03 Mayıs 2024, 18:06 tarihinde eklendi

İsra ve Miraç

İsra ve Miraç

İsra ve Miraç

İsra sözlük manası: Gece yürüyüşü, yolculuk yapan, ayak basan ve yürüyen anlamına gelir.

İslam ıstılahında İsra: Allah, kulu Muhammed aleyhisselatu vesselleme bazı alamet, nişan ve kudretini gösterebilmek adına bir gece Mescidi Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürmesini iafede eder.

Miraç sözlük anlamı: Yükselmek, yukarı çıkmak başka bir ifade ile merdiven ya da asansör gibi yukarı çıkmak anlamındadır.

Istılah anlamına gelince: Mescid-i Aksa'dan 7 kat semaya giderek orada peygamberleri görmesi, Allahın kudretini ve Allah ile konuşması ifade eder.

Resulullah aleyhisselam Taif'ten kovulmuş, taşlanmış, davetinde olumsuzluklar ile karşılaşmış ve Allah onun motivasyonunu sağlamak, ona kudretini ve Rasulullahın azmini, istikrarını ve davasında sebat etmesini sağlamak adına Muhammed aleyhisselatu vesselam'i Mekke'den Kudüs’e, Kudüs'ten 7 kat semaya götürmüştür.

Resulullah aleyhisselam yaklaşık 12 yıl boyunca Mekke'de durmadan en yakın akrabalarından en uzak insanları Tevhide Davet ediyor ve imanın insanlara ulaşabilmesi için büyük bir mücadele veriyordu. Ama Müşrikler, Resulullah'a hakaretler, alaylar kötülükler ve zulümler ile karşılık veriyordu. Ne zaman ki Müşrikler Resulullah ve ashabına işkence etmeye, zulmetmeye başladığında ve kendi kavminden ümidini kestiğinden yeni bir üss arıyordu. Davayı ve ilahi dine sahip çıkacak ve yeryüzünde küfrün ve şirkin sonlandırmasına sebep olacak bir üss. Ve bunun için uzaktan akrabaları olan kimselerin yanına Taife gidiyor ve orada yaklaşık 15 gün kalıyor ama onlar da Rasulullah'ı alaya alıyor, hakaret hatta Taifin başıboş deli serkeşlerinin eline taş verilmek suretiyle Taif'ten kovuluyor. Efendimiz aleyhisselam zar zor kendini Utbe ibni Şeybe’nin üzüm bağına atıyor. Resulullah'ın Mekke'den kovulması ve Taif'ten kovulması ve tamamıyla Allah'a yönelip ondan yardım yakarmasının sonucunda dava yolunda bir motivasyon, bir istikrar, sebahat, güç, enerji, mukavemet ve kulunu sağlamlaştırma adına İsra ve Miraç olayı gerçekleşiyor.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ, 1)

Bu öyle bir yolculuktur ki normal şartlarda milyarlarca yıllık olan bir zaman yolculuğunu Burak adlı bir binekle bir gece içerisinde gerçekleşiyor.

“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9)

“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)

“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)

Madem İsra yürüyüş, yolculuk ve ayak basma anlamında o halde Müslüman ilahi davet çalışmalarında insanları Allah'a davet eden, bu yolda yürüyen, basmadık yer bırakmayan, imanı gündeme getiren, insanların hidayetlerine vesile olan, küfrün ve şirkin karşısında dimdik durmayı ifade eder.

Miraç yükselmek ve yukarı çıkmak anlamındadır. Bu sebeple Mü'min Miraç'la sürekli kendini eğitir, ıslah eder, Allah huzurunda mertebesini yükseltir ve kafir-müşriklere karşı onurunu ve izzetini koruyarak Rabbani davada insanlığa yol gösterir.

Dolayısıyla İsra ve Miraç uyanış, diriliş, değişim, motivasyon, güç, kuvvet, istikrar, sabır, mücadele ve yeryüzünde bıkmadan usanmadan ilahi dava uğrunda çalışmayı ifade eder.

Yolculuğun Başlaması;

Göğsün Yarılması

“Ben Kabe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Müslim)

Rasulullah'ın Sütü Tercihi Etmesinin Hikmeti

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resulullah birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Rasulullah aleyhissalâtü vesselâm şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.):

“Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim)

Miraç’a Yükseliş

“Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim... Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.

Gelen kim? denildi.

Cibrîl! dedi.

Berâberindeki kim? denildi.

Muhammed aleyhissalâtü vesselâm dedi.

O Peygamber olarak gönderildi mi? denildi.

Evet! dedi.

Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir! denildi ve kapı açıldı.

Kapıdan geçince, orada Âdem aleyhisselâm’ı gördüm.

Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver! denildi.

Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:

Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.

Sonra Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Yahyâ ve Îsâ aleyhimesselâm ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.

Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Yûsuf aleyhisselâm ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda İdrîs aleyhisselâm ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm ile, altıncı kat semâda ise Mûsâ aleyhisselâm ile karşılaştık.

Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin! dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: Niye ağlıyorsun? denildi.

Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok! dedi.

Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm aleyhisselâm ile karşılaştık.

Cebrâîl:

Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver! dedi.

Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:

Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin! dedi.

Daha sonra bana:

Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.  dedi.

Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.

Cebrâîl bana:

İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır! dedi.”

Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.

Bunlar nedir, ey Cibrîl? diye sordum. Cebrâîl:

Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır. dedi...” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl aleyhisselâm:

Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:

Niçin ey Cibrîl? diye sordu.

O da cevâben:

Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Razi)

Rasulullah Allah’ı gördü mü?

İbn-i Abbâs radıyallâhu anh’tan gelen rivâyetinde:

“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed)

Bir başka rivâyette Resulullah Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:

“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim)

Miraç’ta Günahları Sebebiyle Azap Görenler;

Yetim malı yiyenler

Allâh Resûlü, Miraç’ta bir topluluğa uğradılar ve gör­düler ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların du­daklarını kesip ağızlarına taş koyuyor.

Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir? diye sordu.

Cebrâîl:

Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” dedi. (Taberî)

Gıybet edenler;

Resûlullâh, başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı:

Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Cebrâîl:

Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır.” cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd)

Faiz ve Zinâ edenler;

Resulullah orada; Zinâ­kârları, leş yiyen bedbahtlar olarak;

Fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette;

Zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü. (Taberî)

Borç sadakadan üstündür;

“Miraç gecesinde Cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm:

Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.

Ben:

Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor? diye sordum.

Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur. cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce)

Cennete girenlerin çoğu

(Mîrâc esnâsında) Cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin ekserisi kadınlardı.” (Buhârî, Müslim)

Abdulmuttalib Oğullarının Peygamberimiz’i (asm) Aramaya Çıkışları

Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac gecesinde, Peygamberimiz (asm)’ı bulamayınca, ara­maya çıkmışlardı.

Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar gitti. Oralarda, yüksek sesle:

"Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!" diyerek bağırdı.

Peygamberimiz (asm): "Lebbeyk!  Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:

Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?" dedi. Peygamberimiz (asm):

Beytü'l-Makdis'e gittim." buyurunca, Abbas:

Bu gecenin içinde mi?" diye sordu. Peygamberimiz (asm):

Evet. Bu gecenin içinde gidip geldim!" buyurunca, Abbas:

Her halde, senin başına ancak hayır gelmiş olmalıdır!" dedi. Peygamberimiz (a.s.):

Benim başıma hayırdan başka bir şey gelmemiştir!" buyurdu.

İsra ve Mirâc mucizesi karşısında müşriklerin tavrı ne oldu?

Kureyş'e haber verip anlatmak istedi. Ancak, amcası Ebû Talib'in kızı Ümmühânî elbisesine yapışarak, "Yâ Resûlallah!" dedi. "Sakın bunu halka anlatma, seni yalanlarlar ve seni üzerler."

Resulullah (s.a.v.)"Vallahi! Ben onu anlatacağım." dedi ve halkın yanına varıp Mirâc'ı haber verdi. Kureyşliler şaşırdılar:

"Yâ Muhammed! Buna delilin nedir? Biz bunun bir benzerini daha şimdiye kadar işitmedik." dediler. Resulullah;

"Delilim şudur ki, filân oğullarının devesine filân vadide, filân yerde rastladım. Develerini kaçırmış arıyorlardı. Onları develerine doğru kılavuzladım ve ben Şam'a yöneldim."

"Sonra dönüşümde Dabhanan'a geldiğimde, filan oğullarının kafilesine rastladım, halkı uyuyordu. Onlara ait, üstü örtülü su kabının örtüsünü açıp içindeki suyu içtim. Yine eskisi gibi üzerini örttüm."

"Başka bir delilim de şudur: Sizlere ait bir kafileye Ten'im yokuşunda rastladım. Önde karamtırak bir deve vardı. Üzerinde birisi siyah, öbürü alaca renkli iki çuval bulunuyordu.” (Sire)

"Mescid-i Aksa'yı bize târif edebilir misin?" diye sordular.

Resulullah "Gittim, târif edebilirim." cevabını verdi.

Bundan sonrasını Efendimiz şöyle anlatır:

"Onların, yalanlamalarından ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hatta, o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken, Cenâb-ı Hak, birden Beytü'l Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer târif ettim. Hattâ bana, 'Beytü'l-Makdisin kaç kapısı var?' diye sormuşlardı. Halbuki, ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce, ona bakmaya ve kapılarını birer birer saymaya ve bildirmeye başladım.”

Bunun üzerine müşrikler,

"Vallahi, tastamam ve doğru târif ettin." dediler. Buna rağmen yine îmân etmediler. (Muslim)

Ebubekir’in (r.a.) “Sıddık” oluşu...

Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl:

Ebûbekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu. (İbn-i Sa‘d)

Nitekim müşrikler, Mirac hâdisesini duyar duymaz Ebûbekir’e koştular:

Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler.  Ebûbekir radıyallâhu anh:

O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi. Müşrikler tekrar:

Sen O’nu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Ebûbekir radıyallâhu anh:

Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tereddütsüz tasdîk ediyorum.” dedi. Daha sonra Ebûbekir radıyallâhu anh, o sırada Kâbe’de Rasullah'ın yanına gitti.

“Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlâllah!..” dedi.

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem de O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Ebûbekir’e:

Ey Ebûbekir! Sen Sıddîksın!..” buyurdular. (İbn-i Hişâm)

Rasullullah’ın peygamberlere namaz kıldırması

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o gece Mescid-i Aksâ’da bütün peygamberlere imâm olup namaz kıldırdı. (İbn-i Sa’d, I, 214)

Miraç’ta Peygamberimize verilen üç hediye;

Namaz, Amenerresulü ve Büyük günahların affı

1- Namaz;

Allah başlangıçta 50 vakit olarak emredilmiş olan namaz ibadetini, Rasulullah'ın niyazı ve sürekli mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Ve Allahın lütfu ile 5 vakit namaz 50 vakit namaza eş değer sevap verileceği müjdesi verilmiştir.

2- Âmenerresûlü;

“Bakara sûresinin sonundaki iki ayet-i kerime’yi, kim geceleyin yatmadan önce okursa, ona mükâfat olarak yeter” buyurmuştur. (Buhari)

3- Büyük günahların affı müjdesi;

Miraç gecesi Allah Teala tarafından büyük günahların af olunacağı, şirk hariç, bütün günahların affedileceği Rasulullaha müjde olarak verilmiştir.

Rasulullaha cennetin gösterilişi

Yüce Allah, Peygamberimiz’e (asm) vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (asm), Cebrail (as) tarafından cennete götürüldü.

Cennetin eni, göklerle (altlarındaki) yer kadar olup. Peygamberimiz (asm) orada:

İnciden, yakuttan, zebercetten,.. köşkler, cennetin toprağını da, misk kokar bir halde buldu. Peygamberimiz (asm), cennette; iki yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler (kubbeli evler) dizili bir ırmak da gördü ki, inci, yakut çakılları ve misk üzerinde akıp gidiyordu. (Ahmed)

Peygamberimiz (asm): "Ey Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. Cebrail (as): "Bu, sana Yüce Allah'ın vermiş olduğu Kevser ırmağıdır!" dedi. Kevser ırmağının suyu da, baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi. (Ahmed)

Rasulullaha (a.s) cehennemin gösterilişi

Peygamberimiz (a.s); dünya semasında kendisini güler yüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç gülmeyen, cehennemin bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.Peygamberimiz (asm), onun kim olduğunu Cebrail (as)’dan sorup öğrenince, Cebrail (as)’a:

"Cehennemi bana göstermesini ona emretmez misin?" diye sormuştu.

Cebrail (as) da:

"Olur!" diyerek, cehennemin bekçisi Malik'e: "Ey Malik! Muhammed’e (asm) cehennemi göster!" demişti.

Malik; cehennemin üzerinden örtüsünü açınca, cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz (asm) onun gördüğü her şeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail (as)’a:

"Ey Cebrail! Malik'e emret de, onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.

Cebrail (as) da, cehennemi yerine çevirmesi için, Malik'e emretti. O da, cehenneme:

"Sakin ol!" dedi.

Cehennem, çıkmış olduğu yerine girince, Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü.

Peygamberimiz (asm); cehennemdeki susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki azaplardan daha bazılarını da gördü.

Peygamberimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!” (Ahmed)

Bedenle yolculuk;

Beden ve ruhla yolculuk;

Kadı Iyaz da şöyle demiştir: "Selefin ve genelde Müslümanların çoğunluğu isrâ olayının bedenle birlikte ve uyanıklık halinde olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Gerçek olan da budur." Kadı Iyaz yine şöyle diyor: "Allah'ın izniyle isrâ, bütün olay boyunca hem beden hem de ruhla olmuştur. Ayet, sahih rivayetler ve muteber görüşler buna delalet etmektedir. Zâhir ve gerçek anlamın alınması imkânsız olmadığı sürece bu anlam bırakılarak te'vil yoluna gidilmez.

 

Gürsel Gürbüz

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *