İnkilap Vaad Eden Nesil: Sahabe Olmak.
İnkilap Vaad Eden Nesil: Sahabe Olmak.
Tarih boyunca Allah yeryüzüne Rasuller, Nebiler göndermiş ve Kitaplar indirmiştir. Tüm Nebi ve Rasuller insanları kula kulluktan, şirkten, küfürden, adaletsizlikten, zulümden ve her türlü gayri ahlaki tutum ve davranışlardan hakk’a, adalete, huzura, tevhide ve salih amel işlemeye davet etmiştir. Tüm Rasul ve Nebiler tarih boyunca insanlar için örnek bir model ola gelmiştir. Bu sebeple peygamberler Allah'ın onayladığı meşru liderler, önderler, onlara tabi olmak izlerinden gitmek ve onların yol göstericiliğinde bir hayat yaşamak her Müslümanın en önemli özelliğidir.
Nitekim Muhammed aleyhisselatü vessellem şirkin, küfrün, zulmün, adaletsizliğin ve her türlü kötülüğün işlendiği bir coğrafyaya Rasul olarak gönderildi. Kavmi inatçı, kibir, taassup, zina, içki, kumar ve kendi öz evlatlarını öldürecek kadar alçalmışlardı. Nitekim bir batılı Profesör; O gün Araplar insan formunda hayvanlar gibi idi. İşte Rasulullah aleyhisselatu vessellem onları insanlığın en üst seviyesi olan ilahi öğretilere davet etti ve nice zorluklara, engellere, baskılara ve dayatmalara rağmen Efendimiz aleyhisselam ısrarla davetini yapıyordu. Nitekim bu ilahi öğretirlerle tanışanlar, Allah'ın ayetini duyanlar ve Tevhid gerçeğini görüp öğrenenler Allah'a ve Rasulüne teslim oluyorlardı.
Tabiin nesli soruyor Ali radıyallahu anh’a: “Siz Peygamberi nasıl severdiniz?” Cevap veriyor: “Biz onu çölde kaldığınızda, susuz kaldığınızda, susuzluktan ciğeriniz yandığında suyu sevdiğiniz gibi severdik”
Resulullah aleyhisselatu vessellemin davetine icabet eden ve onun tedrisatından geçip ıslah olmuş, terbiye edilmiş, Tevhid ile değişim ve dönüşüme geçmiş küfür, şirk ve zulmün karanlığını yararak İslam'ın aydınlığına koşan ve yaşayan bir nesil meydana geldi. Onlar tüm zorluklara ve engellere rağmen inandıkları ve hak bildikleri bu dava uğrunda mallarını, canlarını ve hayatlarını korkusuz bir şekilde adayarak yeryüzünde Tevhid sancaktarlığını yaptılar.
Bu ilahi davetin içerisinde Ebu bekirler, Ömerler, Osmanlar ve Aliler ortaya çıktı yine aynı zamanda bu ilahi davetin karşısında Allah'a ve Rasulüne isyan eden Ebu cehiller, Ebu Lehebler ve As bin vailller gibi müstekbir kafirler ortaya çıktı. İşte bu davet hak ile batılı birbirinden ayıran ve İnsanlara tercih ve seçim hakkı tanıyan ilahi bir davet ve düsturdu.
Sahabe açlık, sıkıntı, hakaret, işkence, ölüm ve her türlü eziyetlere rağmen onlar Allah'ın davasından yüz çevirmediler. Onlar Allah'a ve Rasulüne asla ihanet etmediler. Bilakis onlar hak yolda tüm engellere rağmen küfrün belini kırdılar ve şirkin kalelerini darmadağın ederek yeryüzünde tevhiddin sancaktarlığını yaptılar.
Mekke'de 13 yıllık zorluk, sıkıntı, işkence, ölüm, hakaret ve her türlü kötülüğe rağmen onlar ihlasla, samimiyetle, istikrarlı ve kararlı bir şekilde asla davalarından dönmediler. Sonra onlara Hicretin kapıları açıldı ve sonra Medine'de islam devletini hakim kıldılar. 23 yıllık Risalet döneminde Arap Yarımadası İslam olmuştu sonra Muhammed aleyhisselatu vessellemin eğitim müfradından geçen Hulafe-i Raşidin bugünün süper güç konumunda olan ve o günün süper gücü olan Bizans ve Pers imparatorluklarının küfür ve şirk olan kalelerine darmadağın ederek kulları kullara kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul yaptılar. Şimdi sormak gerekir! Acaba bu halifeler hangi üniversitede siyasi bilimleri okudu? Onlar hangi askeri okulu gitti? Onlar hangi akademik eğitimi aldılar da! Onlar o günün en büyük süper güçlerini darmadağın ettiler? O günün tarihi araştırmaları sayıları düşmanlarının karşısında en az ve o günün modern silahlarına karşılık en ilkel silahlarla yeryüzünde o müstekbir orduları ne ile darmadağın ettiler? Hiç şüphesiz bu Allah'a ve Resulüne bağlılık, itaat, teslimiyet ve Allah yolunda canlarını feda etmelerinden kaynaklanıyordu.
Bugün insanlık yeniden sahabe neslini bekliyor, yeniden Ebu Bekirlerle. Ömerler, Osmanlar ve alilerle tanışmak istiyor, yeryüzünde yeniden şirkin ve küfrün otoritesini yıkıp yeryüzüne adaletin ve Allah'ın iradesini egemen kılmak istiyor. Bugün Kapitalizm ve Emperyalizm umduklarını yitirmişler, yarınları olmayan ümitsiz bir şekilde uçuruma doğru yuvarlanıyor. Bugün laiklik, kemalizm, demokrasi, sosyalizm gibi insan uydurması beşeri ideolojik dinler batıl oluşu ortaya çıkmış ve insanlığa faydasından çok zarar verdiği insanlar tarafından artık müşahede edilmiştir. Bugün yeryüzünde yönetici konumunda olan Politik Tanrılar/Tağutlar yeryüzünde adaletsizliğe, sömürüye, zülme ve daha nice enva-i çeşit kötülüklere sebep olmuştur. Tarih yeniden sahabe neslini özlüyor, yeniden inkılap vadeden ve zafer vaat eden bir nesil gözlüyor. Zaten bu Allah'ın tüm kullarına vaadi değil mi?
Peki bugün sahabe olma vaktin gelmedi mi? Bugün Ebubekir gibi davaya sadık olma vaktin gelmedi mi? Ömer gibi hak ile batılı ayırarak makamını terk ederek Allah yolunda adanma vaktin gelmedi mi? Bugün Osman gibi Allah yolunda malını adanma vaktin gelmedi mi? Bugün Ali gibi cihad ve davet meydanlarına çıkıp Allah'ın dinine yardım etme vaktin gelmedi mi?
Sahabenin önemine işaret eden bu kıssayı iyice oku;
Ömer’in hilafet günlerinde bir gün ashabın o gün için hayatta kalanları ile oturmuş sohbet ediyorlarken Ömer şöyle bir şey söyler: Ey Müslümanlar! Hadi bir temennide bulunun, şimdi bir dua etseydiniz Allah’tan ne isterdiniz?“
Orada bulunanlardan biri şöyle dedi: “Ey Emire’l-Mü’minin! Ben Rabbimden isterdim ki şu oda dolusu kadar altınım olsun. Ben de onları Allah yolunda infak edeyim. Böyle yapmakla o infakın mutluluğunu yüreğimin ta derinliklerinde yaşayayım!”
Ömer, bu cevaptan memnun olur ama sorusunu yeniler: “Temennide bulunacak başka biri var mı?” der. Birisi söz alır, o da der ki: “Ya Emire’l-Mu’minin! Ben de isterdim ki şu oda dolusu kadar atım olsun, o atları İslâm mücahitlerine vereyim, onlar da o atlara binip cihad meydanlarında koştursunlar, ben de böyle bir hayra vesile olduğum için sevineyim.”
Ömer bu cevaptan da memnun olur ve üçüncü kez sorusunu yeniler. Bu sefer, mecliste bulunanlardan biri der ki: “Ey Ömer! Herhalde senin duymak istediğin farklı bir şey var. O halde sen temennide bulun, biz seni dinleyelim!” Bunun üzerine Ömer der ki: “Ben de Rabbimden isterdim ki şu oda dolusu kadar Salim Mevlâ Eba Huzeyfe, Muaz b. Cebel ve Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi adamım olsun ve o adamlarla Allah’ın kelimesini daha da yücelteyim, böyle yapmakla Rabbimi daha da hoşnut edeyim.” (Hakim, Müstedrek)
Ömer radıyallahu anhu sahabenin istediğini istememişti. O sahabenin seçkinlerini istiyordu. Onlarla ilahi kelimetullah uğrunda mücadele edilecek, onlarla cihad olacak, onlarla yeryüzünde Adalet gerçekleşecek, onlarla huzur ve güven temin edilecekti. Bugün bizim de sahabe gibi ahlaklı, onlar gibi iman edip, onlar gibi salih amel işlemek, onlar gibi hayata bakmak, onlar gibi ahlaklı ve ahirete odaklanarak insanların salahiyeti için Tevhide Davet etmek bizim boynumuzun borcudur.
Sahabe Mekke ve Medine'de iman etti, orada ıslah oldu ve oradan tüm dünyaya İslamı yaydılar. Mekke ve Medine'den sonra Diyarbakır gibi çok uzak olan bir yere 500'den fazla sahabenin kabrin olması acaba neyi ifade eder? Hiç şüphesiz onlar Allah'ın iradesini çok iyi anlamışlardı. Onlar dünyada Allah'a ve Rasulüne itaat ederek iman ve salih amel bütünlüğünde bir hayat yaşadılar ve onlar iman ile ameli hiçbir zaman birbirinden ayırmadılar. Nitekim bugün İslam iddiasını taşıyan bu topluluklar iman ile ameli birbirinden ayırdılar ve bunun sonucunda başlarına fitne, işgal, zulüm, şirk, küfür ve nice kötülüklere maruz kaldılar. Eğer tekrardan ilahi adaleti egemen kılmak istiyorsak o halde onlar gibi iman edip ve onlar gibi salih amel işleyerek bu dini yaşamalıyız.
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ين
Allah yolunda infak edin ve (İslami mücadeleden geri kalmak suretiyle) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Kulluğunuzu en güzel şekilde yerine getirin. Çünkü Allah muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever. (Bakara, 195)
Ebu İmran der ki: "Rum şehrinde idik. Karşımıza RumIardan oldukça kalabalık bir saf çıkardılar. Müslümanlardan da onlar gibi veya daha da fazla bir kalabalık karşılarına çıktı. O sırada Mısır'dan gelen askerlerin başında Ukbe b. Amir, genel komutan da Fudale b. Ubeyd idi. Müslümanlardan bir kişi RumIarın (Bizanslıların) safına bir hamle yaptı ve onların arasına kadar girdi. Herkes yüksek sesle bağırıp: Sübhanallah, dedi. Bu adam kendi elleriyle kendisini tehlikeye atıyor. Ebü Eyyüb el-Ensarı kalkıp şöyle dedi: Ey insanlar! Sizler bu ayet-i kerimeyi bu şekilde anlıyorsunuz. Halbuki bu ayet-i kerime biz ensar hakkında nazil olmuştur. Allah İslam 'ı kuvvetlendirip İslam'ın yardımcıları çoğalınca birbirimize gizlice Rasülullah (s.a.v.)'ın aramızda olmadığı bir sırada şöyle dedik: Mallarımız sahipsiz kaldı, Allah da İslam'ı güçlendirmiş bulunuyor. İslam'ın yardımcıları çoğalmış bulunuyor. Mallarımızın başında dursak ve onlardan kaybolanı islah edip yoluna koysak nasıl olur? Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberine bizim aramızda söylediğimizi reddetmek üzere: "Allah yolunda infak edin, kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" buyruğunu indirdi. Buna göre tehlike, mallarımızın başında durmak, onları yoluna koymaya çalışmak ve gazayı terketmemiz diye açıklanmış oldu. Ebü Eyyub Rum topraklarında defnedilinceye kadar Allah yolunda ileri atılmaya devam edip durdu.
Kardeşim bak bu kıssayı iyi düşün Ebu Eyüp Ensari yaşı 80 olmuş ve o durmadan Allah yolunda cihad ediyordu, o beli bükülmüş, saçlarına ak düşmüş, yaşlanmış hatta hasta iken o yalnız Allah'ın dini egemen olsun, insanlar şirkten ve küfürden korunsun diye atları üzerinde o günün şehri olan istanbul/konstantinopolde cihata çıkmıştı. Bugün Müslüman iddiasını taşıyanlar bırakın cihad’ı, bırakın alemlerin rabbi olan Allah'a davet etmeyi, onlar Allah'ın dininden yüz çevirmek suretiyle bugün bu dinle bağlarını kopardılar ve bunun sonucunda aşağılık ve zelil bir hayatın içerisinde hayatlarını sürdürmektedirler.
وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte. (Tevbe, 100)
Allah (cc), razı olduğu kulları üç sınıfa ayırmıştır:
1- Muhacir:
Onlar Allah için mallarını, mülklerini, tezgahlarını ve rahatlarını bozarak dinlerini rahat yaşayabileceği ve dini yayabilme fırsatı için vatanlarından hicret ederek bu din için hicret ettiler. Bugün muhacir olmak küfürden, şirkten, haramlardan, kötü dostlardan, kafirlerden ve müşriklerden hicret edip iman ehline, tevhide ve imana hicret etmek demektir.
2- Ensar:
Bu zulme hakarete ve her türlü kötülüğe maruz kalmış muvahhid Müslüman kardeşlerine hicret ettikleri yerlerde aynı akideyi, aynı dini paylaşan ve hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için muhacirlere yardım etmeleri, yedirmeleri, barındırmaları, iş olanakları vermeleri ve kendileri için istedikleri şeyleri aynen kardeşleri için isteyen kimseleri ifade eder. Acaba biz ensar olabildik mi? Acaba biz ekonomik ve sosyolojik açıdan birbirimize yardım edebildik mi? Acaba biz Allah'ın dinine yardım edenlere yardım edebildik mi?
3- Ve sahabeye ihsanla tabi olmak:
Hiç şüphesiz sahabeyi tanımak, onların izinden gitmek, onlardan razı olmak ve onları ölçü almak Müslüman olmanın en önemli özelliği olmakla beraber Allah'ın kendilerinden övdüğü o kimseler olmak anlamına gelir. Çünkü Allah kerim kitabında onlardan razı olduğunu ve onların da Allah'tan razı olduğunu beyan etmiştir. O halde sahabe gibi büyük bir değişim ve dönüşümle yılgınlık, tembellik, cehalet, acizlik, korkaklık ve her türlü gayri ahlaki tutum ve davranışları terk ederek tercih ve seçimlerimizi Allah'ın davası uğrunda mücadele etmeye ayırma vaktimiz gelmedi mi?
Tevbe: 100 ayetinde sahabenin temel özelliği;
1- Sabikun/ Öne geçen:
Allah muhacir ve ensarların en önemli özelliğini ortaya koymuş ve onlara ‘’Sabikun’’ ismini vermiştir. Bu dinin öncüleri ve öne atılanlar ismini almalarının temel sebebi bu davanın hayata hakim olması için fedakarlık, sadakat, ihsan, itaat, teslimiyet, bağlılık ve hayatlarını adamalarıdır.
2- Evvelin/Öne çıkan:
Bu ne demek biliyor musunuz? Bu Allah ve Resulü savaş var, iş var, cihad var, şu görev var, şu mesuliyet var, şu sorumluluk var, şuraya gidilecek ve şu yapılacak denildiğinde onlar öne çıkarlardı. Ben yaparım Ya Rasulallah ve ben bu işi bilirim Ya Rasulallah demek suretiyle öne çıkan kimselerdi. Onlar tembellik, cehalet, mazeret ve dünyevi çıkarları düşünmediler. O yüzden onlar Sabikun ve Evvelin ismini aldılar. İşte sahabe olabilmek dünyasını satmak demektir, nefsini, arzularını ve rahatlığına karşılık alemlerin rabbi olan Allah'ın rızası için bela, musibet ve sıkıntılara göğüs germektir.
3- Radıyallahu anhum ve radu anhu:
Bu Allah'a iman etmiş ve ayette buyurduğu gibi ‘’Öne atılanlar’’ ve ‘’Öne geçenler’’ olmaları ve bu konuda pazarlıksız bir şekilde davaya hizmet eden ve henüz hayatta olan sahabelere Allah onlara müjdeyi gönderiyor; ;;Radıyallahu Anhum’’ Allah onlardan razı olmuştur ve ‘’Radu Anhu’’ onlar da Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerden razı olmuştur. Gerçekten bu daha kendileri hayatta iken onlar için büyük bir müjdeydi.
4- Vellezine tebau bi ihsanin:
BuVe sonra Allah bir müjde daha veriyor, sahabenin özellikleri anlatıldıktan sonra ihsan'la sahabeye tabi olmuş, onlar gibi Sabikun ve Evvelinden olmuş kimselerin hangi zaman ve hangi çağda olursak olalım Allah'ın rızasını elde edebilmek için onlar gibi iman, salih amel, fedakar, sadakat, takva, ihlas ve samimiyetle bu davaya sarıldığımız sürece onların kendilerine verildiği özelliğin aynısı bu çağın müslümanlarına verilmesi müjdesi vardır. Allahu Ekber.
5- Sebili’l-Mü’minun:
Allah burada mü’minlerin yolunun ancak sahabe yolu olduğunu, bu yol iman, salih amel, itaat, teslimiyet, kulluk, mücadele ve bu din uğrunda malı ve canı adamaktır. Kim mü’minlerin yolundan ayrılır, onlar gibi düşünmez, onlar gibi amel etmez, onlar gibi cihad etmez, onlar gibi sadakat, fedakarlık ve ihlasla bu dinin yardımcıları olmaz ise! Mü’minlerin yolundan çıkmış kimseler olarak isimlendirilmiştir.
6- Onlar Fideke Ebi ve Ummi Ya Rasulullah/Anam babam sana feda olsun ey Rasulullah:
Bu onların gerçekten de ne kadar Bu dine ve Rasulullah aleyhissalâtü vesselam’e karşı içtenlikle fedakar, sadakatlı ve verilen görevi hemen yerine getirme noktasında ne kadar hızlı ve hırslı olduklarını göstermiş oluyor. Bugün sahabe olmak işte bu özellikleri taşımayı gerektirir.
Sahabeyi sahabe yapan temel özellikler;
1- İman ve Salih amel:
Sahabe Allah'ın indirdiği kitapta ve Rasulü öğrettiği şeylere farz, vacip ve nafile olduğuna bakmadan hepsini bir iman olarak görüyordu. Onlar bugünün insanlarının iddia ettiği gibi iman kalpledir demek suretiyle bir iman ortaya koymadılar. Bilakis onlar gizli/açık bir hayat programı olarak hayata iman mefhumuyla baktılar.
Abdullah bin Huzafe, Bizans ile yapılan bir savaşta askerlerle beraber esir düştü. Onun esir düşmesi Bizans Kralının kulağına gitti. Zira o, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabesi ve ilk inananlarındandı.
Kral, Müslüman askerlerin ihlas ve samimiyetlerini duymuş, fisebilillah canlarını feda etmekten çekinmediğini işitmişti. Öyle olup olmadığını Abdullah bin Huzafe gibi ilk inanan bir sahabide denemek istiyordu.
Bizans geleneğinde ise Hıristiyan olmayı kabul eden hariç, esirleri işkence ile öldürmek vardı. Bu niyetle Abdullah bin Huzafe’ye başlarda iyi niyetle Hıristiyan olmasına yönelik teklifler sürekli yapıldı. Tutulduğu hücrede günlerce aç ve susuz bırakıldı. Yanına domuz eti ve şarap konuldu. Fakat nafile Abdullah bin Huzafe, harama el sürmüyordu.
Tüm ısrarlara rağmen Kral, yine ümidini kesmeden sabırla teklifleri bizzat kendisi yapıyordu. Gayesi, bu işi başararak Müslümanlar arasında fitne ve fesat yaymaktı. Bunun için huzuruna getirtip sorguladı:
-Hıristiyan olursan seni serbest bırakırım.
-Benim için ölmek, teklifinden bin defa daha iyidir.
-Zeki birine benziyorsun. Teklifimi kabul edersen seni mülküme ve saltanatıma ortak yapar, kızımı da seninle evlendiririm.
-Bana mülkünün hepsini, üstüne Arap ve Acemlerin mülkünü de versen yine de dinimden dönmem.
-Bu durumda seni öldüreceğim.
-Bunu yapmaya gücün yeter. Fakat kalbimden imanımı sökmeye gücün yetmez.
Kral okçularına emretti. Onu çarmıha gerdiler. Önce ellerinin sonra ayaklarının yanına korkutmak için oklar attılar. Her defasında tekliflerini yeniliyorlardı. Abdullah bin Huzafe’de ufak da olsa bir korku veya tereddüt görmeyince Kral yeni bir emir verdi.
Buna göre büyük büyük kazanlar getirildi. Ateşler yakılıp içine zeytinyağı konuldu. Fokur fokur kaynayan zeytinyağı ürkütüyordu. Getirilen Müslüman esirlerden biri herkesin gözü önünde kazana atıldı. Eti kemiklerinden anında ayrıldı. Bununla Abdullah bin Huzafe’ye göz dağı vererek Kral, bir daha teklifini yeniledi.
Yapılan Hıristiyanlık teklifi karşısında sertçe hayır cevabı alınca, kazana atılmasını emretti. Abdullah bin Huzafe, kazana atılacak şekilde yakınlaştırılırken gözlerinden yaşlar süzüldü. Krala “Ağladı…” diye haber ulaştırıldı. Hemen yanına getirtip teklifini tekrarladı; yine red cevabı alınca:
-Öyleyse neden ağladın? diye sordu.
Cevap temsiliyet konumunda bulunan fedakâr sahabiye yakışır bir cevaptı:
-Bu korkunç şekilde gelen ölüme ağladığımı zannetme! Şehadetim kurtuluşumdur. Rabbim için verebileceğim ne yazık ki tek bir canım var. İsterdim ki saçlarımın sayısınca canım olsaydı da tek tek şu kazan atılsaydım. Ancak tek bir canım var. Ona ağlıyorum.
Kral dalgınlaştı. Sükût edip sessizliğe gömüldü. Artık yenildiğini kabul ediyordu. Ancak Kraldı ve göstermelik de olsa ona bir şey kabul ettirmeliydi.
-Başımı öp, seni serbest bırakayım, dedi ansızın.
Herkes gibi Abdullah bin Huzafe de şaşkındı. Aklına gelen ilk şeyi sordu.
-Diğer Müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?
-Evet! Bırakırım.
Düşündü: “Bu Kral Allah’ın düşmanlarındandır. Beni ve diğer esir Müslümanları serbest bırakması için öpeyim. Bu sebeple bana zarar gelmez”.
Krala yaklaşıp başından öptü. Kral da sözünü tutup 80 Müslüman esiri onunla beraber serbest bıraktı.
Hz. Ömer, meseleyi detaylıca öğrendiğinde Medine’ye dönmüş olan Abdullah bin Huzafe ve esir Müslümanları çağırdı. Mescid-i Nebevi’de bir tören düzenledi:
-Bugün hepimize düşen vazife Abdullah bin Huzafe’nin başını öpmektir. Bunu en önce yerine getirecek olan benim, diyerek onu alnından öptü.
Gösterilen bu fedakârlık ve temsiliyeti tebrik etti.
2- Fedakarlık, Sadakat, Takva, İhlas, İtaat ve Teslimiyet gibi olguları barındırmaları:
Bu onların hayatlarındaki en büyük özellikti. Peki biz bugün acaba fedakarlığımız, sadakatimiz, takvamız ve ihlasımız ne kadar acaba? Gerçekten inandığımız Allah ve Rasulü konusunda yaptığımız bir şeyler var mı?
Bir gün Ashâb-ı Kiram toplanıp: “Kureyşîler Kur’an’ın yüksek sesle okunduğunu hiç dinlemediler. Kur’an’ı onlara yüksek sesle okuyup dinletecek kim var?” dediler. Abdullah bin Mesut radıyallahu anh: “Ben varım!” buyurdu. Arkadaşları: “Biz senin hakkında Kureyşîlerden korkarız. Biz öyle bir adam istiyoruz ki kendisinin, kavm ve kabilesi bulunsun da Kureyşîler bir şey yapmak istedikleri zaman, onu korusunlar.” dediler.
Abdullah radıyallahu anh: “Siz beni bırakınız gideyim, yüce Allah beni korur” dedi. Ertesi gün, kuşluk vakti, Kâbe’nin makamına kadar ilerledi. Kureyşîlerin toplantı yerlerinde bulundukları sırada makamda ayak üzerinde yüksek sesle, Besmele çekerek “er Rahman” Sûresi’ni okumaya başladı. Kureyş müşrikleri hemen kalkıp üzerine yürüdüler. Yüzüne, gözüne vurmaya başladılar. O ise okumaya devam etti. Fakat, dövülmekten yüzü, gözü ezik ve bere içinde arkadaşlarının yanına döndü.
Arkadaşları: “Zaten biz, senin bu akibete uğrayacağından korkmuştuk” dediler. Abdullah radıyallahu anh: “Benim nazarımda, şu anda onlardan daha hafif, zayıf durumda Allah düşmanları yoktur. İsterseniz ben yarın da gider ve onlara bir o kadar daha Kur’an dinletebilirim.” buyurdu.
3- Cihad:
Onlar Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla ve bir hayat programı olarak kendilerini adamış, iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden ve ilahi kelimeullah uğrunda cihad eden kimselerdi. Onlar nerede bir şirk kalesi, nerede bir küfür beldesi, nerede kullara zulüm ve kulları kullara kulluk yapan bir otorite varsa onlar insanları özgürleştirmek, tercih ve seçim yetkisi kazandırmak adına yeryüzünde cihad ettiler.
Resulullah savaş için ilk defa bizanslara karşı kumandan olarak önce sancağı taşıyan Zeyd ibni Hârise (radıyallâhu anh) daha savaşın başında şehid düşünce sonra kumanda Ca‘fer ibni Ebî Tâlib (radıyallâhu anh)a geçti. Sağ eli kesilen Ca‘fer (radıyallâhu anh), sancağı sol eline aldı, sol eli de kesilince iki koluyla göğsü arasında tuttu, fakat bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Onun ardından sancağı Abdullah ibni Revâha (radıyallâhu anh) aldı. Bir süre sonra o da şehid düştü. Kâ‘b ibni Umeyr (radıyallâhu anh) sancağı alıp Sâbit ibni Erkam (radıyallâhu anh)a verdi. Sâbit (radıyallâhu anh), Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)in talimatı gereği bir kumandanın seçilmesini istedi. Kendisi kumandanlığı kabul etmeyince sancak Hâlid ibni Velîd (radıyallâhu anh)a teslim edildi. Bu sırada Rasûl-i Ekrem (sallâllâhu aleyhi ve sellem), Mescid-i Nebevî’de savaş alanında cereyan eden gelişmeleri, kumandanların birer birer şehid oluşunu nakletmiş ve “En sonunda sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı. Nihayet Allah mücahidlere fethi müyesser kıldı” buyurmuştur.
Hâlid ibni Velîd (radıyallâhu anh) sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, geridekileri öne, öndekileri de geriye almak suretiyle yeni takviye birliklerin geldiği yönünde bir izlenim uyandırdı. Geri çekilirken zaman zaman düşmana zarar verip bir miktar ganimet de ele geçirerek İslâm ordusunu sağ salim Medine’ye getirmeyi başardı.
4- El Vela Ve’l Bera:
Onlar cahiliyeden ayrılarak Allah için dost ve Allah için düşman olmuşlardı. Gerçekten bu onların en önemli özelliğidi. Onlar kafirlere ve müşriklere karşı düşman, nefret ve muhalefet içinde iken kendi aralarında sevgi ve kardeşlik bağıyla bağlanmışlardı.
5- Onlar ibadetlerinde ve hayırda bir birileriyle yarışan kimselerdi:
Onlar Kur'an okuma, onunla amel etme, farz ve nafile ibadetler ve Allah yolunda infak etme gibi birçok ibadet çeşitleri ile Allah'a ibadette birbirleriyle yaraşıyorlardı. Bugün kendilerini İslam'a nispet eden yığınlara baktığımızda bırakın farz namazları sadece İslam iddiasında kalıp bunun ötesinden gitmeyerek islam'a ve müslümanlara büyük darbe vurmuş oldular.
6- Onlar zahid kimselerdi:
Onlar bu dünyadan, malından ve mülkünden el etek çekmiş ve dünyayı ahiretin tarlası görerek fırsata çevirmiş kimselerdi.
7- Onlar tefrika ve ayrılıktan uzak vahdeti gerçekleştiren kimselerdi.
Pnlar yeryüzüne mü’minlerin saflarını güçlendirmiş ve küfürün saflarını darmadağın etmiş örnek kimselerdi. Bugün çağın Müslümanları olarak fitne, tefrika, ifrat, tefrit her türlü fitne hayatımızda vazgeçilmez olmuş. Bugün sahabelerin izinden değil nefsimizin, arzularımızın ve Allah'ın kendilerine kafir ve müşrik ismini verdiği insanların izinden giderek ümmetin dağılmasına, parçalanmışlığına ve fitnesine sebep olmuşlardır.
8- Onlar güç ve kuvvet hazırladılar:
Onlar nefizlerine, arzularına ve şehvetlerine prangalar vurdular. Allah yolunda kafir ve müşriklere karşı güç kuvvet hazırlayarak azim gösterdiler.
9- Onlar ilim, irfan ve hikmet sahibi kimselerdi:
Onlar her alanda kendilerini geliştiren, öğrenen ve onunla amel eden kimselerdi. Bugün toplum olarak ilahi öğretileri öğrenmiyor ve onunla amel etmiyoruz. İşte bu ümmetin parçalanması için yeterli bir sebeptir.
10-Onlar ne ifrat ne de tefrite düştüler:
Bilakis vasat yolda yürüyerek bu dinin olması gerektiği gibi yaşadılar. Bugün bu din maalesef kimlerin elinde ifrat ve kimin elinde tefrit şeklinde yaşanmaktadır. Halbuki din vasat olmayı emreder.
11- Onlar cesur kimselerdi:
Sahabeyi sahabe yapan korkaklık, tembellik, cehalet, acizlik, taviz ya da kınayanın kınamasına korkma gibi tüm kötü özellikleri kendi hayatlarında temizleyerek bu din konusunda en büyük yardımcılar olmuşlardır.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ