Bir Kimsenin Küfrü Üç Yönden Gerçekleşir.
Bir Kimsenin Küfrü Üç Yönde Gerçekleşir.
Hiç şüphesiz islam milletini küfür milletinden ayıran ve onlar arasında kalın çizgiler çizen yegane ölçü vahiydir. Bu sebeple tekfir şer’i bir hüküm olması sebebiyle ve özellikle daru’l küfürde tağutların egemenliğinde sapma ve saptırmaların olmasıyla bu daha bir önem kazanmıştır. Kızını müslüman ile evlendirebilmesi, miras hukukunun işletilebilmesi, bir kimseyle dost olmak, rahmet okumak ve müslümanlar gibi gömülebilmesi tekfir fıkhını öğrenmeyi bize vacip kılmaktadıır.
Bir şahsa hüküm verebilmek üç yönde gerçekleşir.
1- Nass ile.
2- Delalet yolu ile.
3- Tabiiyet yoluyla.
Nass ile hüküm vermek: Bu hiç bir şekilde ikrah altında olmayan kimsenin kendi tercih ve seçimiyle söylediklerde sözler sadır olan kesin küfre göre hüküm vermektir.
Delaletle hüküm vermek: Bu hiç bir şekilde ikrah altında olmayan kimsenin kendi tercih ve seçimiyle amellerinde sadır olan delaleti kat-i/kesin küfre göre hüküm vermektir.
Eğer nas ile delalet çakışırsa yani kişinin söylediği sözler yaptığı amel çakışırsa bu durumdan nassa göre değil delalete göre hüküm verilir. Gerek nasla gerekse delaletle verilen hüküm dünyaya hükmü açısında zahire göre kesin hükümdür.
Tabiiyetle hüküm vermek: Kişi nas ya da delaletle hüküm verme imkanı olmadığında ya da bu insana rahatlıkla ulaşma durumu olmadığında kişinin tâbi olduğu bazı şeylere göre hüküm vermektir. Buluğ çağına gelmeyen çocuğun anne babasına, kölenin sahibine, buluğ çağına gelmiş kişinin bulunduğu diyara ya da çoğunluğun tabiiyetine göre hüküm verilir. Nitekim islam'a göre tanınan ya da tanınmayan kimselere karşı muamelat açısından mutlaka bir hüküm vermek gerekir. Tabiiyetle hüküm vermek nas ve delaleti kesin değil galip zanla verilen bir hükümdür.
Dolayısıyla bir şahsa nas, delalet veya tabiiyet olmak üzere üç yolla hüküm verilir. Tabiyet hükmü meşru olmakla beraber zanni bir hükümdür. Tanınmayan kişi hakkında hükmüne dair bir nas ya da delalet bulunmamaktadır. Eğer hükmüne dair bir nas ya da kat-i bir delalet bulunursa Müslüman olan kimse nas ya da delalete göre hüküm verme konusunda tereddüt etmez şeri bir mazeret olmadan hüküm konusunda tereddüt ederse küfre girer. Çünkü şeriatın hükmü ile hüküm vermemiştir. O halde daru’l harp'ta tanımadığımız bir kişiye nas veya delaletle hüküm veremeyiz bu durumda üçüncü yol olan tabiiyetle ya da çoğunluğa göre hüküm verilir aksi sabit olmadıkça kafir olduğuna hükmederiz. Bu hüküm Alimlerin çoğunun tercih ettiği hükümdür. Fakat bu hüküm o kişilerin Allah katında kafir olduğu anlamına gelmez. Öyle ki bu kişi islam'ını gizleyen bir kimse de olabilir. Ancak bir Müslüman daru'l harp'te tanımadığı kişinin küfrünü görmediği için tekfir etmez, bununla beraber Müslüman hükmü vermeyip Müslüman muamelesi yapmazsa tekfir edilmez. Çünkü Daru'l harpt'e tabiiyetine ya da çoğunluğa göre verilen hüküm zanni galip ile yani kuvvetli ihtimale göre verilen bir hükümdür. Zanni galibe kuvvetli ihtimale göre hüküm vermeyen kişi tekfir edilmez fakat hata yapmıştır.
Ancak nas veya delaletle tanımadığı kişinin hükmüne ulaşma imkanı olduğu halde bu konuda çaba sarf etmeyip o kişinin hükmünde duraksarsa Allah'ın hükümlerini hafif almış ve küfre girer aynı şekilde tanımadığı kişi hakkında küfrünü görmediği için tekfir etmem ama asıl olan Müslmanlık olduğu için küfrünü görünceye kadar müslüman hükmünü veririm derse tekfir edilir. Çünkü asıl olan müslümanlıktır sözü hiçbir sahih bir delile dayanmamaktadır. Şu önemli bir kaidedir islam ve küfür sahip olunan sıfatlardır. Bir insan ne müslüman olarak ne de kafir olarak doğar, buluğ çağına gelmeden önce baba ve annesinin hükmüne tabidir. Buluğ çağına geldiğinde ise ya islamı seçer ya da küfrü seçer ve ona göre hüküm verilir. Buluğ çağına gelmiş bir kişinin Müslüman sayılabilmesi için islam'ı kalbiyle, dili ile ve ameliyle kabul etmesi gerekir. Kalbi ile kabulü islam'a nasıl gireceğini bilinmesine bağlıdır, islam'a nasıl gireceğini bilmeyen bir kişinin islam'ı kalbi ile kabul ettiği söylenemez. Çünkü kişinin bilmediği bir şey iman etmesi mümkün değildir.
İmam Serahsi şöyleder; İslam beldelerinde bir beldede bulunmuşsa zahiren müslümandır. Dolayısı yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Eğer şirk beldelerinde bir belde bulunursa o zaman zahire göre müşriklerdendir, bu durumda cenaze namazı kılınmaz ama ölü üzerinde müslümanlara ait bir alamet varsa yıkanır ve cenaze namazı kılınır.
İmam Ebu Bekir El- Cassas: Alimlerimiz ölü olarak bulunan kimse hakkında hüküm verirken daru'l islam ile daru’l harp arasında fark göz etmişlerdir. Ölü olarak bulunan kimse daha önceden Müslüman mı yoksa kafir mi olduğu bilinmiyorsa o zaman üzerinde Müslüman alametleri bulunup bulunmadığına bakılır, eğer üzerinden Müslüman mı kafir mi olduğunu belli edecek bir alamet bulunmaz ise ve müslümanlara ait bir beldede ölmüşse ona Müslüman hükmünü verilir. Daru’l harbde ölmüşse kafir hükmü verilir. İşte bu şekilde alimlerimiz ölüye hüküm verme konusunda üzerindeki ayırt edici alametleri bulunduğu beldeye üstün tutup tercih etmişlerdir. Eğer ölü üzerinde Müslüman mı kafir mi olduğu ayırt edici bir alamet yoksa bu durumda bulunduğu bölgeye göre hüküm verilir.
El Muğni: Bir ölü bulunur ve onun Müslüman mı yoksa kafir mi olduğu bilinmezse sünnetli olup olmadığına bakılır, elbisesine bakılır, saçında kına var mı ona bakılır, üzerindeki ayırt edici alametlere bakılır. Eğer üzerinde Müslüman olduğunu belli eden böyle alametlerden biri bulunmazsa bu durumda daru'l harp diyarına göre hüküm verilir. İslam'da bulunmuşsa yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Darul' harpte bulunmuşsa yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz. Ölü hakkındaki bu hükmü Ahmed bin hanbel bildirmiştir. Asıl olan bir kimse hangi diyarda bulunursa o diyarda bulunanların hükmünü alır. Dolayısıyla üzerinde aksini ispat eden bir alamet bulunmadıkça bulunduğu beldede yaşayanların hükmü uygulanır.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ