İslam ve İman İlişkisi
İslam ve İman İlişkisi
İslam ile İman arasındaki ilişki genel itibariyle zikridildiğinde bir birlerine delalet eden yada biri diğerini temsil eden manalardır. Ancak bunlar birlikte zikredildiklerinde birbirinden farklı, ayrı zikredildiğinde eş anlamlı olurlar.
İslam ve İman ilişkisini anlamak adına beş yönden incelemek durumundayız.
1- Sözlük Manası 2- Istılah Manası 3- Şer'i Hükmü 4- Şartı 5- Hakikati
- İman Sözlük Manası; Güven, tasdik ve kabul anlamında kullanılır.
- İmanın Istılah Anlamı: Rasulullah aleyhisselam'ın Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlere kalbin, aklın, dilin ve organların kendisine indirilen şeyleri tasdik, doğrulaması, kabullenmesi ve bir hayat programı olarak görüntülemesini ihtiva eder.
- İmanın Şartı: bu Allah'ın kuldan istediği ve imanın sıhhati için gerekli olan bir şarttır. O'da ihlasla kalbin tasdik etmesi, dilin ikrar etmesi ve organlarla Allah'a itaat etmesidir.
- İmanın şer'i Hükmü: Bu Allah'ın imana dair taalluk eden meselelerde kulun zaruri olarak kendisiyle inanılması istenen dinin asıllarıdır. Allah'a iman, ahirete, meleklere ve kitaplara iman şeklinde.
- İmanın Hakikati: Batini ve zahiri açıdan ikiye ayrılır:
a) Batini hakikati aklın, niyetin ve kalbin onu tasdik etmesi.
b) Zahiri ise bu hakikatleri eylem ve ve söylemlerinde yine tasdik etmesidir.
Kişi ilk önce kalbiyle, aklıyla, zihniyle iman edecek sonra diliyle ikar edip bunu ilan edecek ve ondan sonra Müslümanlığın İslam toplumunda sabit olması için bu imanı amellerinde görüntülemesi gereklidir.
- İslam Sözlük Manası; Teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek ve isteyerek kabul etmek, selamet, kurtuluş ve barış gibi malara gelir.
- Istılah'da İslam: Kur'an'ın ve Sünnetin bildirdiklerini zahir açıdan eylem ve söylemleri ile görüntüleyerek Allah'ın emir ve yasaklarına göre yaşamaktır.
- İslam'ın Şartı: Hiçbir şerri engel olmaksızın eylem ve söylemlerinde Allah'ın farzlarını, emirlerini yerine getirip ve yasaklarından kaçınmaktır.
- İslam'ın Şer'i Hükmü: Allah'ın amellere taalluk eden meseleleri hükme bağlayarak kulun onu yerine getirmesidir. Örneğin: Namazı kılın ve zekatı verin ayetlerinde olduğu gibi.
- İslam'ın Hakikati: Kulun dili ile ve organlarıyla Allah'ın iradesini onaylayarak İslam toplumunda ilahi öğretilere göre yaşamasıdır.
İnancını batini açıdan yani kalp ve niyet şeklinde ihlaslı bir şekilde görüntüleyenlere Mü'min ve bu imanın gereği olan farz ve emirleri yerine getirip haram ve yasaklardan kaçınan kimseye Müslüman denilir.
İslam ve İmanın Şer’i Manası Üç Şekildedir.
1- İslam ve İmanın aynı ayette istisnai şekilde kullanılması;
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Orada bulunan mümin kimseleri çıkardık. (Zâriyat, 35)
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
Orada, bir ev halkı dışında, Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kimse bulamadık. (Zâriyat, 36)
Bu ayette ittifakla burası sadece bir ev idi ama o ev hem Mü'min hem Müslüman diye bahsedilmiştir. Burada islam ve iman genel açıdan eş anlamlı olarak gelmiş olmakla beraber aslında burda çok ince bir istisna var o da Allah Lut aleyhisselam'ın evine genel açıdan Müslüman ismini veriyor ama ne zaman ki imtihan, azap, tehdit, hak ile batıl birbirinden ayrıldığında Allah münafıkların maskesi düşürdükten sonra kafirlerden ayrılanlara Mü'min ismini veriyor. Demek ki Lut aleyhisselam'ın eşi o evde Müslüman olarak görülüyordu. Ama aslında eşi bir münafıktı ve bir kimsenin münafıklığı ancak iki şekilde görülür: birincisi bir imtihan geri olarak münafığın küfrünün ve şirkini izhar etmesi ya da ahirette bunun ortaya çıkması ile gerçekleşir. İşte bu ikisi batini açıdan kimin Mü'min ve kimin kafir olduğunu belirler.
Bu ayetlerde Lut Aleyhisselam'ın ailesi hem İman hem de İslamla nitelendirilmiştir. Nitekim Allah genel açıdan Lut Kavmi'nin içerisinde yaşayan Lut aleyhisselam'ın evini Müslüman bir ev olarak açıklamaktadır ama biz biliyoruz ki Lut aleyhisselam'ın karısı bir münafıktı kafirlerle işbirliğinde olan ve Müslümanların aleyhinde bir kimse idi.
Bu aynı şekilde Nuh aleyhisselam'ın eşi ve çocuğu içinde söz konusudur. Onlar aynı evde iken müslümanlıklarını görüntülüyorlardı ne zaman ki azap onlara hak olunca onlar kafirlerle birlikte olmayı karar kıldılar ve bu hak ile batıl ayrışımında onların münafık maskeleri düşüyor.
2- İslam ve İman Farklı Manada Gelmesi;
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
Bedeviler: “İman ettik.” dediler. De ki: “İman etmediniz. Fakat ‘teslim olduk’ deyin.” (Çünkü) iman henüz kalplerinize girmiş değildir. (Hucurât, 14)
İşte buradaki ayette iman ve islam iki farklı manada gelmiştir. İman kalp ile tasdik olarak kastedilmiş İslam ise dil ve azaların teslim olması olarak kast edilmiştir.
Aslında bu ayet imansız islam, islamsız imanın olmadığını işaret ederek birinin yokluğu diğerini yok olmasına neden olmuştur.
3- İman yada İslam’ın Birbiri Yerine Kullanılır.
Bazen iman islama, islam imana tercih edilmiş ve bazen bir birinin yerini tutar.
İman batini ve zahiri açıdan kalbin tasdik etmesi, dilin ikrarı ve organlarla amel etmek olduğu gibi İslam’da aynı açıdan hem kalbin, hem dilin ve hem organların Allah'a teslim olmasıdır. Dolayısıyla İmanın tanımı kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlar ile amel etmek iken, İslam'ın tanımıda aynı iman gibi kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel etmektir. Çünkü İslam ve iman bu yönü ile eş anlamlıdır.
Hatta ayetlerde ve hadislerde kalp, dil ve organlara iman ismi verildiği gibi aynı şekilde kalp, dil ve organlara islam ismi verilmiştir.
اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. (Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.)
قُلْتُ : يا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ العملِ أَفْضَلُ؟ قَالَ : الإيمَانُ بِاللَّهِ ، وَالجِهَادُ في سبِيلِهِ
Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi: Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum, "Allah'a iman ve Allah yolunda cihaddır" buyurdular. (Muttefekun Aleyh)
Dolayısıyla İslam zahiren, dışta ve görünürde müslümanların Allah'ın iradesini hayatlarında görüntülemesi gereken bir hüküm iken, iman kalbin samimiyetini ihlasını hem batini hem de zahiri açıdan onu ispatlamasıdır. İman ile İslam arasındaki ilişki bir şeyin içi ve dışı arasındaki ilişki gibi olur ayrılmaları imkansızdır. Nasıl ki ağaç köksüz olamıyorsa kökü olmayan bir ağaçta düşünülemez.
Genel açıdan islam ya da iman tek başına kullanıldığında bu dinin Müslüman ya da Mü'min herkesi kapsar bu durumda iman ile islam Müslümanlık ile Mü'min arasında fark olmaz. İslam ve İman birarada zikredilirse buradaki İslam zahiri dış görünüşü temsil eder bu da kişinin dili ile islam'ını ilan edip organlarıyla Allah'ın emirlerine farzlarına itaat edip yasaklarından kaçınmasıdır. İman ise batini olup niyet, kalp, akıl ve düşünceyi kapsar. Bu da kulun Allah'ı sevmesi, güvenmesi, boyun eğmesi, korkması, ihlaslı olması, iştiyak duyması ve yönelmesi anlamındadır.
İman aslında teorik açıdan Allah'ın kullarına emrettiği aklın, kalbin, niyetin ve düşüncenin kendisi üzerine yoğunlaşıp inandığı şeydir. Allah’a, meleklere, kitaplara, resullere ahiret gününe iman etmek gibi şeyler imanın kapsamındadır.
İslam ise pratik açıdan dini temsil eder, bu ise namaz, oruç, zekat, iyliği emretme, kötülüğü yasaklama, cihad ve hac gibi amelleri kapsar.
Nitekim İbni Teymiye: İman tek başına zikredilirse o zaman İslam'ın salih amelleri de içine girer. Zira iman şubeleri hadisinde şöyle geçmektedir;İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. (Mecmuul Fetava 7/13-15
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığında kalpleri ürpertiyle titrer, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. (8/Enfâl, 2)
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ
Onlar ki; namazı dosdoğru kılar ve onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (8/Enfâl, 3)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ
İşte bunlar, hakiki müminlerdir. Onlar için Rableri katında (üstünlük vesilesi olan) dereceler, bağışlanma ve pek değerli bir rızık vardır. (8/Enfâl, 4)
İman’nın İslam'dan Üstün Oluşu
Bu üstün oluş durumuna gelince kalbiyle Allah'ı inkar eden, reddeden, tereddütte ve şüphede olan ama eylem ve söylemlerinde islam'ını görüntüleyerek namaz kılan, oruç tutan ve zekat veren münafıkların durumunu ortaya koymaktadır.
Bir münafık her ne kadar kalbi ile inkar etse dahi küfrünü ve şirkini izhar etmediği sürece İslam toplumunda Müslüman görülür ve Müslümanlar için uygulanan hükümler onun içinde uygulanır. Kendisi Müslüman bir kadınla evlenebilir, öldüğünde yıkanır, kefenlenir, Müslümanların mezara gömülüp ve cenaze namaz kılınabilir. Bu kalbi inkar kul ile Allah arasında olan bir durumdur, işte İmanın ve İslam'ın üstünlüğü bu durumda ortaya çıkar.
Bu açıklamadan sonra her Mü'min Müslümandır ama her Müslüman Mü'min değildir. Çünkü münafıklar kalpleriyle inkar ettikeri için Müslüman görünümdedirler ama Mü'min değillerdir. Dolayısıyla samimi bir Müslüman kalbiyle iman ediyor şek ve şüpheden münafıklıktan arı duru beri ise ve amelleri ile bunu görüntülediğinde iman islam'dan üstün olur ama bir kimse sadece islam'ını namaz, oruç ve zekat gibi zahiren İslam'ı görüntülüyorsa kalbinde şek ve şüphe varsa asla Mümin olamaz. İşte bu sebeple her Mü'min müslümandır ama her müslüman Mü'min değildir hükmü ortaya çıkmaktadır. Nitekim;
Medine'de münafıkları vardı ve onlar sosyal, siyasi, ekonomik ya da başka sebeplerden dolayı kalpleriyle inkar, şüphe ve benzeri sebeplerle iman etmiyorlardı ama kendi çıkarlarını koruyabilmek için islamlarını da görüntülüyorlardı.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ