyi rağmen öncülerden oldu.

Biz de Allah'a giden bu yolda ve cennete ulaşabilmek adına Rabbimiz rızası uğrunda sıkıntıları ve zorlukları göze almak ve bu dava uğrunda kendimizi adamalıyız.

3- Şuurlu Olmak: Bu Allah'a adanmışların her zaman, her mekan ve her nerede olurlarsa olsunlar onlar şuurlu bir bilinç ile bulundukları her alanda ilahi öğretiler ve sorumluluklarıyla hareket etmesidir. Şuurlu olan, imanını görüntüleyen ve insanlar onu gördüğünde o davet etmese de şuurlu hali insanlar için davet olur. O bu davette asla kayıtsız olmaz bilakis! Şuurlu bir bilinçle çevresini uyandıran kimsedir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın/birbirinize sabrı tavsiye edin ve nöbet tutun. Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmran:200)

Allah'a iman eden ama şuursuz hareket eden her zaman ve mekanda bu dinin savunuculuğunu, bu dinin davetini ve dinin insanlara ulaşma noktasında rol oynamayan kimseler ancak ahirette büyük bir kayıp ve dünyada tembel, cahil, acizlik ve zaaf sahibi kimseler olarak anılırlar.

Bir gün sahabe toplanıp: “Kureyşîler Kur’an’ın yüksek sesle okunduğunu hiç dinlemediler. Kur’an’ı onlara yüksek sesle okuyup dinletecek kim var?” dediler. Abdullah bin Mesut radıyallahu anh; “Ben varım!” buyurdu. Arkadaşları: “Biz senin hakkında Kureyşîlerden korkarız. Biz öyle bir adam istiyoruz ki kendisinin, kavmi ve kabilesi bulunsun da Kureyşîler bir şey yapmak istedikleri zaman, onu korusunlar.” dediler.

Abdullah radıyallahu anh: “Siz beni bırakınız gideyim, yüce Allah beni korur” dedi. Ertesi gün, kuşluk vakti, Kâbe’nin makamına kadar ilerledi. Kureyşîlerin toplantı yerlerinde bulundukları sırada makamda ayak üzerinde yüksek sesle, Besmele çekerek “er Rahman” Sûresi’ni okumaya başladı. Kureyş müşrikleri hemen kalkıp üzerine yürüdüler. Yüzüne, gözüne vurmaya başladılar. O ise okumaya devam etti. Fakat, dövülmekten yüzü, gözü ezik ve bere içinde arkadaşlarının yanına döndü.

Arkadaşları: “Zaten biz, senin bu akibete uğrayacağından korkmuştuk” dediler. Abdullah radıyallahu anh: “Benim nazarımda, şu anda onlardan daha hafif, zayıf durumda Allah düşmanları yoktur. İsterseniz ben yarın da gider ve onlara bir o kadar daha Kur’an dinletebilirim.” buyurdu.

4- Mücahede/Mücadele: Allah'a adanmış dava adamları her zaman diliminde hiçbir engel tanımayarak Allah yolundan mücadele eden, Allah yolunda emirleri yerine getiren, yasaklarından kaçınan, malıyla ve canıyla Allah yolunda cihad eden kimsedir.

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ

Şüphesiz ki Allah, cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Tevbe, 111)

Cihad ve mücadele konusunda tembellik, pasif ve zaaflık gösterenlere gelince onlar böyle bir nimetten yoksun olmaları onların başlarına dünyevi ve uhrevi fitne, bela ve musibete sebep olmaktadır. Hiç şüphesiz ki Allah'a adanmış Müslümanlar cihad ve mücadele uğrunda görevlerini yerine getirmekle mükellef olan kimselerdir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

Ey iman edenler! Sizi can yakıcı azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? (Saff, 10)

تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ

Allah’a ve Resûl’üne iman edersiniz, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Şayet bilirseniz bu sizin için en hayırlı olandır. (Saff, 11)

Amr b. Abdived Arapların kahramanlarından hatta bin adama bedel kimse olarak anılan bu kimse atını ileriye sürerek Müslümanlardan kendisiyle savaşacak bir savaşçı talep etti. Amr birçok savaşlarda bulunmuş, yiğitlik ve gözü pekliği sayesinde birçok birlikleri dağıtmış gayet usta bir silahşor, çevik bir süvari olduğundan, onunla dövüşmeye kimse cesaret edemezdi. Nitekim Müslümanlardan da kimse onun isteğine cevap veremedi.

Bu durumu gören  Ali radıyallahu anhu, Amr'a karşı çıkmak için izin istedi. Fakat Rasûlullah izin vermedi. Amr tekrar ileriye atılarak Müslümanlara hitaben; "İçinizden kahramanlık meydanına çıkacak kimse yok mu? Hani ölenlerinizin gideceğini söylediğiniz Cennet?" diye bağırdı. Müslümanlardan yine ses çıkmayınca  Ali ikinci defa izin istedi. Rasulullah kendi zırhını çıkarıp Ali'ye giydirdi, beline Zülfikâr'ı taktı ve ellerini açarak,

"Ya Rabb! Amcam Ubeyd Bedir’de; Hamza Uhud’da şehid oldular. Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur. Onu koru, beni kimsesiz bırakma. Sen Varislerin en hayırlısısın."

diye dua ederek uğurladı.

Amr'ın karşısına çıkan Ali kendisini tanıttı. Amr, Ali'nin gençliğini ve babasıyla olan dostluğunu ileri sürerek onunla savaşmak istemedi.  Ali ise kendisiyle savaşmayı ve onu öldürmeyi arzuladığını bildirdi. Kendisinin savaşa çıkanların iki tekliflerinden birini kabul ettiğini duyduğunu; eğer öyleyse, iki teklifi olduğunu söyledi. "Ya Müslüman olmasını ya da atından inip kendisiyle dövüşmesini" teklif etti. İlk teklifi reddeden Amr dövüşmeyi seçti.

İlk saldırı Amr'dan geldi. Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak başından yaralanmasına neden oldu. Sıra kendisine geldiğinde Ali indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.

5- Muhalefet: Allah'a adanmışlar şirkin karşısında, küfürün önünde ve tağutların hegemonyasında onlara karşı mücadele eden, onlara muhalefet eden, onların küfrünü, şirkini, zulümünü ortaya koyan, hakkı ikame eden ve bu hak uğruna mücadele eden kimsedir.

"Ey Kureyşliler! Muhammed'in yanına gidip konuşsam ve kendisine bazı tekliflerde bulunsam, nasıl olur? Umulur ki, o bu tekliflerden bazılarını kabul eder, biz de arzusunu yerine getiririz. Böylece kendisi de belki bize karşı yaptıklarından vazgeçer." diye teklif etti.

Ebu Cehilin öncü olduğu Kureyş uluları bunu kabul ettiler ve Utbe ibni Rabia Rasulullaha gider.

"Ey kardeşimin oğlu! Biliyorsun ki, sen aramızda şeref ve soy sop üstünlüğü bakımından bizden daha hayırlısın ve ilerisin. Ancak sen kavminin başına büyük bir iş açtın. Bu işle onların birliğini dağıttın, akılsız olduklarını söyledin. Tanrılarını ve dinlerini kötüledin. Onların gelmiş geçmiş baba ve atalarını kâfir saydın. Şayet beni dinleyecek olursan, sana bazı tekliflerim olacak. Bunlar üzerinde düşünüp taşınmanı istiyorum. Belki bazılarını kabul edersin!”

"Söyle ey Velid'in babası! Seni dinliyorum." deyince, Utbe tekliflerini sıralamaya başladı:

"Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın."

"Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım."

"Yok eğer bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evhâm, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirtelim, seni tedâvi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım."

Utbe tekliflerini yapmış ve susmuştu. Konuşma sırası Resûl-i Ekrem Efendimize gelmişti. Utbe’ye, "Ey Velid'in babası, söyleyeceklerin bitti mi?" diye sordu.

Utbe'den, "Evet" cevabı gelince, Resûl-i Ekrem, "O halde, şimdi sen beni dinle." dedi ve besmele çekerek Fussilet Sûresinin okudu.

"Hâ mim. Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah'ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azâbından sakındırıcı olmak üzere, âyetleri açıklanıp ayırd edilmiş Arapça bir Kur'ân olarak Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler; artık hakka kulak vermezler…"

Sûreyi secde âyetine kadar okuyup secde eden Resulullah aleyhisselam Utbe'ye döndü ve, "Ey Velid'in babası, okuduklarımı dinledin! Artık gerisini sen düşün!" dedi.

Utbe ibni Rabia K’ur’andaki icazet, belağat ve mükemmeliği karşısında şok geçirmişti."Vallahi, Ebu'l-Velid, çehresi değişmiş olarak dönüyor!” Yanlarına gelince,

"Ne getirdin, anlat bakalım?" diye sordular.

Utbe,"Vallahi, ben, ömrümde benzerini hiç işitmediğim bir kelâm işittim. Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir ne de kehânettir!" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Ey Kureyş topluluğu! Beni dinleyin de, hatırım için bu işin peşini bırakın, bu adamdan vazgeçin! Ondan uzak durun, ona dokunmayın! Yemin ederim ki, benim ondan dinlediğim söz, büyük bir haberdir. Siz onu, sizin dışınıza kalan Arap tâifelerine bırakırsanız daha iyi etmiş olursunuz. Onlar, ona engel olurlar. Eğer o, Araplara üstün gelirse, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şerefiniz demektir. Onun sayesinde insanların en mes'ud ve bahtiyarı olursunuz."

Utbe'nin konuşması, Kureyşlilerin hiç de hoşuna gitmedi. Bu esnada Ebu Cehil tepki göstererek;

"Ey Velid'in babası! Gene o, seni dili ile büyülemiş." dediler.

Sözlerinin dinlenmediğini gören Utbe ise, "O halde, istediğinizi yapın!" diyerek yanlarından uzaklaştı. (İbni Hişâm, Sîre, Taberî, Tarih: 2/225.)

6- Fedakarlık ve Sadakat: Hiç şüphesiz dava adamı Allah yolunda malından, canından, zamanından ve hayatından fedakarlık gösteren ve inandığı davaya sadakat gösteren kimsedir. Bu din uğrunda mücadele eden ve bu dinin hayata egemen olması noktasında tüm fedakarlıkları gösteren ve sadakatla davaya bağlı olanlar imanın tatını almış kimselerdir.

Fedakarlık ve sadakat sahibi olmayanlar hiçbir zaman bir davada istikrar sahibi olamazlar. Hatta kendileri fitneye ve birçok kötü problemlere sebep olmaktadır. Dolayısıyla Allah'a adanmak fedakar ve sadakatli olmayı gerektirir. Nitekim Ummu Habibe annemizin sadakatinde bizim için ibret vardır;

Müşrikler, Hudeybiye Anlaşması’nı, iki sene sonra, müslümanlara karşı ansızın işledikleri bir katliam ile bozmuşlardı. Sonra büyük bir korkuya kapılan Kureyş liderleri olan Ebu Süfyan’ı Medineye gönderdiler.

Medîne’de hiç kimse Ebû Süfyân’a yüz vermedi. Rasulullah aleyhisselamın zevcesi Ümmü Habibe annemiz, Ebû Süfyan’ın kızı olduğu halde, evine kadar gelen babasının oturmak istediği minderi altından çekip aldı. Ebu Süfyan hayretle:

“Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere layık görmedin?” diye sordu.

Ümmü Habibe validemiz:

“Bu minder, Rasulullah’a âittir. Sen necis bir müşrik olduğun için, ona oturmaya asla layık değilsin!” cevabını verdi.

Ebu Süfyan işittiği bu cümleler karşısında adeta dondu kaldı:

“Kızım, sen bizden ayrılalı bir acayip olmuşsun!” dedi.

Ümmü Habibe vâlidemiz:

“Hayır, Allah beni İslâm ile şereflendirdi.” diyerek iman muhabbetinin her şeyin üzerinde olan ulvi değerini ifâde etti. (İbn-i Hişâm)

7- İstikrar, Sebat ve Karalılık: Hiç şüphesiz bu Allah'a adanmışların kendilerinde bulunması gereken en önemli haldir. Onlar birçok bela, musibet, sıkıntı ve engellere rağmen istikrar, kararlı ve sebat halinde mücadele edenlerdir.

Gevşeklik gösterenler, pasiflik ve tembellik gösterenler asla Allah'a adanmış kimseler olamazlar. Çünkü Allah'a adanmak küfre karşı, zulme karşı, tağutlara karşı ve her türlü musibetlere karşı istikrarlı, kararlı ve sebat sahibi olmayı gerektirir. Kararlılık davaya bağlanmak davayı özümsemek ve bu uğurda tökezlemeden ve yalpalanmadan kararlı bir şekilde istikamet üzere gitmektir. Nitekim kadın sahabe olan Ummu Umara’dan bizim için örnekler vardır;

Allah resulü aleyhisselatu vesselam'ın yanında savaşan kadınlardan Ummu Umara radıyallahu anhe cesareti, fedakarlığı ve Allah ve Rasulüne olan bağlılığı hem o gün hem de bugün için herkese örnektir.

Efendimiz aleyhisselatu vessellem savaşa kadınları da götürürdü tedavi etmek, su getirmek, yiyecek, ilaç temini ve buna benzer birçok işlerde kadınlar da aktif bir şekilde çalışırdı. Bunlardan bir tanesi Ummu Umara annemizdir.

Uhud Savaşı'nda Ummu Umara kocası ve iki oğlu ile beraber Uhud Savaşı'nda bulunuyordu. Müslümanlar müşriklere galebe çalarken Ayneyn tepesinde okçular yerlerini terk edince Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar ve bunun sonucunda İslam ordusunun bir kısmı dağılmıştı. İşte bu esnada Ummu Umara radiyallahu anhe Resulullah'ın yalnız olduğunu görünce eline bir kılıç alarak Rasulullah'a siper oldu.

Ummu Umara'nın müşriklere karşı olan çarpışmasını Rasulullah görünce başka birine; Kalkanını çarpışa bırak yani kalkanı Ummu Umara'ya vermesini istiyordu. Bu esnada Ummu Umare annemiz atlı bir müşriğin saldırısını uğrayacakken Resulullah efendimiz onun oğluna Annene yardım et Annene yardım et diye seslendi. Ve o gün Uhud Savaşı'nda Ummu Umara annemiz 12 yerinde yaralanmıştı ama bunu hiç önemsemiyordu. Allah resulü aleyhisselam onun ve ailesinin cennette kendisine komşu olması için dua ediyordu. Uhud Savaşı'nda oğlu Abdullah'ın yaralı kolunu sardıktan sonra tekrar haydi müşriklerle savaş diyebilecek kadar fedakar, cesur ve sadakat sahibi bir anne idi. Ummu Umara annemiz sadece Uhud savaşında değil Beni Kureyza gazvesi, Hayber ve Mekke'nin fethi, Huneyn savaşı ve Yemame savaşında katılmış ve orada hep savaşmıştır.

Uhud'da tüm ailesini kaybeden kadın sahabe Sumeyra binti Kays radıyallahu anhu’nun Allaha ve Rasulüne olan bağlılığı; Uhud Savaşı’nda Müslümanların mağlubiyeti ve “Re­sû­lul­lah’ın şehit edildiği” ha­beri Medine’ye ulaştığında, cepheye giden kadınlardan biri de Sümeyrâ bint-i Kays idi. Uhud Savaşı’na Sümeyra annemiz babası, kocası, kardeşi ve oğlu da katılmıştı. O savaşın akibetini neler olduğunu öğrenmek için ve özellikle Re­sû­lul­lah’ı merak ediyordu. Uhud’a vardığında baba­sının, kar­deşinin, kocasının ve oğlunun paramparça olmuş cesetleriyle karşı­laştı. Hepsi de şe­hit olmuştu. Sahabiler, Sümeyrâ’ya baş sağlığı diliyorlar, sabır tavsiyesinde bulunuyorlardı. Sümeyrâ (r.anha) ise ısrarla Re­sû­lul­lah’ı soru­yordu. “Re­sû­lul­lah ne yapıyor, na­sıldır?” diyordu. “Allah’a hamd olsun o iyidir!” dediler. Ama onu inandıramadılar. Rasulullahı gözleriyle görmek istiyor­du. Onun bulunduğu yeri bildirdiler. Sü­mey­râ (r.anha) koşa koşa oraya gitti. Re­sû­lul­lah’ın sağ olduğunu görünce büyük bir sabır ve teslimiyet içerisinde şöyle de­di:

“Anam babam size feda olsun, yâ Re­sû­lal­lah! Siz sağ olduktan sonra her türlü musi­bet hiç gelir bana.”

8- İnfak: Allah uğrunda kendilerine adayanlar Allah yolunda zamanlarını, mallarını, canlarını ve hayatlarını Allah uğrunda adayan kimselerdir. Onlar asla cimrilik, tembellik ve pasiflik göstermezler. Bilakis onlar Allah'ın emirlerini yerine getirme noktasında maddi-manevi ne gerekiyorsa gücü yettiğince onu yerine getiren kimsedir.

Allah'a iman eden ama zamanını Allah'a infak etmeyen, malını Allah'a infak etmeyen, Allah'ın dinini öğrenme noktasında zaman ayırmayanlar ve bu yolda mücadele etmeyenlere gelince bunların dünya hayatı kendilerini aldatmış ve infaklarını batıl yolda harcamış kimselerdir. Nitekim bu konuda Ebu Eyyup el-Ensari bizim için ibretliktir;

Ebu Davud et-Tayalisî'nin kendi senediyle Eşlem ibn İmrân et-Tücîbî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Kostantınıyye kuşatmasında idik. Şam birliklerine Fudâle ibn Ubeyd el-Ansârî, Mısır birliklerine de Amir ibn Ukbe el-Cuhenî komuta ediyordu. Rumlar büyük bir saf halinde surlardan çıkarak ilerlemeye başladılar. Müslümanlardan kalabalık (büyük) bir saf teşkil edilip bizim tarafa doğru çıkıp düşmana ilerledi. Müslüman saflarından bir adam yalnız başına rumlara saldırıp içlerinde savaşmaya başladı, sonra da bize doğru gelmeye başladı. İnsanlar ona "Sübhanallah, kendini elleriyle tehlikeye attı." diye bağırmaya başladılar. Ebu Eyyub el-Ansârî kalktı ve: "Ey insanlar, bu âyeti te'vil edilmeyecek şekilde ve anlamda te'vil ediyorsunuz. Bu âyet biz, ansar hakkında nazil oldu.Allah dinini aziz ve güçlü kılıp da yardımcıları çoğalınca ve biz kendi aramızda Allah'ın Rasûlü (sa)'den gizli olarak: "Mallarımız zayi oldu, biraz da mallarımızla meşgul olsak da bozulan, zayi olanlarını ıslah etsek, düzeltsek." dedik de Allah Tealâ bu âyeti "kendilerinizi ellerinizle tehlikeye atmayın." âyetini indirdi. Böylece "mallarımız zayi oldu, ondan zayi olanla meşgul olalım da düzeltelim" diye içimizden geçirdiğimiz düşüncemize Allah Tealâ cevap verdi. Ayetteki tehlike işte o bizim yapmayı düşündüğümüzdür ki bununla biz, cihadla emrolunduk." Yani bizim mallarımızla meşgul olarak cihadı terketmemizin kendimizi ellerimizle tehlikeye atmak olduğu bildirildi. Ebu Eyyub, Allah ruhunu kabzedinceye kadar Kostantınıyye kuşatmasında cihada devam etti.

Darlık ve zorluklarla da, bolluk ve rahatlıkda Allaha Adanmak iman ehlinin en önemli özelliğidir. Nitekim sahabe hayatların bunla geçmiştir.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ

Sizden önceki toplumların başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına çeşitli yoksulluklar ve musibetler geldi. Öylesine sarsıldılar ki; (sonunda) Resûl ve onunla beraber olan müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” dediler. Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah’ın yardımı yakındır. (Bakara, 214)

Gürsel Gürbüz

 

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *