Ehli sünnet/Selef: Akide Beyanımız
Ehli sünnet/Selef: Akide Beyanımız
İbadet ve hamd hakkıyla Allah'adır ve onun devrimci ve inkılapçı Resulüne selat ve selam olsun.
Konuya girmeden önce hemen şunu ifade edelim ki akide beyanatımızın temel sebebi tüm insanları bu ilahi öğretilere davet etmek, kardeşlerimizle tanışmak, sevgi, dayanışma ve hayra vesile olmak için bir çatı altında toplanıp küfrün ve şirkin önünde sed olmaktır.
Şu bilinmeli ki Daru'l Kufur'da hak ile batılın birbirine karıştığı kafir ile mü’min, muvahid ile müşrik ve facir ile muttaki ayrılamaz hale gelmiştir. Zaman o kadar kötü olmuştur ki şirkin, küfrün egemen olduğu ve tağutların iktidarlarında facirler takva elbisesini giymiş, kafirler mü'min iddiasında bulunmuş, münafıklar islam ameliyle kendini görüntülemiş ve müşrikler din ile insanları aldatıp muvahhid bir toplumu Allah ile bağlarını koparıp ve milyonlarca insanı her gün akın akın cehenneme yuvarlayan elim bir çağ ve tağutların egemenliğini yaşıyoruz. Bu sebeple kafir ile mü’min, müşrik ile muvahhid, facir ile muttaki arasını ayırmak akide beyanı ile gerçekleşmesi bizim için elzem olmuştur. Çünkü bu bizim kafirlerle aramızda bir kırmızı çizgi, yol ayırımı ve sınıflandırma olacaktır. Bu öyle bir yok ayırımdır ki tarihi boyunca bütün Resuller bu uğurda mücadele etmiştir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sizi yaratan O’dur. İçinizden kimi kâfir kimi de mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir. (64/Teğabûn, 2)
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ
De ki: “Hak, Rabbinizden gelendir. Dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.”(18/Kehf, 29)
Bu sebeple mübarek davetimizin tüm insanlara ulaşması ve Allah'ın onayladığı bir kul olabilmek için insanların saf, pürüzsüz ve Resulullah'ın davetinin özü olan tevhidi aynı sahabe, sonra tabiin ve ondan sonra etbau tabiin hayatında pratik olarak görüntülediği akideyi almak, öğrenmek, yaşamak, davet etmek ve amel etmek herkes üzerine farz olan bir sorumluluktur.
مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ
Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Tevbe, 100)
خير الناس قرني ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم
İnsanların en hayırlıları benim içinde bulunduğum nesil, sonra onların ardından gelenler, sonra da onların ardından gelenlerdir. (Buhari)
Rasulullah aleyhisselam'ın övdüğü ve ehli sünnetin temelini oluşturan bu üç neslin akidesinden almak bizim müslümanlığımız için bir gerekliliktir.
Akide Beyanının Sorgulama Gerekliliğine Gelince
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bugün demokrasi, laiklik ve benzeri ideolojik dinlerin egemen olduğu, Allah'a hükmetme yetkilerini gasp edildiği, kulların kulllara kul olduğu küfrün ve şirkin egemen tağutların, zalimlerin ve yeryüzünde ilahi öğretilere isyan eden müstakbirlerin iktidarlarında milyonların Allah ile bağlarının koparıldığı ve her alanda küfrün dayatıldığı bir dönemde akide beyanı bir zorunluluktur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ
Ey iman edenler! Mümin kadınlar, hicret etmiş olarak size geldiklerinde onları imtihan edin. (60/Mümtehine, 10)
Nitekim Mecmuul kebir ve daha nice kaynaklarda geçmek suretiyle İbni Abbas radıyallahu anhu bu ayetle alakalı olarak o dönemde Müslümanların akidelerini sormalarına cevaz vermiştir. Hele bugün insanlar her aland Modern Nemrut ve Firavun tağutların boyunduruğunda sosyal, siyasi, ekonomik, yasama şirki ve bununla beraber hurafe, bidatler, deizm, ateizm, demokrasi, laiklik ve benzeri ideolojik dinler her alanda insanları Allah ile bağlarını koparırken akide beyanı ve sorgulanması bir zorunluluktur. Çünkü İslam toplumu sosyolojik bir toplumdur mü'min kadının mü'min erkekle evlenebilmesi, miras hakkına sahip olabilmesi ya da müslümanca, yıkanıp, kefenlenip gömülmesi, ona rahmet okunması ve üzerine cenaze namazı kılınması tamamıyla kişinin İslam'ı sabit olmasına bağlıdır. İşte bu sebeple akide beyanı şer’i bir hüküm olur yoksa yukarıda ifade ettiğimiz gibi İslam'ı sabit olmayanlar akidevi ve sosyolojik bir ilişkiye girmek asla caiz değildir Nitekim başka bir hadiste Resulullah aleyhisselatü vesselam'ın sahih bir rivayette ''Müslüman olup olmadığını anlamak için bir cariye soru sorması'' hiç şüphesiz bu meselenin mü'minler arasında bilinmesi gereken bir meseledir.
Akideyi Dört Temel Üzere Bina Eetmek
1- Kur'an muhkem ayetlerine tabi olmak,
2- Kur'an'ı açıklayan ve onu pratik olarak yaşanabilir kılan Resulün sünnetine tabi olmak.
3- Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın övdüğü ilk üç nesil selefin anladığı, yaşadı ve kendisi uğrunda mücadele ettiği din.
4- Zanni/ göreceli ve içtihadi meselelerde selefin usul ilmine bağlı kalmak.
Kim bu dört temel üzerine akidesini oturtursa bu kimse Allah'ın onayladığı, razı oldu ve tarihi boyunca bütün peygamberlerin kendisiyle davet ettiği dini yaşayan bir kimse olur.
Akide Beyanı;
1- Biz Allah'ın zatında, uluhiyet, rububiyet, isim ve sıfatları konusunda Allah'ın ortağı olmadığını, O ilahi ve Rabbani özellikleri ile kullarını yarattığı gibi kanun koyan, yöneten ve onlar için değer yargılarını belirleyen yegane ilah olduğuna inanıyoruz.
2- Biz Allah'ın isim, sıfat ve fiillerinde asla aşırı gitmiyor ve Rasulullah'ın övdüğü sahabe ve sonra tabiin ve ondan sonraki etbau tabiin anladığı şekilde iman ediyoruz. Nitekim onlar Kur'an ve Sünnete varid olduğu üzere: Süre başına gelen Elif, Lam ve Mim gibi hurufu mukatta harfleri, Allah'ın yarattıklarına benziyormuş gibi görünen sıfatlar olan el, yüz, ayak, öfke, sevmek, düşman ve inmek gibi sıfatlar olsun ya da Allah'ın eli onların üstündedir, Rabbin ve saf saf olan melekler geldiği zaman gibi muteşabihe dair ayetler olsun biz bunlara naslarda geldiği gibi iman ederiz ve manasını Allah'a havale ederiz. Bu sebeple müteşabih meselelerde teşbih/benzetme, tecsim/cisimlendirme, keyfiyet/nasıllık, nicelik, temsil, tahrif, ta’til, tevil ve tefsir gibi yoruma asla girmeden selefin durduğu yerde duruyoruz.
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Hiçbir şey O’nun benzeri/misli/dengi değildir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (42/Şûrâ, 11)
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ
(Allah’ı başka varlıklara, başka varlıkları da Allah’a benzeterek) Allah hakkında örnekler/misaller vermeyin. (16/Nahl, 74)
Biz müteşabih sıfatları tevil eden Eş'ari ve Maturidleri bu sebeple tekfir etmeyiz. Çünkü onların tevili her ne kadar bid’at olsa dahi onların tevilleri kur’an ve sünnettin diğer yorumlarına uygundur. Biz mücessim'e ve müşebbihe ve benzeri Allah'ın isim ve sıfatlarını mahluka benzetenleri icmaya uyarak tekfir ederiz.
3- Biz Allah'ın gök, arşa istifa ettiğine ve cennetin üstünde olduğuna itikat ederiz. Ama şunu da söyleriz ki Kur'an'da da ve Sünnette varid olduğu üzere gökte ve arşta yaratılmıştır O halde bunun manası Allah zatıyla yarattıklarından uzak ve beridir. Ama isim ve sıfatlarıyla Allah herkesten haberdardır. Allah’ın gökte olmasına atıfta bulunan ayetler Uluvv/yükseklik ve Aliyy/yücelik manasındadır.
4- Allah, O ki her mana ve itibarla zatı, isimleri, sıfatları ve fiilleri ile uluv/yüce ve aliyyul âlâ'dır/yüceler yücesidir. Rabbimiz azametine ve celaline layık bir şekilde istifa etmiştir. Bu mutlak Uluv ve Fevkiyyet/ üstünlüğü ile arşın üzerine istifa etmiştir. Allah zahirleriyle, batınlarıyla, ulvi ve sufli alemi ihata etmiştir. O ilmi ile kullarıyla beraberdir onların en ince ayrıntısıyla ahvalini bilir. Çünkü o Semi, Basir, Garib, Habir ve Mucib’dir.
5- Kim akidenin asılları olan iman ve tevhidden ayrılır ve her ne kadar kendini islam'a nispet etse, namazda kılsa, oruç tutsa kim büyük şirk ve büyük küfür işlerse o müşrik ve kafir ismini alır ve ebedi cehennem'de ebedi kalmayı hak eder.
Kim şeriatın vacipleri olan içki ve zina benzeri günahlar'da tevbe etmeksizin, kefaret ya da şefaat ahirette hasıl olmadan ölürse cehenneme girseler dahi ebedi kalmazlar.
6- Allah zatı, isimleri, sıfatları ve fiilleri ile tüm mahlukattan ihtiyaçsızdır. Tüm mahlukat ona muhtaçtır o kullarını yaratan, rızıklandıran, dirilten, öldüren ve aynı zamanda kulları için kanunlar, yasalar, hükümler ve bir yaşam programı indirendir. Çünkü o el- Hakim, eş-Şari ve aynı zamanda el Kayyum'dur onun teşri ettiği şeriat ancak maslahat, fayda ve hikmetler içindir.
7- Kur'an'da ve Sünnete varid olan tüm ibadetleri/kulluğu Allah'a has kılıyor şirk ve ortaklığı Allah'tan nef ediyoruz.
8- O azze we celle, kim olursa olsun hangi günahı işlerse işlesin, O, kişi ölmeden önce tevbe ederek küfür ve şirk işleyen tüm kullarını affeder. Çünkü o el-Afuvv, el-Ğafur ve et-Tevvab’dır.
9- Kaderin hayrı ve şerri ile Allah'tan olduğuna inanıyoruz. Bu Allah'ın mutlak iradesidir, dilemediği şeyler olmamıştır, dilediği şeyler olmuştur, O tüm kullarının fiillerin yaratıcısıdır, kul ancak Allah izin verdikten sonra cüzi iradeleriyle kendi fiillerini seçebilirler.
10- Onun dini İslam ilahi nizam rabbani ve ilahi bir iradedir. Bu dinin temellerini Selefi Salih'in oluşturduğu Ehli Sünnettir. Bu din sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, eğitim, ceza kanunları, hukuk normları, muhakeme ve bir yaşam programı olarak Allah'ın kullarına gönderdiği ve her çağda hızlı bir şekilde ihtilafları çözüme kavuşturan çağlar üstü ve kıyamete kadar tazeliğini koruyan ilahi bir sistem olduğuna inanıyoruz. İşte bu sebeple biz İslam'a alternatif demokrasi, laiklik, sosyalizm gibi izimle başlayan tüm ideolojik dinlere şirk, küfür ve bağlılarını tekfir ediyoruz.
11- Biz Muhammed aleyhisselatü vesselam'ın geçmiş tüm peygamberler gibi tüm insanlığı Tevhide davet eden, tağutlardan, şirkten ve küfürden beri olması için kıyamete kadar gönderilen önder, lider, komutan, model ve izinden gidilen bir Resul olarak inanırız. Kim Resulullah aleyhisselatu vesselam'ın ilahi ilke ve inkılaplarına muhalif ve zıt ideolojik ilke ve inkılaplara inanır ve onun izinden giden yönetici, lider, önder, kurum ve kuruluşlara inanırsa mürted olmuş bir müşrik olur.
12- Kim Resulullah aleyhisselatü vesselam'ın sünnetini ister Mütevatir ister Meşhur ister Ahad olsun toptan reddederse biz onu tekfir ederiz. Kim sadece Ahad hadisleri inkar ederse biz ona fasık ismini veririz. Şüphesiz ki Sünnet ikinci vahiy konumunda ve Kur'an'ı tefsir eden bir kaynak olduğuna inanırız.
13- Biz Müslümanların sahih rivayetle amel etmelerini ve Selef-i Salih'in izinden gitmelerini gerektiğine inanırız ve bununla beraber dört mezhebin fıkıh konusunda amel etmeyi kabul eder delilsiz taklit edilmesini kerih görürüz. Biz sahih oldukları tesbit edildikden sonra onunla amel eder ve taasupla mezhep imların zayıf rivayetleriyle yada içtidalarıyla amel etmeyiz..
14- Biz ümmetlerin en faziletinin Rasulullah aleyhisselatu vesselamün ümmet olduğuna bu ümmetin en faziletleri ise Resulullah'ın ashabı olduğuna hassa'dan Hulefe-ii Raşidin sonra Aşere-i Mubaşere sonra Cennetle Müjde'nin on sahabi, sonra Bedir Ehli sonra Rıdvan Beyat-ı ve Muhacir ve Ensardan öne geçenlerin olduğuna iman eder, sahabeyi sever ve onların dinlerine bağlıklıklarını ikrar ederiz.
15- Biz sahih rivayetlerde gelen büyük-küçük kıyamet alametlerine iman ederiz. Deccal fitnesi, İsa aleyhisselam'ın nuzulu ve Mehdi'nin geleceğine inanırız.
16- Allah'a yönelmemek, dinden yüz çevirmek, farzları yerine getirmemek, Allah'a ve Resulüne buğz, nifak ve küfür olarak görürüz. Resulullah aleyhisselatu vesselam'i sevme, Allah'ın farzlarını yerine getirme ve ehlibeyti sevmeyi imandan görür ve bu mesele diğer sahabeler gibi aşırıya gitmeden onlar için yapılan sevgi ve saygı onları için yapar, Şiiler gibi asla aşıre gitmiyor ve iftira atmıyoruz.
17- Biz mutlak açıdan Allah'ın şefaat edeceğine, peygamberlerin, sıddıkların ve şehitlerin şefaatine hak olduğuna inanırız. Şefaat dünyevi açıdan yalnız Allah'tan istenilir ahiret açısından Allah'ın izni ve rızası ile ancak Allah'ın kendi seçtiği kimselerden şefaat talep edileceğine inanırız. Bu sebeple büyük günah işleyen müslümların şefaatle cehennemden çıkacağı da iman ederiz.
18- Allah'ın izni ile kudretine, rızasına ve onun yetkisini tanıyarak mücahid, alim ve şeyh gibi kimselerden şefaat talep edenleri küçük şirk ile nispet eder, kendilerine bu mesele ile ilgili gerekli deliller arz edildikten sonra ısrarla bunu yaparlarsa tekfir ederiz.
19- Kabir azabı, nimetleri ve Nünker ve Münker meleklerin sorgu sual hak olduğuna inanıyoruz. Allah dilerse kabir ehlini mü'minlerden kimseyi azap eder dilerse azap etmez. Biz Allah'ın cennete görüleceğini ve onunla konuşulacağına iman ederiz.
20- İman niyet, kalp, söz ve ameldir. Bu açıdan Biz imanı hem batini ve zahiri açıdan mü'minlerin Allah'a ibadeti has kılmaları gerektiğine inanırız. Dinin asılları ve Şeriatın vaciplerinde söz ve amel olmaksızın iman iddiasını batıl ve sahibini kafir yaptığına inanırız. Biz imanın bir kısmını tasdik bir kısmının yalanlamasını asla kabul etmeyiz. Çünkü iman kalp ile tasdik olup eylem ve söylemleriyle yalanlıyorsa bu küfür olur. O halde iman, niyet, kalp, söz ve amel ile orantılı olmak zorunludur.
21- Biz amelleri imanın aslından görmeyiz bundan Harici ve Mutezilci olmaktan Allah'a sığınırız. Biz aynı şekilde cehmiye, kerramiye ve muricie gibi bid’at fırkaları gibi amelleri iman’dan nefy etmeyiz. Biz amelleri imanı güçlendiren, olgunlaştıran ve kemal'e erdiren bir iman olarak görürüz.
22- Biz nasıl imanın niyet, kalp, dil ve amelle gerçekleştiğine iman ediyorsak aynı şekilde şer’i engel olmaksızın küfür ve şirkin niyet, kalp, dil ve amellerle gerçekleşeceğine iman ederiz.
23- Biz Azir (cehaleti özür) konusunda dinin asıllarında ya da şeriatın vaciplerinde cehaleti asla özür/mazeret görmeyiz. Bu konuda tevil, taklit ve cehaletin mazeret olmadığına inanırız.
Fetret Ehli: Kendilerine kitap indirilmeyen ve peygamber gönderilmeyen Fetret ehlindeki insanların durumları eğer onlar fıtratları üzere ise biz onlara dünya ve ahiret açısından Müslüman eğer onlar fıtratlarını bozmuş küfür ve şirk işlemişlerse biz onlara müşrik ismini veririz ve ölmüş olan bu kimseler ahiret gününde Resulullah efendimizin ifadesi ile tekrar imtihan edileceklerine inanırız.
Darül Küfür: Burada yaşayan ve özellikle Amerika, İngiltere, Fransa ve benzeri ilmin kendilerine ulaşmadığı bölgelerde yaşayan insanların Allah’a, meleklere, kitaplara ve Muhammed aleyhisselatu vessellem'e inanan ama şeriatın vaciplerinde namaz, oruç ve zekatın farz olduğunu bilmemesi ya da domuzun ve zinanın haram olduğunu bilmemesi şeklinde ölmüş kimselerin cehaletlerinin mazeret sahibi olduklarına inanırız.
Darül İslam: Bu konumunda olan Suriye, Türkiye ve benzeri ülkelere gelincence bu insanlar hem dinin asıllarında hem de şeriatın vaciplerinde cehaletleri mazeret değildir. Bu sebeple Kat-i, Mütevatir, İcma ve Meşhur meselelerde hata yapanlar tekfir edilirler.
Darül İslam'da konumunda yaşayan bu toplumlar dinin asıllarında meşhur değil detaylarında hata yaparlarsa hemen tekfir edilmezler. İlk önce hüccet ikame edilir eğer ısrarla inkar ederlerse o zaman tekfir edilirler. Örneğin: Miraç hadisesini inkar etmesi ya da Allah'ın ahirette görülmesini inkar etmesi bunlar ayetle sabittir. Şeriatın vaciplerindeki detaylarda cehalet ise mazerettir.
24- Tekfir fıkhının şer'i bir hüküm olduğuna iman eder ve tekfirin önünde şerri engeller, sebepler, maniler ve ölçüler olduğuna inanır ve tekfir ancak bu şer'i Kkideler sonucunda gerçekleşeceğine inanırız. Nitekim tekfirin şerri engellerinden olan ikrah, unutkanlık, muteber tevil, intifal kast, aşırı sinir aşırı sevinç, nasların ulaşmaması ve hata gibi şeri engeller İcma ile tekfirin önünde engellerdir.
Meşhur, kat-i/kesin, sarih/açık ve batıl tevil konusunda hata yapanların tekfir ederiz bu durumda olan kafire kafir demeyeni de tekfir ederiz. Muteber tevil ya da hafi/gizli meselelerde hüccet ikame edilmeden tekfir edilmeyeceğine inanırız. Biz zanni, içtihadi ve ihtilaflı olan meselelerde tekfir etmiyoruz.
25- Usul ilminde varit olduğu üzere şu küfür şu şirk sözü ve ameledir denilir ama muayen ve mukayet açıdan muhatap olduğumuz kimseler hüccet ikamet edilmeden kafir ismini vermeyiz.
26- Hatti zatında Silsile Tekfiri kavram açısından bid'at olsada biz bu meselenin ıstılah açıdan şer’i bir mesele olarak görürüz. Bu sebeple kat-i, sarih ve meşhur olan dinin asılları ya da şeriatın vaciplerinde olan bir meseleyi inkar eden, alay eden, tahkir eden ya da hafife alan kimseyi tekfir ederiz ve kafir demeyene de kafir deriz.
27- Biz dünya ülkelerini üç kategoride değerlendiririz;
a) İslam'a ve müslümanlara savaş açan beldelere Darü'l Harp deriz.
b) Bir zamanlar Allah'ın ilahi yasaların egemen olduğu ve sonradan ideolojik şirk ve küfür dinlerin iktidar ve egemen olduğu yerlere Daru’l Ridde deriz.
c) Asli kafirlerin yaşadığı yerlere ise Dru’l Küfür deriz.
27- Biz Allah'ın ilahi özelliklerini gasp eden tağutları seven, yardım eden, destekleyen, öven ve onları iktidar ve egemenliğe taşıyan herkesi tekfir ederiz ve onların iman iddiası ve farz amellerini yerine getirmelerini batıl görürüz.
28- Biz İslam ilahi nizama muhalif demokrasi, laiklik ve benzeri ideolojik dinleri kabul eden, razı olan ve destekleyen kimseleri İslam ilahi nizamı inkar eden kimseler olarak görür ve onları tekfir ederiz. Onların islama kendilerini nisbet etmeleri yada müslüman ismini vermlerinin batıl olduğuna inanırız.
29- Dinin asıllarına ve şeriatın vaciplerine bağlı kalan güncel küfür ve şirkten beri olan ve tağutları red edip tevhidini görüntüleyen kardeşlerimizi mümin olarak görürüz.
30- ''İslam zahire göredir niyet ve kasıtlara bakılmaz'' kaidesince kim şer'i engel olmaksızın zahiren şirk ya da küfür işlerse biz onu tekfir ederiz. İnsanların niyet ve kalplerinin temizlik iddiasına gelince bu bizi bağlamaz bu kul ile Allah arasında olan bir bağdır. Çünkü İslam toplumunun ilişkileri zahire göredir.
31- Biz Müslümanların malları, kanları ve ırzlarına dokunmanın haram olduğuna inanır ve aynı zamanda yaşadığımız şu küfür dünyasında mürted, müşrik ya da kafirlerin mallarını asla ganimet görmeyiz.
32- Biz rafizileri ve aynı zamanda bugün kendine Şia denen ama rafizileşmiş olanları tekfir ediyoruz.
33- Kendilerine Sofi, Tarikatçı, Nurcu Süleymancı ve Fetö'cü diye isimlendirilenleri mutlak açıdan tekfir ediyoruz.
34- Tağutun ideolojik mahkemelerine başvurmanın mutlak açıdan küfür olduğuna inanırız. Ve mü'minlerin zaruret kapsamında ikrah'i mülci'e ve ikrahi gayri mülcie gibi ikrah çeşitleri sebebiyle, fetva ve ihtilafları göz önünde bulundurmak suretiyle mahkeme başvuranları tekfir etmiyoruz. Savunmayın mahkemenin bir parçası olduğuna inanmayız, istinaf küfür değil ve temyiz hükmüne gelince bunun da ikrah şartlarında caiz olduğuna inanırız. Avukat tutanlara gelince vekalet vermek caizdir ve bunda bir mahsur yoktur.
Malın ikrah konumunda oluşuna gelince bu kişiden kişiye değişiklik gösterir ihtiyaç sahibi olan fakir ile ihtiyaç sahibi olmayan zengini ayırırız ve bu meselede ihtilaf ve tevil olması sebebiyle tekfir kapsamında değerlendirmeyiz. Dolayısıyla ikrah şartları taşımayan sebeplerle mahkemeye başvuranlar tekfiri hak ederler.
35- Biz İslami hareket olarak IŞİD, Taliban ya da benzeri örgütlerle kendi adımıza hiçbir bağın kurulmasını doğru görmüyor onlardan beri olduğumuzu ilan ediyor ve insanları rRsulullah'ın Mekke'de başlattığı gibi çatışma, savaş ve kavga gibi her türlü tutum ve davranışlardan uzak durarak Tevhide Davet ediyoruz.
36- Biz ister ‘’La ilahe illallah’’ ister ‘’Namaz' ister ‘’Selam'' olsun bunların hepsinin İslam alemeti olduğuna inanırız. Ama bu bir kimsenin Müslüman olduğuna ya da İslam olduğuna delil değildir. Çünkü tarihi boyunca her ne kadar toplumlar İslam alemetini taşısalarda onların dinlerine bozan akideler söz konusu olmuştur. İşte bu sebeple güncel açıdan tağutu reddetmeyen, insan uydurması ideolojik dinlerden beri olmayanlar her ne kadar İslam alametlerini taşısalar da asla Müslüman ismini alamazlar.
37- Biz Ddnin ve şeriatın vaciplerindeki mutlak muayen ve mutlak mukayyet ayırdığımız gibi aynı şekilde güncel akidevi meselelerde mutlak muayen ve mutlak mukayyet ayırır ve sahibini buna göre tekfir eder ya da etmeyiz. Bu sebeple çocuklarını okula gönderenleri küfürden, şirkten, tağutlardan, ideolojik bayramlardan ve benzeri şeylerden koruyan, kollayan ve belli kurallara uyanları tekfir etmiyoruz. Ama bu meseleyi hafif alan, önemsemeyen kimselere gelince onların tekfir edilmesinin vacip olduğuna inanırız.
38- Küfür ve şirk alameti taşıyan logo ve simgeler ya da ırkçılık, vatancılık ve benzeri durumlar mutlak açıdan küfür olmakla beraber muayyen açında sahibini kafir yapmaz. Bu hüccet ikamesine göre değişir.
39- İdeoloji dinlerin egemenliği ve iktidarları uğrunda çalışan ve tağut'a yardım, hizmet ve destekten ötürü askerlik yapanları Müslüman görmüyoruz. Bu mesele el-Vela ve’l Bera kapsamında olan bir hükümdür. İkrah konusuna gelince bütün gücünle bundan kaçmandır tüm yollar kapandıktan sonra ikrah kapsamında değerlendirilir ve bu kimseleri tekfir edilmezler.
40- İman ile ahlakı birbirinden ayırmıyor bunları bir madalyonun iki yüzü gibi olarak görürüz ve bu sebeple Mü'min iman nispetinde aynı şekilde ahlaklı olan kimse olduğuna inanırız ahlakı kötü olana biz olgun Mümin ismini vermiyoruz. Ameline göre ondan beri oluruz.
41- Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen, tağut konumunda olan politik tanrılara iktidar, insan uydurması ideolojik yasalara, kanunlara ve dinlere egemenlik veren, Allah'ın haramını helal, helaline haram eden, küfrün ve şirkin topluma dayatılmasına sebep olan OY meselesine gelince Allah'ın ilahi ve rabbani özelliğini bir başkalarına vermeleri sebebiyle kendilerine Rab aynı zamanda Velayet Küfür kapsamında değerlendirerek onları tekfir ediyoruz. İslam'da velayet ancak Allah'ın hükmüyle hükmeden ve küfür ve şirkten beri olan kimselere verilir. Bunun mefhumu muhalifi küfürdür çünkü imamlık ve liderlik kafire verilmez.
42- İster elektrik, ister su ister internet ister buna benzer tüm bu sözleşmeler islam fıkhının şartlarını taşımadığı için bu sepeble tekfire engeldir. Bunlar karşı tarafı bağlayan ve bizi bağlamayan ve sebeple bunlar idari hükümler kapsamında değerlendirilen sözleşmelerdir.
43- Belediyedeki Nikah islam'ın ortaya koyduğu nikah fıkhına uygun değil ve birbirinden ayrıdır. İslam'daki nikah Mehir, iki şahit, icab ve kabul ile sınırlandırıldığı için bağımsız olarak belediyenin nikahından ayrılarak nikah ibadeti değil idari yada sıradan bir sözleşme ile ilgilidir.
44- Tekfir meselesinde akıl, mantık, heva ve Hevesin peşine takılan ve bu yönü hiçbir delile dayanmadan tekfir edenleri biz hücetten sonra menfi olursa tekfir ediyoruz. Muteber tevil’de hata edeni tekfir etmiyoruz.
45- Bir kimsenin kendi vatanını, kendi dilinil kültürünü ve kendi ırkını sevmesini küfür ya da tekfire bir sebep olarak görmüyoruz. Eğer bu aşırıya gider ve bugünün faşist ırkçıları gibi bir ibadete dönüşürse ancak o zaman tekfir hükmü icra edilir.
46- Tarikatçıların, sofilerin akidesi ve onların ortaya koyduğu hareket metodunun İslam'a uygun olmadığını ve bu çağda İslam'ı temsil edemediklerini inanır onları bid'at ve hurafelerine göre tekfir ederiz.
47- Biz nasıl peygamberlerin mucizelerine iman ediyorsak aynı şekilde evliyanın hak olduğuna ve onlardan kerametlerin sudur olduğuna da iman ederiz. Allah'ın dostlarının dost ve Allah'ın düşmanlarını ancak düşman ediniriz.
48- El Vela Ve’l Bera akidesini dinin asıllarından görür ve her Müslümanın bu akideyi hayatlarında öğrenmesi ve kendisi ile amel edilmesini vacip görürüz. Çünkü bu hak ile batılı, kafir ile mü'mini, müşrikle muvahhidi ayıran en önemli olgudur.
49- İster cenaze yerlerinde olsun ister mezar başlarında olsun pratik açıdan Kur'an okumaların bid'at olduğuna inanırız ve bunu uygun görmeyiz. Ama bir mü'min bir kimseye Kur’an okumasını caiz ve sevabını bir başkasına bağışlaması halinde sevaba nail olacağına inanırız.
50- Son olarak ümmetin kendisiyle İcma ettiği ve küfür olan meselelerde biz duraksamaksızın o kimselere tekfir ederiz. Nitekim dinin asıllarında ve şeriatın vaciplerinde dini hafife/istihfaf alma, istinkar/inkar etme. istihkar/hakaret etme, alay/istihza etme, istihlal/helal görme, küfrü İstikbar/kibir küfrü, isti'rad /dinden yüz çevirme küfrü, cehalet küfrü, itaat küfrü, tağut'a dost küfrü, inadı küfür, şüphe küfrü, tekzib/yalanlama küfürlü, nifak küfürü, el-vela ve’l bera küfrü, hakimiyet küfrü, tevessül küfrü, taklit küfrü, batıl tevil küfrü ve nefret küfrü gibi ümmetin kendisiyle icma ettiği bu küfürleri şer’i engel olmaksızın yapanlar kafir olurlar.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ