Sahabe'nin Cesaret ve Sadakatlerinden Kesitler
Sahabelerin Cesaret ve Sadakatlerinden Kesitler
Tarih boyunca Resuller insanları karanlıklardan, zulüm ve kula kulluktan kurtarıp Allaha kul olmuş ve adalete susamış insanalara adalet getirmek için gönderilmişlerdir. Onlar örnek model olmaları için insanlara gönderilmiş devrimci kimselerdir. Resullerin yolunun yolcuları olan ve ilk etapta Resuller ile aynı asırda yaşamış kimseler Resullere itaat, samimiyet, ihlas, sadakat ve cesaret yönü ile en zirve kimselerdir.
Sahabe (R.anhum) Rasulullah (s)’e en içten sadakatle bağlı kimselerdi. Onlar islam'a yardım etmek ve bu ilahi davanın egemen olması için mallarını, canlarını ve hayatlarını bu yolda feda etmiş kimselerdir. Onlar islam ile öyle bir dönüşüme girdiler ki geçmişteki hayatlarındaki şirk, küfür, zulüm ve kötülük gibi bütün kötü özelliklerden sıyrılmak suretiyle ilahi öğretiler neyi gerektiriyorsa o şekilde Allah'a teslim oluyorlardı.
Sahabeler arasında zengin-fakir, köle-hür, arap-acem, seçkin-avam ayırt etmeksizin ilahi dava uğrunda bir araya gelerek bir tarağın tırnakları gibi eşit oluyorlardı. Onlar üstünlüğün renkte, ırkta, zenginlik yada seçkin bir aileden gelmekle değil, yalnız takvalı olmaktan geçtiğini çok iyi örenmişlerdi.
Onlar hayırda, cesaret, samimiyet, ihlas ve bir çok güzel özellikleriyle bu ümmetin en hayırlı kimseleriyidi. Nitekim hadiste;
خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ
“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir.” (Buhari)
Sahaberi gibi Allahın davasına yardım etmek ve Rasulullahın yolundan gitmek için onların güzel hasletlerini yakından tanıyarak örnek alabiliriz. Onlar en zor zamanlarda, sıkıntı, korku dolu anlarda, çile ve işkenceli ortamlarda cesaret ve sadakatleri ile islam davasını tüm insanlığa taşıdılar.
اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًاۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
Onlar ki: “İnsanlar sizinle (savaşmak için) toplandı. Onlardan korkun.” denildiğinde imanları arttı ve dediler ki: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” (Ali imran:173)
Sahabelerin Cesaret ve Sadaketleri;
Resulullah'ın ilk davet dönemlerinde Müslümanların sayısı oldukça az idi ve onlar ibadetlerini gizli yapıyorlardı. Mekke'nin müşrikleri ara ara bu gizli teşkilattan haberdar olmuş ve Müslümanlara karşı sert ve kesin tavırlar sergiliyorlardı. O dönemde islam'ını izhar etmek ölümle tanışmak, işkence, hakaret ve birçok kötülüklere sebep olacaklarını çok iyi biliyorlardı. Ama onlar bu kadar tehditlere rağmen cesaret ve sadakatleriyle tüm insanlara örnek oldular.
Ömer (R.anhu)'ın cesaret dolu meydan okuyuşu;
Mekke'nin müşrikleri Müslümanları ya öldürüyor ya işkence ya da hapsediyordu. Resulullah (s) O gün Allah'tan gelen hicret izniyle sahabelerini hicret etmelerini emretti. Hz Ömer hariç bütün sahabeler korkularından dolayı gizli ve gece vakti hicret ediyordu.
Hz Ömer hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını ve oklarını omuzuna alıp Kabe'yi tava etmek için evinden çıktı. Kabe'yi 7 defa tavaf etti ve Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin olduğu yere gelip şöyle dedi;
Sizden kim annesini üzgün, çocuğunu yetim, hanımı dul bırakmak istiyorsa şu vadinin arkasında benimle buluşsun.
Hz Ali bu olayı anlatırken şöyle dedi, müşriklerden hiç kimse Ömer'in arkasından gidemedi.
Abdullah ibni Mesud (R.anhu) cesareti;
Sahabeler davet adına müşriklerin Kur'an'ı açık bir şekilde duyurmak için kendi aralarında Kabe'nin ortasında Kur'an okunması gerektiğini söylediler ve bu konuda Kur'an okuyan kimsenin mensubu olacağı ve onu koruyacak kavminin olması gerektiğini söylediler.
O sırada Mekke'de ne kavmi ne de onu koruyacak kimsesi olmayan Abdullah ibni Mesud ben okurum, dedi.
Sahabeler senin Mekke'de bir koruyucun, aşiretin yok, sen okumazsan daha iyi olur, denildi.
Abdullah ibni Mesud ısrar edince sahabeler ona izin verdi. Kabe'ye gidip Rahman suresini okumaya başladı.
Müşrikler onun sesini işitince birbirlerine ne diyor bu diye sordular.
Bazıları Muhammed'in getirdiklerinden okuyor dedi, sonra hep birlikte Abdullah ibni Mesud'un üzerine yürüdüler. Müşrikler bayılana kadar onu bırakmadı, arkadaşlarının yanına gelince onlar bizim bahseddiğimiz şey buydu, işte dediler. Abdullah ibni Mesud ise şöyle cevap verdi. Vallahi o Allah'ın düşmanları gözümde hiç bu kadar küçülmemişti.
Bedir savaşı'nda Umeyr bin Humam'ın şehadet arzusu;
Bedir Savaşı hak ile batıl'ın birbirinden ayrıldığı ve Müslümanların ilk savaşıydı. Bu savaşta öyle bir sahabe vardı ki, O ölüme sevinçle koşan bir kimseydi, O şehadete arzulayan Umeyr bin Humam idi.
Müslümanlar saflarını alırken, Resulullah aleyhisselam genişliği gök ve yer kadar olan cennete girmek üzere harekete geçiniz, buyurdu.
O sırada elinde hurma yerken bu sözleri duyan Umeyr bin Humam sevinç içinde Allah Allah onların beni öldürmesi cennete girmeme engeli mi? Diye sordu, sonra elindeki hurmaları attı ve şöyle dedi, Vallahi bunları yersem çok uzun yaşamış olacağım kılıcını eline aldı ve şehit düşünceye kadar müşriklerle savaştı.
İbni Hişam eserinde Umeyr bin Umam'ın savaşırken şöyle dediğini nakleder, Yanında takva, salih amel ve Allah yolundaki cihat ve sabırdan başka hiçbir şeyim olmadığı halde Allah'a kavuşmaya can atıyorum. Takva, iyilik ve olgunluğun dışındaki her şey yok olmaya mahkumdur.
Hz Ali Vallahi ben seni Allah için öldürmek istiyorum;
Mekke'nin müşrikleri 10.000 kişilik bir ordu ile Medine'ye saldırıyordu. Büyük sahabe Selmani Faris'inin fikri ile Medine çevresine hendekler kazıldı. Sahabelerden yaklaşık 1.500 kişi bu Hendek kazımında samimiyet, ihlas ve sadakatle tüm açlık, sıkıntı ve zorluklara rağmen görevlerini yerine getiriyorlardı. Mekke'nin müşrikleri hendek'i gördüklerinde şaşa kalmış ve onlar Müslümanlarla savaşmak için hendeği geçmeye çalışıyorlardı ve bu sırada bazıları hendeye aşıp Müslümanların tarafına geçti. Hendeği aşan bu müşriklerin arasında Araplar arasında yiğitliği ve cesareti ile ünlü olan Amr bin Abd-i Ved'de vardı.
O Müslümanlara Meydan okuyordu,
Kim benimle dövüşür diye bağırdı, Hz Ali Allah'ın Resulüne ben dövüşürüm dedi. Muhammed aleyhissalatu vesselam otur ya Ali, O Amır'dır dedi ve bu diyalog aralarında 3 defa tekrar edildi. Hz Ali en sonunda o Amr ise ben de anamın isimlendirmesiyle Haydar-ı Kerrar'ım/Çöllerin aslanıyım bırak beni ona haddini bildireyim dedi.
Resulullah Aleyhisselam Ali'nin bu ısrarından sonra ona izin verdi,
Hz Ali Mübareze için öne çıktıktan sonra şöyle seslendi, ya Amr hani sen söz vermiştin, kureyşli bir adam seni iki şeye çağırdığında birisine icabet edecektin,
Amr doğru diye cevap verince,
Hz Ali, seni Allah’a, Resulüne ve İslam'a davet ediyorum dedi,
Ama benim senin konuştuğun şeye ihtiyacım yok dedi.
Hz Ali o halde seni mubareze davet ediyorum dedi,
Ama ne için yeğenim Vallahi ben seni öldürmek istemiyorum diye karşılık verdi.
Hz Ali Vallahi ben seni Allah için öldürmek istiyorum dedi ve atını Amr'ın üzerine sürdü, birbirlerinin etrafında dönüp atlarından inince Hz Ali bir darbede Amr'ı öldürdü.
Bu kılıcı hakkını vermek üzere kim alır?
Müslümanlar Mekke'nin müşrikleri ile Uhud'da savaşıyorlardı, bu savaşın kızıştığı esnada Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem eline bir kılıç alarak bunu benden kim alır ? Diye sordu.
Sahabeler ben ben diyerek onu almak üzere ellerini uzattılar. Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem bu kılıcı hakkını vermek üzere kim alır? Diye sorunca, onu almaktan çekindiler. Ensar'dan Ebu Ducane ayağa kalkıp ben onun hakkını vermek üzere alırım ya Resulallah dedi. (Müslim)
Abu Dücane kılıcı alınca bunun hakkı nedir? Ya Rasulallah diye sordu. Resulullah Aleyhisselam onun hakkı eğrilip bükülünceye kadar düşmanla vuruşmandır, buyurdu.
Ebu Dücane kılıcı aldı kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı ve İslam saflarıyla müşriklerin safları arasında kurula kurula çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Resulullah Aleyhisselam onun o mağrur ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce, bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah ona bu gibi durumların haricinde buğz eder buyurdu. (İbni Hişam)
Zübeyr bin Avvam, kılıcın kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:
"- Ben Resulullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, Ebu Dücane'ye verdi.Sonra Ebu ducaneyi takip etmeye başladım,
müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli Ebu Zul-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. Ebu Dücune ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu:
- Ben Ebu Zul-Kerş’im! demesiyle Ebu Ducane onu ikiye biçti
Bundan sonra Ebu Dücane, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına geldi. Ebu Dücane buyuruyor ki:
- Uzaktan bir kadın gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun bir kadın olduğunu görünce Resûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve kılıcı kadına vurmadım.
Ebu Dücane'nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde Ebu Süfyan'ın karısı Hind'i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvam kendi kendine buyurdu ki:
- Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.
Başı öpülesi Kahraman Abdullah ibni Huzafe;
Rasulullah'ın ashabından olan Abdullah ibni Huzafe radıyallahu anhu cesur ve kahraman bir kimseydi. O Ömer radıyallahu'nun halifelik döneminde Suriye fethine katıldı birçok savaşta bulundu. Bir gün bu sahabe bizans kuvvetlerine esir düştü, O günün bizans Kralı Müslümanların kahramanlık ve cesaretlerini çok duymuştu, bu yüzden Kral Rasulullah'ın ashabını görmek istiyordu.
O gün Bizans kanunlarına göre esir alınan kimsenin kurtulabilmesi için Hristiyan olması gerekiyordu. Abdullah ibni Huzafe bu teklifi kabul etmedi.
Kral, Hristiyan olması durumunda kendisini mülküne, saltanatına ortak edeceğini önerir. Bu teklifi kabul etmeyince, idam olmasına karar verildi. Bir ağaca asıldı ve kendisine ok, mızraklarla atış emri verildi. Fakat o bu durumda da hiç korkaklık göstermedi. Bunu gören kâfiler, kendisini ağaçtan indirdiler.
Bundan sonra bir büyük tencereye su koyup kaynattılar ve kendisine Müslüman esirlerden birini bu kaynar suyun içine atmasını emrettiler. Bunu yapmadığı takdirde kendisinin bu suyun içerisine atılacağını söylediler. Bu emri de yerine getirmedi. Bunun üzerine düşman askerleri kendisini yakalayıp kaynar tencereye doğru yürüttüler. Bu yürüyüş esnasında ağladığını görünce, kral kendisine geri getirmelerini istedi. Ağlamasının sebebini sorunca şu şaşırtan cevapla karşılaştılar:
“Keşke benim yüz canım olsaydı da hepsi tek tek Allah yolunda bu tarz işkenceyle ölüme mahkum edilseydi. Böyle bir imkândan mahrum olduğum için ağladım.”
deyince başta kral olmak üzere hepsi şaşırıp kaldı. Bunun üzerine kral, “Benim başımı öpersen seni serbest bırakacağım.” dedi. Abdullah da "Eğer bütün esirleri bırakırsan bunu yaparım." dedi. Bu sözü alınca başını öptü ve birçok Müslüman esirin kurtulmasına vesile oldu. Bu olayı Hz. Ömer (ra)’e anlatınca, Hz. Ömer de kalkıp onun başını öptü ve Abdullah'ı başından öpmenin her Müslümanın görevi olduğunu söyledi.
Savaş dahisi Halid bin Velid;
Halid Bin Velid kendisi büyük bir savaş yeteneğine sahip bir kimseydi. Müslüman olmadan önce ve Müslüman olduktan hemen sonra islam'ın en büyük sancaktarlığını yapmış ve askeri sahada 120 savaşa girmiş ve hiçbirinde yenilgi görmemiştir.
Halid bin Velid Müslüman olmadan önce Kureyş'in askeri gücünü elinde bulunduruyordu, kendisi Kubbe denilen savaş için para ve silah toplanan çadır ve E'inne dedikleri suvari birliği ile ilgili vazifelerde bulunmuş ve o günün Mekke müşrik site devletinin genelkurmay başkanıydı.
Yine bununla beraber Resulullah'ın vefatından sonra arap yarımadası'nda araplar dinden dönmeye başlayınca Hz Ebubekir'in emriyle Halid bin Velid mürtedlere karşı savaşarak büyük başarı elde etti.
Halid bin Velid Resulullah'ın vefatından sonra Arap yarımadası'nda ortaya çıkan sahte peygamberlik iddiasında bulunan kimselerle savaşmış ve özellikle Yemamede Müseyleme’tul Kezzab'a karşı büyük başarılar elde etti.
Halid bin Velid bizanslarla yapılan ilk Mute Savaşı'nda Müslümanları büyük bir bozgun ve yenilgiden askeri bir taktik ile kurtarmış ve bu savaşta elinde 9 tane kılıç kırılmıştır.
Halid Bin Velid bütün savaşlarda ön cephede düşmana karşı savaşmış ve herkesten çok çarpışmaya girişmiştir.
İslam ordusu sasanilerle kazime denilen bölgede savaş hazırlığı yaptıktan sonra mubareze/karşılıklı dövüş teklifi yapıldı. Sasanilerin en önemli komutanlarından olan Hürmüz bu Mübareze de öldürülerek savaşın kazanılmasında büyük rol oynadı.
Halid bin Velid Müslüman olduktan 3 sene sonra bizanslarla giriştiği savaşta büyük başarı, yetenek ve cesareti sayesinde Rasulullah ona Seyfullah yani Allah'ın Kılıcı ismini verdi.
İslam tarihinde fetihler dönemini halife Ebubekir'in emriyle Halid bin Velid ilk defa fırat nehrin guneyinde Sasani imparatorluğu savaşmıştır.
Mürtetlerin ve yalancı peygamberlerin bastırılması sonucu Ebubekirin emri ve Ömer'in tavsiyesi ile Halid Irak'a ve ondan sonra Bahreyn'e geçerek fetihler yapmıştır.
Müslümanlara Filistin ve Suriye kapılarını açan Ecnadeyn Savaşı'nda 80.000 kişilik düşman ordusuna karşı büyük zafer kazanmıştır.
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ