Mü’minlerin Özelliği: Onlar ki; Namazlarında Huşu İçerisindelerdir.
Mü’minlerin Özelliği: Onlar ki; Namazlarında Huşu İçerisindelerdir.
İnsan yaşadığı şu hayatın içerisinde, bir imtihan, bir sorumluluk ve hedefi olan bir varlıktır. O ilahi öğretilere boyun eğmek suretiyle hayatın kodlarını Allah'tan almakla mükellef olan kimsedir.
İnsanı insan yapan, ona izzet, onur ve şerefin tadını hissettiren onun doğru kararlar almak suretiyle tercihini Allah’tan ve ilahi öğretilerden yana yapmasıdır.
Müslüman olmanın en temel özelliği onun sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki ve her anlamda Allah’a ibadet etmesi ve teslim olmasıdır. İslam'da tevhidden sonra müslümanlığın en büyük ispatı kişinin namazı hayatının merkezine alması, Allah'a ibadet etmesi, ona kul olması ve onunla yol bulmasıdır. Namaz hakka götüren, yanlış ile doğruyu ayıran, samimiyet, ihlas ve Allahı sevmenin zirvesidir.
Rabbimiz kur'an-ı kerim'de birçok yerde kullarına namazı emretmekte, namaz kılmaları gerektiği konusunda nasihat, öğüt ve tehditvari ayetleri ile uyarmaktadır.
Namazı kılmamak gerçekten islam toplumunda akidevi sapkınlıklara, derin yaralara, fitnelere, kötülüklere, sapmalara ve saptırılmalara sebep olmaktadır. İşte bunun için namaz her daim tarih boyunca tüm peygamberlerin kendisiyle mesul olduğu ibadetin tâ kendisidir.
Rasulullah aleyhisselam ve sahabe döneminde iman edenlerin namaz kılmama gibi bir düşünce asla hasıl olmadı. Ne zaman ki sahabelerden sonraki ilk üç nesilden sonra iman konusunda gevşeme olunca, mezhep imamlarımız namaz kılmayan kimseler konusunda kur'an ve sünnetten gelen delillerle hükümler vaaz ettiler.
Namaz kılmak Mü’minlere ait en önemli özelliktir;
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ
Onlar ki; namazlarında huşu içerisindelerdir. (Mü'minûn, 2)
Bu ayet mü'minlerin Allah karşısında samimi, huşulu, sukünet, hareketsiz ve büyük bir edep ile Allah'a ibadette odaklanan bir mü'minin namaz kılmadaki özelliği vasfedilmiştir. Kalbin ve bedenin namazda Allah'a karşı edepli olması bedenin hareketsizliği, samimi ve ihlaslı bir şekilde ibadetin yerine getirilmesi namaz kılan müminlerin özelliği sayılmıştır.
Hiç şüphesiz namaz islam toplumunda sosyolojik hayatı temsil eden en önemli unsurdur. Çünkü Namaz insanı iyiliğe, faydaya, hayra, dayanışma, yardımlaşma sevgi ve muhabbete götürürken aynı zamanda Huşu ile kılınan namaz kötülükten, şirkten, küfürden, zinadan, kumardan, bencillik, cimrilik ve birçok kötü ahlaktan temizler.
Mezhep İmamlarının Namaz Konusundaki İçtihadleri.
İmam Azama Göre; Namaz kılmayan bir kimseyi her şeyden önce Müslüman olarak görür. Namaz kılmadığı için kendisi ilk önce uyarılır, sonra hapse atılır, sonra dövülür ve namaz kılana kadar bu şekilde devam edilir.
İmam Malik ve İmam Şafiye Göre; Namaz kılmayan kimse Müslüman olmakla beraber o bu ümmet için bir fitne olarak görülmüş, eğer namaz kılmaz ve diretirse öldürülür. Onların delilleri;
وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ
Fitne öldürmekten daha beterdir. (Bakara, 191)
Hanbeli Mezhebine Göre; Namaz kılmayan ister tembelliğinden olsun ister olmasın her ne şartta olursa olsun, bu kimse Müslüman değildir. Namazı terkeden bu kimseyi tekfir etmiş ve kafir ismini vermiştir. İmam Ahmed delilleri hadislerin zahirine bağlı kalmak suretiyle bu kimsenin malı, canı helal olur ve Müslümanların haklarından mahrum olur. Müslüman kadınla evlenemez, miras hakkına ulaşamaz, Müslümanlar gibi kefenlenmez, yıkanmaz ve Müslümanların mezarına gömülmez demiştir. Delilleri;
Cabir (radiyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
إِنَّ بَيْنَ الرَّجُلِ، وَبَيْنَ الشِّرْكِ، وَالْكُفْرِ تَرْكُ الصَّلاَةِ
“Şüphesiz ki, kişi ile şirk ve küfür arasında, namazı terk etmek vardır!”
(Müslim 82/134, Ebu Davud 4678, Tirmizi 2752, İbni Mace 1078)
Abdullah bin Bureyde (radiyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
اَلْعَهْدُ الَّذِي بَيْنَنَا، وَبَيْنَهُمُ الصَّلاَةُ، فمَنْ تَرَكَهَا، فَقَدْ كَفَرَ
“Bizimle onlar arasındaki ahit, namazdır. Kim, namazı terk ederse, muhakkak ki, küfre girmiş olur!” (Ahmed bin Hanbel Müsned 5/346, Tirmizi 2756, Nesei 462)
Cabir (radiyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
بَيْنَ الْكُفْرِ، وَالْإِيمَانِ تَرْكُ الصَّلاَةِ
“Küfür ile imanın arasında, namazı terk etmek vardır!” (Tirmizi 2751)
Ömer radıyallahu anh’ın namazda şehit olması;
Amr ibn-i Meymûn (r.a) anlatıyor:
Ömer (r.a) hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. Onunla aramda sadece Abdullah ibn-i Abbâs (r.a) vardı. İki saf arasından geçince, “Safları düz tutun!” derdi. Saflarda herhangi bir boşluk kalmayınca öne geçip tekbir getirerek namaza başladı. İlk rekâtte cemaat toplanıncaya kadar, muhtemelen Yûsuf veya Nahl Sûresi’ni veya bunlara mümâsil (denk) bir sûre okudu. (Rükûye gitmek üzere) tekbir getirmişti ki, o esnâda hançerlenmiş, “Köpek beni öldürdü veya yedi!” dediğini işittim. İranlı köle, elinde iki ağızlı bir bıçak ile kapıya doğru fırladı, sağında solunda kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten tam on üç kişiyi hançerledi. Bunlardan yedisi derhal öldü. Bu durumu gören müslümanlardan biri, kâtilin üzerine bir elbise attı. İranlı köle yakalandığına kanaat getirince hançeri kendisine saplayıp intihar etti.
Ömer (r.a), Abdurrahman ibn-i Avf’ın elini tutup öne geçirdi. Ömer’in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescid’in yan tarafındakiler ise ne olup bittiğini anlayamamışlardı. Onlar sadece Ömer’in sesini duyamaz olmuşlardı ve “Sübhanallah! Sübhanallah!” diyorlardı. Abdurrahman (r.a) cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı. Cemaat namazdan çıkınca Ömer (r.a):
Ey İbn-i Abbâs, bak bakalım beni kim yaraladı!” dedi. İbn-i Abbâs (r.a) bir müddet dolaşıp döndü ve:
“Muğîre bin Şu’be’nin kölesi” dedi.
Ömer (r.a):
Şu sanatkâr olan mı?” diye sordu. Abdullah:
Evet” dedi. Ömer:
Allah canını alsın, ben ona mârufu, doğru olanı emretmiştim!” dedi ve ilave etti:
Ölümümü, İslâm’a girdiğini iddia eden birinin eliyle yapmayan Allah’a hamdolsun!”…
Sonra evine taşındı. Onunla birlikte biz de gittik. Sanki insanların başına o güne kadar hiç musibet gelmemişti. Kimi: “Bir şeyi yok!” diyor, kimi de: “Onun için korkuyorum!” diyordu. Nebiz (hurma şırası) getirildi, ondan biraz içti. İçtiği şıranın tamamı karnındaki yaradan dışarı çıktı. Sonra süt getirildi, ondan da içti. O da yarasından akıp gitti. Bunun üzerine onun öleceğini anladılar. Yanına girdik. İnsanlar gelip kendisini övüyor, senâda bulunuyorlardı. Bir genç geldi:
Ey Mü’minlerin Emîri, Rasûlullah (s.a.v)’la beraber olmanız ve İslâm’ı ilk günlerde kabul etmeniz sebebiyle Allah Teâlâ’nın size lütfedeceği nimetlerle sevinin! Sonra başa geçtiniz ve adâletle muâmele ettiniz. Sonunda da şehadete nâil oluyorsunuz!” dedi.
Ömer büyük bir tevazu ile:
Bütün bunların günahlarımı karşılayarak Allah’ın huzurunda hesaba çekilmemeyi, ne aleyhime ne lehime, başa baş kurtulmayı ne kadar isterim!” dedi.
Genç geri dönüp giderken, Ömer (r.a) onun elbisesinin yere değdiğini gördü.
Onu bana çağırın!” dedi. Geldiğinde:
Ey kardeşimin oğlu, elbiseni kaldır, böyle yapman onun daha fazla dayanmasını ve Rabbine karşı daha müttakî olmanı sağlar!” dedi.
Şuursuz bir şekilde namaz kılanlara veyl olsun;
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ
Veyl olsun o namaz kılanlara!
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ
Onlar ki namazlarında gaflet içindelerdir
اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ
Onlar, riyakâr kimselerdir. (Maun: 4-6)
Bu ayetlerden namaz kılmalarına rağmen onlar hayatlarında namazların özünden uzak, ibadetleri topluma gösteriş yapmak için ve hayra engel olmaları sebebiyle Allah bu kimselere zem etmektedir.
Ayetteki ‘’Sahun'' kelimesi namazı ciddiye almayanlar, onun şuurunda olmayan, özümsemeyen, namazı tamamıyla geleneksel ve kültürel bir şuurla kılan kimseleri ifade etmektedir. Çünkü namaz sosyolojik bir ibadet olduğu için bir sorumluluk ve mesuliyeti gerektirir. Nitekim ayetlerde namazın kötülüklerden alıkoyduğunu, sabra sebep olduğunu, tövbelerin kabul edildiğine ve hayırda bulunma gibi birçok iyiliğe sebep olduğu beyan edilmiştir. Bu da namazın hem sosyolojik açıdan en önemli bir birim ve hayatın en vazgeçilmez olduğunu ispatlar.
İşte burada Rabbimiz namazı ciddiye almayan, geleneksel ve kültürel bir şekilde Tevhid inancından kopuk ve şuursuz bir şekilde kıldıkları namazın ümmet içinde iyiliğe, hayra sebep olmadığına, kötülüğü yasaklanmadığına, sadece maddi çıkarlar ya da nefsi hoşnut edebilmek için gösteriş yaparak kendilerini aldatan kimselerin özellikleri beyan edilmiş ve kıldıkları namazın hiçbir şekilde kendi katında değeri olmadığı beyan edilmiştir.
Namaz kılmamanın doğurduğu ağır sonuçlar;
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ
Her nefis, kazandığı (ameller) karşılığında rehindir. (Yaptıkları akıbetini belirler.)
Her insan tercih ve seçimlerinde sorumlu olan kimsedir. Tercihlerinde küfre, şirke, harama ve sorumsuzluğa dair bir seçim söz konusuysa bu o kimsenin aleyhinedir. Ve bu kötü akibet onun nefsinin cehennem ateşinde rehin kalmak suretiyle büyük bir felaketlere sebep olur.
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ
Ashabu’l Yemin (amel defterini sağdan alacaklar) müstesna.
Amel defterini sağdan almış olanlar doğru tercih yapmış ilahi öğretilerde sebat göstermiş, Allah'a iman yolunda mücadele etmiş ve yeryüzünde Allah'a kul olmak suretiyle ashab-ı yemin grubuna dahil olmuşlardır. Çünkü onlar bir önceki ayette olduğu gibi tercihlerini yanlış, kötülük, zulüm ve haddi aşmak üzere değil! Bilakis Allah'a ibadet, kulluk ve mücadele üzere bina etmişlerdi. İşte bu ilahi rızaya ve cennetin kazanmasına sebeptir.
ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَ
Onlar cennetlerdedir. Birbirlerine sorarlar.
Kıyamet kopmuş, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girmiş ve o gün cennette amel defterini sağdan alan Müminler cennette cehenneme girmiş kimselerin durumlarını konuşuyorlar.
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
Mücrimleri(n durumunu).
Mücrim olmuş, günaha düşmüş, aşama aşama Allah ile bağlarını koparmış ve bunun sonucunda cehenneme girmiş olan o günahkarları konuşuyorlar. Bunlar neden cenneti kazanamadılar? Bunlar neden fırsatı değerlendiremediler? Bunlar neden mücrim ismini aldılar? Bunlar neden cehenneme sürüklendiler? İşte bunu konuşuyorlardı. Allah o gün müminlerin bu sorusuna cehennem ehliyle cevap verecek ve cennet ehli ile cehennem ehli arasında canlı bir bağlantı gerçekleşecek sonra Müminler o günahkarlara soru soracak.
مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ
“Sizi Sakar’a/cehenneme ne sürükledi?” (derler.)
Ve Müslümanlar o günahkarlara sizi cehenneme sürükleyen nedir? Niçin ateşe girdiniz? Ne için ateşin derin çukuruna düştünüz? Allah size kitap ve peygamber göndermedi mi? Ne diye doğru kararlar almadınız? Neden dünya hayatının fırsatını kaçırdınız? Ve o günahkarlar cehenneme girişlerinin sebebinin tek tek anlatırlar.
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ
Derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
Bu kimseler namaz kılan, cemaat olan, Allah'ın davası uğrunda mücadele eden, iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan ve ilahi kelimetullah yolunda mücadele eden o namaz kılanlarla beraber olmak istemediler. Onlar Allah'a ibadet hakkı olan namaz farziyetini yerine getirme noktasında bir tembellik ve bir isteksizlik içinde idiler. Onların malı, mülkü, makamı, dükkanları, tezgahları ve vakitleri o kadar değerli idi ki Allah'a ibadet edecek vakit bulamıyorlardı. Bu yüzden onlar büyük bir pişmanlıkla biz namaz kılanlardan değildik diyorlardı.
Namaz’da okla vurulan sahabi;
Zatürrika Gazvesi’nden dönüş esnasında İslâm ordusu bir vadide mola verir. Ordu, gece bu vadide konaklar.
Rasulullah aleyhisselam sorar: “Bu gece bizi kim bekleyecek, gece nöbetini kim tutacak?” Muhacirlerden Ammâr b. Yâsir, ensardan ise Abbâd b. Bişr ayağa kalkar ve nöbet görevini üstlenirler. Rasulullah aleyhisselam onlara vadinin ağzına gitmelerini ve gece boyunca güvenliği sağlamalarını emreder. Nöbet yerlerine vardıklarında Abbâd, Ammâr’a sorar: “Ne zaman uyumak istersin; şimdi mi, sonra mı?” Ammâr şimdi uyuyacağını söyleyerek ilk nöbeti Abbâd’ın tutmasını ister ve uyumak için biraz uzağa gider. Abbâd ise kıbleye yönelir ve namaza durur. O güzel sesiyle Kehf Sûresi’ni okumaya başlar. Gökteki yıldızlar, çevredeki ağaçlar, kuşlar ve bütün canlılar onun zikrine ortak olur. Bu sırada onu fark eden bir düşmanın attığı ok, Abbâd’ın vücuduna isabet eder. Ancak Abbâd’ın, namazını bozmaya hiç de niyeti yoktur. Oku vücudundan çıkarır ve namazına devam eder. Adam bir ok daha atar, bu ikinci ok da hedefini bulur. Ancak bu ok da Abbâd’ı namazından vazgeçirmez. Adamın attığı üçüncü ok Abbâd’ı oldukça bitkin bir hale getirir. Abbâd selamını verip namazını bitirdiğinde Ammâr’ı uyandırır. Ammâr arkadaşının vücudundan akan kanları dehşetle görür ve şaşkın bir hâlde sorar: “Sübhânallah, adam sana ilk oku attığında neden beni uyandırmadın?”
Abbâd şöyle cevap verir: “Kehf Sûresi’ni okuyordum. O kadar güzeldi ki yarıda bırakmak istemedim. Rasûlullah’ın verdiği nöbet görevini yerine getiremeyeceğimden korkmasaydım, okumaya devam ederdim.” (Ahmed bin Hanbel)
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ
“Miskinleri/İhtiyaç sahibi yoksulları da doyurmazdık.”
Sonra onların cehenneme girmesinin ikinci sebebi onların ihtiyaç sahibi yoksulları doyurmayan, sadaka, zekat ve infak gibi ibadetleri yerine getirmeyen, kendisi tok iken başkaları açken o kendi midesini, kendi geleceğini ve rahatını düşünüyordu.
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ
“(Batıla ve eğlenceye) dalıp gidenlerle beraber, biz de dalıp giderdik.”
Onların cehenneme girmesini üçüncü sebebi onlar sorumsuz, mesuliyetsiz, ilahi görev yerlerini terk etmiş, batıla ve eğlence dalma konusunda tercihlerini yapmış kimselerdi. Onlar batıl davalar, kadın, spor, moda, eğlence, oyun ve buna benzer Allah'tan alıkoyacak her türlü boş işlerin adamı olmuştu. Onların gündeminde Allah, din, dava yoktu, onların gündemini işgal eden para, makam, şöhret ve boş işlere adamak suretiyle sapmayı tercih etmişlerid.
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ
“Din Günü'nü yalanlardık.”
Aslında bunlar ilk etapda din gününü yalanlamıyorlardı. Ama ilk önce namaz kılanlarla beraber olmamaları bu birinci günah, sonra miskinleri doyurmamaları bu ikinci günah, sonra batıla, eğlenceye, kendilerini Allah ile bağlarını koparan boş işlerin adamı olunca Allah'ı unuttular. Sonra vicdanlarının onları ilahi sorumluluk konusunda rahatsız etmeleri sonucunda bari şu din gününü de inkar edelim vicdanımızın bizi rahatsız etmesinden kurtulalım diyerek din gününüde yalanladılar.
حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ
“Yakin (ölüm) bize gelene kadar (böyle devam etti).”
Onlar bu halde iken fırsatları değerlendiremediler. Allah'a kulluğu ve ibadeti başaramadılar, seçim ve tercihlerinde hata yaptılar tâ ki ölüm onlara gelene kadar
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ
Artık şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.
Artık şefaat edecek olan peygamberler, melekler, şehitler ve alimler onlara şefaat edemeyecek. Çünkü Allah onlardan razı değildi ve onlar için şefaat yetkisini kimseye vermedi. Onlar bu günahların sonunda ahireti yalanlayan ve kafir olarak ölen kimseler oldular. Onlar iman konusunda istikrar, sadakat, kararlılık ve ihlas konusunda bu imtihanı kaybettiler.
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ
Onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?
Allah bu konumda olan insanları uyarmak adına onlar neden islam’dan, öğütten, zikirden ve rahmetten yüz çeviriyorlar. Diyerek onların Allah’ı, rasulü ve ilahi öğretilerini önemsemeyen ve değer vermeyen kimseler olarak tanımlamıştır.
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ
Âdeta ürkmüş yaban eşekleri gib aslandan (korkup) kaçanlar. (Muddessir: 39-51)
Onlar adeta ürkmüş yaban eşekleri gibidirler. Bu gerçekten de dehşetli bir benzetmedir. Allah'ın davasından ve onun zikrinden yüz çevirenlerin temel sebebi yaban eşeğinin aslandan korktuğu gibi insanların Allah'ın davasından korkmasıdır. Burada Allah, öğütten ve zikirden yüz çevirenleri yaban eşeklerine benzetmesi onların ilahi öğretiler konusunda yabani olmaları, dini önemsememeleri ve ilahi yasalardan yüz çevirmeleri hasebiyle Allah onları yaban eşeklerine benzetmiştir. Aslandan korkup kaçmasına gelince bu ilahi davanın ağırlığı, onların gelecek kaygısı, rızık endişesi ve dünyada sonlarının ve rahatlıklarının bozulacağı korkusu vardır. Bu yüzden kendileri yabani eşek konumunda olunca Allah'ın davasını yırtıcı bir aslan gibi görüp Allah'ın davasından yüz çevirdiler.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ