Rasulullah’ın Doğumu Ve Gençliği
Rasulullah’ın Doğumu Ve Gençliği
Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın doğumu ve onun çocukluk devresini bilmek hiç şüphesiz ki Allah Resulü tanımayı ve onun yaşamış olduğu evrelerde bizim için ibretler ve dersler vardır. Özellikle Resulullah aleyhissalatu sellemin doğmadan önce babasının kaybetmesi ve hemen ardından annesini kaybedip yetim bir şekilde doğması ve çocuk devresinde karşılaştığı olaylar büyüme aşaması hikmetlerle doludur.
Resulullah’ın Soyu;
Hiç şüphesiz ki Allah Resulü aleyhissalatu vesselam‘ın kendisi insanların en üstünü olmakla beraber soyu da gerçekten temiz bir soydan gelmektedir. Allah Resulü aleyhissalatu vesselam'in soyu dedeleri Kusay oğlu Abdimenaf oğlu Abdulmuttalip oğlu Abdullah oğlu Muhammed aleyhisselamdır. Öyle ki bu soyun zincirin ilk halkası Adnan, Adnan ise İbrahim aleyhisselam oğlu İsmail aleyhisselamın soyundandır.
Allah Resulü aleyhissalatu sellemin annesi Âmine Kilab‘ın oğlu Zühre‘nin oğlu Abdimenaf‘ın oğlu Vehb’in kızı’dır. Yani Allah Resulüne beşinci kuşaktan dedesidir. Bu açıdan Resulullah'ın babası ve annesi aynı soydan olup ikisi de Kilap'ta birleşmektedir.
Resulullah’ın Kabilesi
Allah Resulü aleyhisselam Adnan oğullarından gelen ve Arap kabileleri arasında asil, yüceliş, yüksek, şeref ve büyük bir kabile olan Kureyş kabilesindendir.
Bu kabilenin insanları zamanlarının en şerefli ve ahlakı en üstün olan insanlardı. Bu kabilede Kusay bin Kilab isimli biri vardı ki onu başkalarından ayıran bir vasfı vardı. Öyle ki o Mekke’nin yönetiminin ve Kabe’nin hakimiyetini ilk olarak eline geçiren zattır. O Kabe sahipliğini, anahtar muhafızlığını, Haciplik denilen Sidanet görevini ele almıştır. Kabe’nin anahtarları onun elinde olduğu için onun izni olmadan kimse Kabeye giremezdi. Bu zat o dönem Mekke’nin dışında dağınık bir şekilde yaşayan Kureyşliler Mekke’nin içine o yerleştirmiştir. Kabe’nin hizmetinde görevlerini haç, umre ve benzeri bir çok meselede o yetkilendirmiştir. Öyle ki es-Sikaye ve er-Rifada gibi hayır kuruluşlarını o kurmuştur. Mekke’nin idaresi, yönetimi ve kontrolü ona aitti.
Sikaye: Hacılar su dağıtma demektir. Hacılara su vermek için havuzlar yapılır içine suları konur ve bu suları tatlandırmak için içine hurma, üzüm ve bal gibi yiyecekler katılırdı, buna tatlı su ismi verilerek hacılara dağıtılırdı.
Rifâ’da: Kureyş her yıl Mekke halkından topladığı paralarla Allahın misafirleri kabul ettikleri hacılara hac mevsimlerinde ikram ettikleri yemeklerdir. Yani o gün bu toplum Mekke’de ve Mekke dışına gelen insanlara hac mevsiminde bedava yemek yediriyorlardı.
Sidanet: Hicâbe görevini üstlenen kişi temelde Kâbe'nin bakımı, örtüsü, kapısının ve anahtarlarının muhafazasından sorumludur.
Kusay bin Kilab Mekke’nin kuzeyinde bir ev yaptı, bu ev o dönemde Daru’l Nedve diye isimlendiriliyordu. Burası Kureyş’in Şura meclisi olup devlet yönetimi ve sorunlarla ilgili olarak toplanıp istişare ederek karar verdikleri yerdi. Emirler burada verilir, kararlar burada alınır ve nikahlar burada kıyılırdı. Aynı zamanda savaş kararları da burada alınırdı. Aslında burası sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, askeri ve her alanda karar verilen bir yerdi. Tüm yetkilerde Kusay bin Kilab’a aitti.
Resulullah’ın Ailesi
Resulullah’ın ailesi Haşimi ailesi olarak bilinir soyu ikinci kuşaktan dedesi Haşimdir. Haşim ise Kusay'ın varisidir. es-Sikaye ve er-Rıfada görevleri ona tevdi edilmiştir. Ondan sonra kardeşi Muttalip varisi olmuştur. İslam’ın gelişine kadar Haşim’in çocukları mirasçı olarak gelmişlerdir. Haşim kendi zamanında çok cömert olan ve oranın lideriydi. Mekke halkına buğdaydan yaptırdığı ekmekleri et suyuyla tirit yaptırıp dağıttırdı. Bundan dolayı Haşim lakabını almıştır, asılm ismi Amr idi. Kışın Yemen’e yazın Şama’a seferleri ilk defa o tertip etmiş ve âdet haline getirmiştir.
Bir gün Haşim Şam'a ticaret için çıktığında, Medine’ye uğradı orada Neccar bin Adil kabilesinden Amr bin Zeyd‘e misafir oldu. Burada Amr‘ın kızı Selma’yı görüp onunla evlendi. Belirli bir süre kaldıktan sonra hamile eşini orada bırakarak Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Seferi sırasında uğradığı Filistin’in Gazze bölgesinde vefat etti. Selma Medine'de bir oğlan çocuğu dünyaya getirince ismini Şeybe koydular. Medine'de büyüyüp 7 ve 8 yaşlarına geldiği için Mekke halkı onu hiç tanımıyordu. Amcası Muttalip onu yabancı bir ilde bırakmanın doğru olmayacağını düşünerek Mekke’ye getirdi. Muttalip'i görenler arkandaki kim diye sordular? O da göz değmesin diye kölemdir, dedi. Bundan sonra insanlar Şeybe’ye Muttalib'in kölesi anlamına gelen Abdulmuttalip demeye başladılar. Abdulmuttalip insanların en yakışıklısı ve en cömert olanıydı, o zaman hiç kimse onun makam ve şerefine ulaşmadı. Çünkü O Mekke’nin düzeni sağlayan ve Kureyş‘in efendisi olan temiz bir şahsiyet, cömer, dürüst ve adaletli biriydi.
Zemzem Kuyusunun Bulunması
Eski Mekke ehlinin gitmesi ile yeri ve izi kaybolan Zemzem kuyusunu asıl yerini rüyasında görerek açtırdı ve zemzem kuyusunu yeniden açmakla şereflenen kimse olmuştur.
Abdulmuttalip zemzem kuyusunu kazıp suyu ortaya çıkarınca onunla Kureyşler arasında bazı tartışmalar oldu, Zemezem kuyusunu bulunca,
"Ey Abdülmuttalib! Bu babamız İsmail'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et." dediler. Abdülmuttalib,
"Hayır, yapamam" dedi. "Bu iş sadece bana tahsis edilmiş ve aranızdan ancak bana verilmiştir."
Abdülmuttalib'in bu kesin cevabı Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy bin Nevfel şöyle konuştu:
"Sen yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok. Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?"
Bu söz, Abdülmuttalib'in adeta içini yaktı. Çünkü, Kureyşliler onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu hâliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü:
"Ya, demek sen beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?"
Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semaya doğru çevirdi ve,
"Yemin ederim ki, Allah bana on erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kâbe'nin yanında kurban edeceğim.(Taberî, 1/128)
Abdülmuttalib'in Vaadi
Vaa'dini unutmayan Abdülmuttalib, oğullarını bir gün bir araya topladı ve durumu anlatarak, içlerinden birini kurban etmesi gerektiğini bildirdi. Hepsi de tereddütsüz razı oldular. Sonra da babalarına sordular:
"Peki, nasıl yapalım bunu? Kimin kurban edileceğini nasıl tesbit edelim?"
Abdülmuttalib böyle bir durumda nasıl yapılması gerektiğini biliyordu. Şöyle dedi:
"Her biriniz birer ok alın, üzerine kendi isminizi yazın ve okları bana verin!"
İtaatkar çocuklar, babalarının emrini derhal yerine getirdiler. Her biri ok'danlığından bir ok çekti. Üzerine kendi ismini yazdıktan sonra, babasına uzattı. Okları toplayan Abdülmuttalib doğruca Kâbe'ye vardı. Meselenin nasıl halledileceği anlaşılmıştı artık: Hübel putunun yanında ok çekilecek, kimin oku çıkarsa o kurban edilecekti…
Kim Kurban Edilecek?
Kâbe'nin yanına varan Abdülmuttalib'in etrafını Mekke halkı sarmıştı. Elindeki on oku, Allah'a verdiği sözünden caymış sayılmaması için, tereddütsüz ok çekme memuruna uzattı. On okun üzerinde çocuklarının ismi vardı.
Memur oklardan birini çekti.
"Ab-dul-lah!"
Abdulmuttalip duyduğuna inanmak istemedi. Oku memurun elinden çekip aldı, dikkatlice baktı ve okudu: "Abdullah."Yıkılmış bir halde yüzünü Abdullah'a çevirdi ve şöyle dedi: "Oğlum Abdullah! Allah, kendisine kurban edilmek üzere seni seçti. Bu şerefi kardeşlerin arasında sana ihsan etti."
Bu haber, bir anda oradakileri hüzne boğdu. Herkes birbirine soruyordu:
"Abdullah mı? O güzel, o tatlı çocuk mu kurban edilecek?"
"Onu kurban edeceğim!"
Bu cevap, kalabalık arasında hayret ve heyecan meydana getirerek dalgalandı. Müdahale ettiler:
"Ey Abdülmuttalib," dediler. "Bu nasıl olur? Sen ki, Mekke'nin büyüğüsün; böyle yaparsan, sonra herkes senin yaptığını yapmaz mı? Herkes oğlunu kurban ederse, bizim de soyumuz kesilmez mi?..”
"Ey Abdülmuttalib! Abdullah'ı al, Şam'a git. Orada bir kadın var; kâhin ve bilgin bir kadın. Doğudan batıdan zorlukta kalan herkes, ülkeler aşıp ona gider. Herkesin derdine bir çare bulur. Elbette senin için bir çare bulur. Abdullah boğazlanacak derse, gel onu boğazla. Yok eğer seni de Abdullah'ı da bizi de üzüntüden kurtaracak bir çare bulursa, ona göre hareket edersin."
Bu fikir Abdülmuttalib'in aklına yattı. Derhal Abdullah'ı yanına alarak Şam'a doğru yola çıktı. Medine'ye geldiklerinde kâhin kadının Hayber'de olduğunu öğrendiler. Oradan Hayber'e geldiler. Arrafe adındaki kâhineyi buldular. Abdülmuttalib durumu olduğu gibi anlattı.
Kadın sordu:
"Sizde bir insanın diyeti nedir?"
Abdülmuttalib,
"On deve" dedi.
Bunun üzerine kâhin kadın,
"Gidin on deve hazırlayın. Çocukla on deveyi alıp ok çektiğiniz yere götürün. Bir tarafta çocuğunuz, diğer tarafta ise on deve olmak üzere ikisi arasında ok çekin. Eğer ok develere çıkarsa, develeri kurban edip çocuğu kurtarın. Yok, eğer ok çocuğa çıkarsa, her defasında develerin sayısına bir diyet miktarı daha ekleyerek Rabbiniz sizden razı oluncaya kadar ok çekmeye devam edin! Ne zaman ok develere çıkarsa, onları boğazlayıp kurban edin. Bu şekilde hem Rabbinizi razı etmiş hem de çocuğunuzu kurban olmaktan kurtarmış olursunuz." dedi. (Tabakât, 2/174)
Abdülmuttalib sevinç içinde, memura, "Çek" dedi. Çekilen ok Abdullah'a çıktı. Develerin sayısını yirmiye çıkardılar. Memur tekrar ok çekti. Ok yine Abdullah'ı gösterdi. Develer otuza çıkarıldı. Ok tekrar Abdullah'a isabet etti. Devler kırk oldu. Ok yine Abdullah'a çıktı. Elli oldu; ok sanki Abdullah'a çıkmakta ısrar ediyordu. Altmış, yetmiş, seksen, doksan oldu. Ok ısrarla Abdullah'ı gösteriyordu.
Abdülmuttalib hayret ve heyecan içindeydi. Her çekim esnasında ellerini semaya doğru kaldırarak duâ etmekten de geri durmuyordu.
"Vallahi, üst üste üç defa daha ok çekeceğim. Tâ ki, kalbim mutmain olsun.”
İki Kurbanlığın Oğlu
Bu olaya ve neslinden geldiği İsmail'in kurban edilmesi hakkında Resulullah;
"Ben iki kurbanlığın oğluyum." [Hakim, el-Müstedrek) buyurduğu nakledilmiştir.
Rasulullah’ın Doğumu Esnasında Olağan Üstü Haller.
Resulullah aleyhisselam’ın doğumu esnasında bir çok yerde olağanüstü haller olmuştur ve İslam tarihçileri şunları rivayet etmişlerdir
- O devrin en büyük devletlerinden olan Îran Kisrâ’sının (hükümdârının) sarayında, mîmarların yıkılmaz dediği on dört sütûn birden çöktü.
- Sâvâ gölü kurudu.
- Mecûsîlerin uzun müddetten beri sönmeden yakıp tapındıkları ateşgedeleri söndü.
- Müşriklerin Ka’be üzerine koymuş oldukları putlar, devrilip kırıldı.
Resulullah’ın doğumu esnasında gerçekleşen bu olaylar aslında Allah nebi ve Resul’ünü dünyaya devrimci ve inkılapçı bir sıfatla göndereceğin bir alametidir. Hak gelecek batıl yok olacak, mazlumlar zalimleri devirecek, müminler kâfirlerin küfürünü sonlandıracak, muvahhidler müşriklerin fitnesini dur diyecek, şeklinde doğumunu ilan ediyordu.
O gün insanların kimisi güneşe, kimisi ateşe ve kimisi Nemrut gibi hükümdarların zülüm politikalarıyla kulları kullara kul yapıyor, işte Resulullah’ın doğumu onları bu şekilde ilan ediyordu. Biz Müslümanlarda küfürle hükmedilen sarayları, ibadet edilen tağut, şirki, küfrü ve daha nice batıl inançları reddetmemiz gerektiği anlaşılmakta.
Gerçekten ilerde Îran’ın saltanatı yıkılacak, Bizans İmparatorluğu dağılacak, putperestlik sönecek, küfrün bataklığı kuruyacaktı.
Rasulullah’ın Doğumu
Rasulullah’ın Miladi 571, Rebiulevvel ayının genel'de 12. gecesi, (Nisan ayının 20 olarak bilinir ama aslında 9 Rebiulevvel Nisan 17 günü dünyayı şereflendirmiştir.
Resulullah’ın doğumu Abdurrahman bin Aff'ın annesi Amr’ın kızı Şifa yapmıştır. Annesi onun doğurduğu sırada kendisinden Şam saraylarını aydınlatan bir nur çıkmıştır. Dedesi Abdülmuttalib’e haber gönderip doğum müjdesini verdiginde Abdulmuttalip de sevinç için ona koştu, kucağına alıp, Kabeye götürdü orada Allah’a şükür, duada bulundu, övülmesi ümidiyle ona övünen anlamına gelen Muhammed ismini koydu, Akikasını kesti, doğumunun yedinci gününde sünnet ettirip ve Araplarda adet olduğu için büyük bir ziyafet vermiştir.
Resulullah aleyhissalatu vesselam‘in bakımını ve dadılığını babası Abdullah’ın hizmetçisi olan Ümmü Eymen üstlenmiştir. Ümmü Eymen Müslüman oluncaya kadar yaşadı, hicret etti ve Resulullah efendimiz'den beş yada altı ay sonra vefat etmiştir.
Nitekim bu yemekte Mekke’nin yöneticileri bu çocuğun ismi nedir? diye sordular. Abudulmuttalip ona Muhammed ismini verdim dedi. Bu isim onlara yabancıydı, onlar niçin bu ismini koydun? dediler. Abdulmuttalip ona yerde de gökte de övülsün diye bu ismi koydum demiştir.
Süt Anne Dönemi
Allah Resul’ünün annesi başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi emzirdi. Sonra ilk emziren Ebu Leheb‘in kölesi Suveybe’dir. Süveyve kendi oğlu Mesruh‘la beraber efendimizi emzirirdi, daha önce de Hamza ve Ebu Seleme’yi emzirmişti dolayısıyla onların ikisi de Resulullah süt kardeşleridir.
Ebu Leheb kölesi Süveybe'yi Resulullah’ın doğum müjdesi olarak sevinciden azat etmiş, hürriyetine kavuşturmuştu, Ancak Ebu Leheb daha sonra İslam davasının başlamasıyla beraber Resulullah’ın en şiddetli düşmanı olmuştur.
Rasulullah’ı Halime’nin Alması
Muhammed (s.a.s)'in devamlı süt annesi Hevazin Kabilesi'nin Sa'doğulları kolundan Halime oldu. Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere verirlerdi. Araplar yeni doğan çocuklarını emzirmek üzere kırsal bölgelere göndermeyi gelenek haline getirmişlerdi, böylece çocuklarının çöl ikliminde daha sağlıklı ve güçlü olmaları ile beraber aynı zamanda fasih arapça konuşmayı en güzel şekilde öğrenmeyi amaçlıyorlardı.
Mekke’ye Beni Saad kabilesinden bir takım süt emziren kadınların gelmesiyle Resulullah aleyhisselam bu kadınlara süt emzirmek üzere takdim edildi, ancak onlar bir yetimi almak istemediklerini beyan ederek, Onu almadılar, ancak Halime onu aldı böylece diğerlerine nasip olmayan şeyler Halime ve ailesine nasip oldu. Halime ve kocası Haris Rasulullah'ı kendi diyarların götürdüler. Allah Resulü aleyhissalatu vesellem'in süt kardeşleri Abdullah, Enise ve Şeyma olarak bilinir.
Halime’nin Evinde Bereket'in Çoğalması
Allah Resulü aleyhissalatu vesselam Mekke’den çıkar çıkmaz yaşlı olan Halime’nin devesi daha önce geç kalmış ve geride kaldı diğer develeri geçiyor ve Resulullah onların arasında bulunduğu sürece bu eve bir çok yönden bereketler gelmiştir.
Halime’nin kocası Haris de, ailesine şöyle dedi: “Halime! Bu çocuğun ayağı bize çok uğurlu geldi. O evimize ayak basalı beri davarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimiz bereketlendi, elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık görüyorum.”
Kafile Beni Sadoğullarının yurduna geldiği o günler kıtlık ve yoksulluğun kol gezdiği günlerdi. Halime’nin yolculuğu boyunca bindiği merkep zayıflık ve bitkinlikten yürüyemeyecek durumdaydı, devesi ise neredeyse hiç süt vermiyordu, beraberlerinde bulunan küçük çocukları açlıktan sürekli ağlıyor, geceleri uyumadığı gibi anne babasını uyutmuyordu.
Halime Resulullah efendimizin kendi yurduna götürmek üzere aldı ne zaman ki onu kucağına alıp emzirmek istedi göğsünün sütle olduğunu gördü. Muhammed aleyhisselam ondan doya doya içtiği gibi Halime’nin kendi yavrusu da doyunca'ya kadar içti. Süt ile doyan her iki çocukta daha sonra rahat bir uykuya daldılar. Aynı şekilde Halime’nin kocası da develerini sağmak üzere gittiğinde devenin memelerinin sütle dolu olduğunu gördü ondan bol bol süt sağıp kendilerini de doyurdular. Artık susuzluk ve açlık çekmiyor, geceleri rahat uyuyorlardı. Öyle ki bu bereket ve nimetlerin Muhammed aleyhissalatu sellemden geldiğini çok iyi anlamışlardı. Saadoğullarının yurdu aslında kurak bir yerdi fakat Resulullah aleyhissalatu vesselam‘ın girişi ile beraber Halime’nin koyunları akşamları doymuş ve memeleri sütle dolmuş halde gelmeye başladı, oranın halkı açlık çekerken süt evi bolluk ve bereket içinde yüzmeye başladı.
Muhammed (s.a.s) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda daima ilgilenmiştir. Halime kendisini ziyarete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.
Resulullah’ın Sütten Kesilmesinden Sonra Halime’nin Ricası
Halime her altı ayda bir Rasulullah'ı görmeleri için annesinin yani ailesinin yanına götürürdü, iki sene dolup Resulullah aleyhisselam sütten kesildikten sonra da onu annesi Amine’nin yanına getirdi. Resulullah aleyhisselam ile gelen bereket’ten son derece mutlu olan halime onun bir süre daha yanında çölde kalmasını istiyordu, ayrıca o sıralarda veba hastalığı Mekke’de kol gezmekteydi, bundan da korkmak taydı, durumu Amine'ye bildirirdi oğlun bir süre daha kendisiyle kalmasını rica etti. Amine de onun bu teklifini kabul etti. Bunun üzerine Halime Resulullah aleyhissalatu selam'i alarak sevinçli bir şekilde yurduna döndü. Nebi aleyhisselam iki yıl daha süt annesi Halime ile beraber kaldı, ancak daha sonra yaşanan garip bir olay olay Halime ile kocasının korkup onu annesine geri vermesine sebep oldu, bu son derece garip olan olay Resulullah’ın Göğsünün Yarılması olayıdır.
Muhammed (s.a.s) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında Halime çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslam tarihçileri, bu esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin Halime'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine teslim etmeye mecbur kaldığını naklederler.
Şak-ı Sadr/Göğüsün Yarılması
Bir kimse Resûlullâh’a:
“Peygamberliğinizin ilk alametleri ne idi?” diye sormuştu. Allâh Resulü şöyle buyurdu:
“Benim süt annem Sa’d bin Bekr Oğulları’ndandı. Ben ve süt kardeşim hayvanlarımızı alıp gitmiştik. Yanımıza hiçbir yiyecek de almamıştık. Süt kardeşime:
Kardeşim, haydi anneme git de biraz yiyecek getir! dedim.
O gitti, ben hayvanların yanında kaldım. Aradan çok geçmeden beyaz elbiseli iki melek geldi. Biri diğerine: Bu, O mudur? diye sordu. Öteki de: Evet. dedi.
Hemen yanıma geldiler, beni sırtüstü yatırdılar, karnımı açtılar. Sonra kalbimi çıkardılar, onu yarıp içinden iki siyah kan pıhtısı çıkardılar.
Sonra biri ötekine: Haydi git bana kar suyu getir! dedi.
Onunla içimi yıkadılar. Sonra yine: Haydi şimdi de dolu suyu getir! dedi. Getirdi, onunla da kalbimi yıkadılar. Sonra: Haydi şimdi huzur ve sükûneti getir! dedi.
Onu kalbime yerleştirdiler. Daha sonra biri ötekine: Haydi kapat ve O’nu peygamberlik mührü ile mühürle! dedi.
Melek de kalbimi kapattı ve nübüvvet mührüyle mühürledi... Daha sonra ayrılıp gittiler, hakîkaten çok korkmuştum. Sonra dönüp eve gittim ve başıma gelenleri bir bir süt anneme anlattım…” (Ahmed)
Enes (r.a.): “Ben Allâh Resûlü’nün sadrındaki o yara izini hep görürdüm.” demiştir. (Müslim, Îman, 261)
Resulullah Artık Annesi ve Dede'sinin Yanında
Göğüz Yarılma olayından hemen sonra Resulullah aleyhisselam annesinin yanına getirildi. Annesi ile beraber iki yıl kaldı sonra Resulullah dedesinin yanında kaldı.
Allah Resul’ünün yetim kalması oğlunu ve gelinini kaybetmesi Abdulmuttalip'i üzmüş ve büyük bir izdirap duymuştu. Torunu Mekke’ye getirip yanına aldı ona son derece şefkatli, merhametli ve çok iyi davranıyordu, onu gerçekten çok seviyor ve diğer evlatlarının önüne alıyordu, elinden geldiği kadar ikramda bulunuyor hatta kendisi o dönem Mekke’nin lideri olması sebebiyle ona özel hazırlanmış bir oturma yeri vardı, hiç kimse oturamıyordu ama Abdulmuttalip Resulullah’ın oturmasına izin veriyordu. O Resulullah’ı yanından ayırmıyor, seviyor, gönlünü hoş ediyor ve onun gelecekte şanlı ve şeref sahibi olduğuna inanıyordu.
Nitekim daha önceki yıllarda Abdulmuttalip Yemen’e gittiğinde orada bir Yahudi onun fiziksel yapısı sebebiyle senin soyundan bir Nebi’nin geleceğini duymuştu ve Resulullah’ın doğumundan önce başka bir rivayette bir ses işitmiş onun ismini Muhammed koy sesi işitmişti bu açıdan onun Resulullah’ın şan ve şerefini sahip olacağına inanıyordu. Ancak Abdulmuttalip iki yıl sonra vefat edecek o sırada Resulullah henüz sekiz yaşında.
Rasulullahin Medine Ziyareti
Sonra annesi onun Medine’ye Adiy bin Neccar oğullarından olan dayılarına ve babasının kabrine götürdü, beraberlerinde Abdulmuttalip ile hizmetçileri Ummu Eymen'de vardı. Medine’de bir ay kadar kaldılar dönüşte annesi Amine yolda hastalandı Medine ile Ebva bölgesi arasında vefat etti ve oraya defnedildi.
Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyardı. Rasulullah sekiz yaşındayken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden Rasulullahın yetiştirilmesini, öz amcası Ebu Talib'e bıraktı.
Resulullah Hudeybiye’ye giderken Ebvâ’ya uğradı ve, “Allah, annesinin kabrini ziyaret etmesi için Muhammed’e izin vermiştir” dedi. Sonra da annesinin kabrine gitti, kabri düzeltti ve ağladı; onun ağladığını gören sahâbîler de ağladılar. Kendisine niçin ağladığı sorulunca, “Annemin şefkat ve merhameti gözümün önüne geldi de onun için ağladım” cevabını verdi. (İbn Sa’d)
Rasulullah'ın annesi için mağfiret dilemesine izin verilmediğini, fakat annesinin kabrini ziyarete müsaade edildiğini belirten bir hadisi nakleder. (Müslim, “Cenâʾiz”, 105, 106).
Medine’de Yahudilerin Rasulullah’ın Peygamberliğini Tanıması
Rasulullah 6 yaşında iken, annesi Amine, babasının cariyesi olan Ümmü Eymen’i de yanına alarak Abdullâh’ın kabrini ziyâret için Medine’ye götürdü. Medîne’deki dayılarının evinde bir ay kaldılar.
Allâh Resûlü (s.a.s.), Medîne’de dayılarının çocuklarıyla oynadı, hattâ yüzmeyi de bu ziyâretinde öğrendi.
Bir gün Rasulullah şöyle anlatır;
“Yahûdîlerden birtakım kimseler yanıma gelirler, bana bakar dururlardı.” (İbn-i Sa’d, I, 116)
“Yine bir gün Yahûdîlerden bir adam bana dikkatli dikkatli baktıktan sonra dönüp gitti. Yalnız bulunduğum bir gün tekrar yanıma gelip:
Ey çocuk! Sen’in ismin nedir? diye sordu.
Ahmed!» dedim. Sırtıma bakınca:
Bu çocuk, bu ümmetin Peygamberidir! dedi.
Dayılarım da durumu anneme anlatınca, annem benim için endişelenmeye başladı. Bunun üzerine Mekke’ye dönmek üzere derhâl yola çıktık.” (Ebû Nuaym, Delâil, I, 163-164)
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ