09 Aralık 2024, 20:03 tarihinde eklendi

İslamı Sabit Olan Kimse Zan ve Şüphe İle Tekfir Edilmez.

İslamı Sabit Olan Kimse Zan ve Şüphe İle Tekfir Edilmez.

İslamı Sabit Olan Kimse Zan ve Şüphe İle Tekfir Edilmez.

Hiç şüphesiz ki tekfir ahkamı daha önce'de ifade ettiğimiz üzere Allah'ın diğer şer’i meselelerde olduğu gibi akidevi, sosyal, siyasi ve ekonomik gibi ahkamına dair belirlediği kurallar, prensipler, isimlendirme ve ahkam ne ise, aynı şekilde tekfir ahkamıda muhkem nasların isimlendirdiği şer'i bir hükümdür.

Tekfir Ahkamı Ancak İslam’ı Sabit Kimselere Uygulanır

Tekfir ahkami Yahudi, Hristiyan, Mecusi, Ateist, Deist, Laik ya da benzeri ideolojik dinlerin bağlıları için uygulanan bir ahkam değildir. Bilakis tekfir ahkamı islam’ı sabit olan bir kimsenin akide'ye taalluk eden meselelere muhalefeti ile gerçekleşen ve bunun sonucunda tekfir ahkamının işletilmesi vacip olan bir hüküm olur. Dolayısıyla tekfir ancak İslam’ı sabit olan bir kimse için uygulanan bir kural ve bir hükümdür.

Tekir ahkamı kuralları, ölçüleri, şartları, sebeleri, önündeki engeller ve sabit kaideleri  ancak İslam’ı sabit olan kimselere uygulanmak suretiyle gerçekleşir. Yoksa kendini İslam’a nispet eden ama şirki ve küfrü açık olan müşrik olan kimseler üzerine tatbik edilecek bir hüküm değildir. Eğer böyle bir şey olursa tekfir ahkamını bağlamında koparmak ve kafiri mü’min, müşrik olanı muvahhid görmeye sebep olur. Nitp

Ahmed Bukrin: Ehli Sünnet bid'at sahibi kimselere günah veya küfür ile hüküm verme kendisinden bid'at sadır olmuş, İslam’ı kesin olarak sabit olan muayyen bir şahsa günahkardır, m Bu açıklamadann sonra İslam’ı sabit olan bir kimsenin İslam’ın kendisine küfümr, haram ve fasıklık ismini verdiği bir kimseye uygulanan kuralların ancak bu kısımda olan kimseler için söz konusu olduğunu ifade edilmiştir. Yoksa şirki ve küfrü açık olan kimseler bu kurala dahil değildir.

Yaşadığımız 21. yüzyılın çağında kendini İslam’a nispet eden demokratlar, laikler, diğer ideolojik dinlerin bağlıları ve bunla beraber ancak şirki ve küfrü açık olan tarikatçılar bu kural kapsamında değildir.

اليقين لا يازول بالشك

‘'Kesin olan şüphe ile zail olmaz''

Bu kaide bize tekfir ahkamına muhatap olanların tekfir edilmeleri için kesin ve hiçbir şüphe ve zan olmaksızın bu ahkama muhatap olmalarıdır. Çünkü bu öyle bir kaideler ki sadece tekfir fıkıh değil bir çok meselede sabit olan bir kaidedir.

Bir kimsenin küfrü, şirki ya da fasıklığı ile ilgili bir şüphe, zan ve görecelik söz konusuysa o kimsenin tekfir edilmesine engel teşkil eder. Nitekim bir kaide olarak;

الأصل في الأشياء الإباحة 

''Eşyada asıl olan ibahadır’' kaidesinin hükmüne göre, bir şeyin haram olmadığı belirtilmediği sürece o şey helaldir ve yapılması dinen caizdir. Bu hükme göre, bir şeyin haram olmadığı belirtilmediği sürece o şey helaldir ve yapılması dinen caizdir. Bu kaide bize aslen islamı sabit olan bir kimseyi asıl üzere ele almak ve taki küfür sabit olana kadar meseleyi araştırmayı gerektirir. Nitekim başka bir kaide;

الأشياء تسقط مع أدنى شك

“Hadler en ufak şüpheyle düşer” 

Bu kaide bize şüphe, ihtilaf, içtihad, zan ve göreceli bir anlayışla bir başkasını tekfir etmeyi yine yasaklamaktadır.

Bu kaideler'den sonra şunu söyleyebiliriz ki: İslam’ı sabit olan bir mü'min başka bir ifade ile tevhidi tasdik eden şirki, küfrü ve tağutları reddeden bir Müslümana kafir ya da Fasık ismini verebilmemiz için önümüzde hiçbir engelin olmaması gerekir. Öyle ki işlediği cürüm apaçık belli olmalıdır. 

Tekfirin Gerçekleşmesinde Aranan İki Şart;

Hiç şüphesiz ki bu kimselerin tekfir edilmesinde önemli kurallar vardır. bu kimsenin tekfir ahkamına muhatap olabilmesi için ilk önce Şartların oluşması lazım bu;

1- Küfür sözü ve küfür fiilinin bizzat kesin işlenmesi

2- İkrah, hata, unutkanlık, dil sürçmesi, takiye ve benzeri durumlar tekfirin önünde engeldir.

Nitekim Küfrün kesin ve açık işlenmesi konusundaki delilimiz;

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, canlı zamanımızda, ke­derli zamanımızda, zorluğumuzda, kolaylığımızda ve başkalarının bizlere tercih edildiği durumlarda dinleyip itaat etmeye ve emirlik hususunda ehil olan birisi ile çekişmeyeceğimize savaşmayacağımıza dair bizden beyat aldı. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu son cümlede şöyle buyurdu: “Ancak elinizde Allah tarafından kesin bir delil olduğu halde emir sahibinde açık bir küfür görürseniz başka (o zaman onlarla savaşabilirsiniz)” (Müslim)

İbn-i Hacer, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Ancak elinizde Allah tarafından kesin bir delil olursa…” sözü hakkında der ki: “Buradaki delil kelimesinden kasıt bir ayet veya tevil ihtimali olmayan sahih bir hadistir. Bu hadisin gerektirdiği mana, emir sahiplerinin yapmış oldukları işler tevile açık olduğu sürece onlara karşı çıkmanın caiz olmayacağıdır.” Fethul Bari 

Bu mesleyi güncel açıdan Misal;

İslam’ı sabit olan bir kimse oy kullanması hemen o kafir oldu yada müşrik oldu mu denecek? Hayır bilakis bu konumda olan bir kardeşimizin niye, niçin, hangi sebepten dolayı oy verdi? Bakılması lazım çünkü bu gibi durumlarda tekfirin önünde engeller söz konusudur.

Yine tağuta muhakeme konusunda İslam’ı sabit olan bir Müslümanı tekfir etmek caiz değildir. çünkü bu kimseye niçin, neden ve hangi sebeple mahkemeye başvurdun? Gibi soruları sormak ve araştırmak vaciptir. Nitekim ümmet şu kaide üzerinde icma etmiştir.

''Mutlak tekfir muayyen tekfiri gerektirmez’'

Bu kaide bağlı kalarak şu iki şart gerçeleştirilmeden islamı sabit olan kimselere tekfir edilmezler;

1- Mutlak muayyen ayırımı.

2- Mutlak mukayyet ayırımı.

Nitekim bu istidlalimize Misal: Allah Resulü aleyhissalatu sellem Mekke’nin fethi konusunda Hatip bin Belta'nın Müşriklere Resulullah’ın sırrını söylemesi normal şartlarda bir küfür fiili idi. Hatta Ömer radiyallahu anhu onu tekfir etmişti ama Allah Resulü neden ve niçin yaptığını sorduğunda onun durumunu anladı ve onun ailesini korumasını istemesini ikrah olarak gördü ve tekfirin önündeki engelleri olduğunu bize göstermiş oldu.

Nitekim Ebu Basir Kavaid Fi't Tekfir adlı kitabında islam ümmetinin kedinsi üzerinde ittifak ettikleri bir meseleyi gündeme getirerek tekfirin ancak kesin ve açık olması gerektiğini şu kaide ile delillendirmektedir;

 Sarih İslam’ı ancak sarih küfür bozar''

Dolayısıyla nasıl ki bir Müslümanın İslam’ı açık net ise aynı şekilde bunun zıttı yani aksi yönüyle küfür ve şirk de aynı nispeti açık ve net olması lazım ki tekfire muhatap olsun.

Bugün maalesef tekir fıkıhnı ve onun kurallarını, ölçülerini, sebeplerini, şartlarını, önündeki engelleri, fail'de aranan ve mükellef de aranan şartlar nelerdir bilmeyen hızlı ve hırslı gençler bugün İslam’ı sabit olan kimseleri haksız bir şekilde tekfir etmektedirler.

Nitekim bu mesele ile ilgili İmam Şefkani Es-Seylül Cerrar eserinde şunları ifade eder; bilinmelidir ki Müslüman bir şahsiyetin dinden çıktığına ve küfre girdiğini hüküm vermeye kalkışmak elinde güneşten daha açık bir delil olmadıkça Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kul için münasip bir şey değildir.

Yine bunla beraber İbn Hazm şöyle der: Şüphesiz ki İslam akdi hakkında sabit olan bir şahsiyetden bu vasıf ancak bir nas ya da bir icma ile kalkar iddia ve iftiralar sebebiyle bu vasıf ondan kalkmaz.

الإسلام الصريح لا ينقضه الا الكفر الصريح

Sarih islamı ancak sarih küfür bozar

Abdullah el-Eserî der ki: Yukarıda verdiğimiz kaidenin ümmetin icması ile bir sabit kaide olduğunu vurgulayarak tekfirin ancak bu sabit kaidelere bağlı kalınarak yapılabileceğini söylemiştir.

Bu sebeple tevhidi sabit olan bir kimseyi tekfir etmeden önce bu meselenin hakkıyla öğrenilmesi, durumun incelenmesi, ikrah var mı yok mu! Muteber tevil var mı yok mu! Benzeri bir çok sebeplere bakılmadan sen kafir oldun demek büyük bir zülüm ve fitnedir.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bir seriye göndermişlerdi. İçlerinde Mikdâd b. Esved radıyallâhu anh’de bulunmaktaydı. Üzerlerine gönde­rildikleri kavme vardıklarında, onları dağılmış bir vaziyette buldular. Sadece ya­nında çok mal bulunan bir adam ayrılmayıp orada kalmıştı. O da: “Ben Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim” dedi. Mikdâd ise bu sözü söylemiş olmasına rağmen üzerine yürüyüp adamı öldürdü. Arkadaşlarından birisi Mikdâd’a: “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet eden bir adamı mı öldürdün? Allah’a yemin ederim ki, bunu Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e anlatacağım” dedi. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde: “Ey Allah’ın Rasûlü, bir adam Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ettiği halde Mikdâd onu öldürdü” dediler. Allah Rasûlü: “Bana Mikdâd’ı çağırın buyurdu. Mikdâd radıyallâhu anh gelince ona; “Ey Mikdâd, Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen bir adamı mı öldürdün? Yarın kelime-i tevhid ile senin durumun nasıl olacak?” buyurdular. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Ey iman edenler! Allah yolunda gazaya çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selam veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” ayetini indirdi. Sonra Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Mikdâd’a: “O mümin bir adamdı, inanmayan bir kavimle beraber olarak imanını gizliyordu. İmanını açığa vurdu sende onu öldürdün. Bundan önce Mekke’de sen de imanını gizliyordun” buyurdular. “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm”, 1/716, 717.

“Gerekli araştırmayı yapın…” ayeti hakkında Taberî der ki: “Durumu size kapalı olan, imanının ve küfrünün hakikatini bilmediğiniz bir kimseyi öldürme hususunda teenni ile hareket ediniz ve acele etmeyiniz. Aksi halde durumu sizin için kapalı olan birisini öldürürsünüz. Allah’a, Rasûlüne ve sizlere harp ilan ettiği için durumunu kesin olarak bildiğiniz kimselerin haricinde hiçbir kimsenin katline yönelmeyin.”“Tefsiru’t-Taberî”, 9/70.

 

Gürsel Gürbüz

 

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *