01 Aralık 2024, 23:58 tarihinde eklendi

Sahabe’nin İzinde Sahabe Olmak.

Sahabe’nin İzinde Sahabe Olmak.

Sahabe’nin İzinde Sahabe Olmak.

Allah, dinine ve aynı zamanda Resulüne yardım edecek, itaat edecek ve emrine amade olacak dostlar yarattı ve sonra Resulullah efendimiz aleyhissalatu vessellem onları Kur'an ile sulanmış ve vahiyle bezenmiş sahabeye ahlak, terbiye, namaz, oruç, iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama, Allah yolunda cihad etme ve benzeri değer yargılarıyla eğitmiş ve sonra onlar gökyüzünde kendileri izinden gidilebilecek bir yıldız konumuna geldiler.

Onlar Mekke'de zulüm, hakaret, kavga, kötülük, işkence ve tahammülü çok zor olan birçok olumsuz şeylere karşı sabır, tahammül, istikrar ve sebat gösterdiler. Onlar Allah’a, Resulüne ve imanlarına o kadar bağlıydılar ki onlar mallarını, mülklerini, hayatlarını ve huzurlarını terk ederek İslam devletini kurdular ve bu eşsiz sahabe Rasulullah'ın bu Rabbani eğitim müfredatına öyle bir ahlak öyle bir iman öyle bir teslimiyetle dine bağlıydılar ki o günün süper güçleri olan Bizans ve Pers İmparatorluğu onların karşısında duramadı ve onların halkarı yığın yığın İslam'a girdiler. Onlar güneşin insanların üzerine doğduğu gibi imanla insanların gönüllerine doğdular. Nitekim onlar öyle bir zafer ve öyle bir fethi ile dünyaya daldılar ki sadece Arap Yarımadası değil Onlar Avrupa'dan Viyana'ya kadar tâ Asya'nın Çin sınırlarına kadar Allah'ın dinine yardım ettiler ve İslami davetlerde bulundular.

Sahabeyi bu duruma getiren neydi? İnsanların imana, adalete ve hakk'a ulaşmasına sebepiyet veren bu nesil nasıl bir nesildi? Onlar Daru’l Erkam'ın evinde Rasulullah'ın eğitim müfredatıyla büyüdüler, geceleri ibadet, zikir, sohbet ve derslerle geçirdiler, onlar cahiliyeye ait nefislerini, murdar olmuş akidelerini ve kötü inançarını terk ettiler, gündüzleri iyiliği emreden, kötülüğü nehy eden, Allahı zikreden ve her an Allah ile bağlarını güçlendirerek müşrik de olsalar ahlaklarıyla tüm insanlığa örnek oldular. 

İmam Buhari'nin sahihinde ilim kitabında yer alan: Söz ve amelden önce ilim bilmek gerekir. Dese dahi. Aslında sahabe ilim'den önce imanı gördü, tanıdı, iliklerinde hissetti ve yaşadı ondan sonra Kur'an'la tanıştı.

Nitekim Ebu Abdurrahman es-Sulemi şöyle söyler: Bize Resulullah aleyhisselatu vesselam'in ağzından Kur'an-ı Kerim okuyan Abdullah ibni Mesud’un haber verdiğine göre kendileri şöyle demiştir: Biz Kur'an'dan önce imanı öğrenirdik. Kur'an'ı öğrendiğimiz zamanda imanımız bir kat daha artardı.

Resulullah aleyhisselam öyle örnek bir nesil ve toplum inşa etti ki adalet, eşitlik, yönetim, iktidar, hüküm, savaş, siyaset, ekonomi, barış ve her alanda ilahi öğretilerle bezenmiş iman atmosferi yaşamının yanında terbiyeye ve ahlaka önem vermiş ve yeryüzünde Rabbani hayatı bir yaşam programı olarak görmüş bir nesil bıraktı.

Ama bugün iş tersine dönmüş kendilerini İslam'a nispet eden Müslüman iddiasını taşıyan 21’nci yüzyılın toplumuna gelince onların hayatlarında ne Sahabe ne Tabiin ne ne etbau tabiin ne de Resulullah aleyhisselatü vesselam'a dair bir iman, ahlak, yaşam, hayat, düşünce ve fikir olmadığını göreceksiniz. Öyle bir toplum meydana getirdiler ki, İslam'a inanan ama demokratik öğretileri yaşayan, Kur'an'a inanan ama ideolojik yasalara, kanunlara ve laik rejimleri kendileri için yaşam programı olarak gören, Muhammed aleyhisselatu vesselam'a inanan ama Resulullah aleyhisselatu vesselam'ın getirdikleri ilahi öğretilere alternatif ideolojik öğretilerle iman eden bir toplum inşa olundu. Bu toplum şüphesiz bu duruma gelmesinin temel sebebi dinden yüz çevirmeleri, samimiyeti, ihlası ve Allah'a kulluğu içlerinde yitirmelerinden kaynaklanıyordu ve bunun sonucunda artık faşist, ırkçı, kemalist, ateist, deist, demokrat, liberal, kominist ya da bascı kafa yapısıyla ideolojik bir toplum meydana getirdiler. Bu ideolojik toplumun hayatlarında tecavüz, içki, kumar, zina, fırsatçılık, yalan, aldatma, savaş, kan, ölüm ve daha nice kötülükler alıp başını gitti.

Allah İmam Malik'e rahmet etsin. O ne güzel söylemiş: O gün dinde olmayan şeyler bugün de asla dinde değildir. Bu ümmetin öncesi olan selef ne ile ıslah olduysa sonra gelenleri de öyle ıslah olur.

O halde insanlığın Tevhide Davet ederek Muhammed aleyhissalatu vessellemin Mekke ve Medine'de ortaya koyduğu hareket metoduna tabi olup, İslam'ın emirlerini yerine getirip ve haramlardan sakınıp ahlaklı olmuş ve bununla beraber akidesi uğrunda mücadele eden bir toplumun inşa edilmesi ile ancak gerçekleşebilir.

Hiç şüphesiz ki bugün İslam coğrafyasındaki savaş, ölüm, kan, gözyaşı, kötülük, zulüm, ahlaksızlık ve benzeri her türlü insanlığı utandıracak durumlar söz konusudur. Peki kurtuluş yolunun demokrasi olduğunu size kim söyledi? Bu meselenin çözümü konusunda laik, demokrasi ya da ideolojik partiler böyle bir iddia taşıyorlar. Halbuki bu sorunlar onların yönetiminde ortaya çıktı, onların bu iddiası boş bir kuruntu, fesat bir anlayış ve serap görmüş bir kimse gibidir. Hiç şüphesiz ki kurtuluş yolu tekrar Sahabe gibi islah olu Allah'a yönelmektir.

Bugün müslümanlar her yerde kurban kesilir gibi öldürülürken, kadınlar, çocuklar, kızlar, yaşlı nene ve dedeler acımasız bir şekilde can verirken namuslar çiğnenirken, düşmanlar tarafından her gün mallarımız alınırken ve sömürülürken bizimle aynı rengi aynı teni aynı dili konuşan yerli kafirlerin ihaneti varken nasıl da onların davet ettiği laikliğe ve demokrasiye döneriz? Nasıl da biz tüm bu problemleri bunlar çözebiliriz? Bu kalbi hasta, imana kapalı, dinden nasibini almamış, küfrü ve şirki kendisi için kurtuluş gören ve islamdan yüz çeviren sapkınların düşüncesi değil midir?

O halde insanların kurtuluşu, terbiyesi, akidesinin güçlenmesi ve aynı zamanda Müslüman şahsiyet profiline dönülmesi insanlığa hayır getiren Resulullah aleyhisselatu vesselam'ın hareket metodu olması gerekir ve bu artık herkes için kaçınılmaz ve ikinci şık olmayan bir farzdır. Tek kurtuluş Resulullah efendimizin hareket metodu, onun ahlakı ve sahabenin ortaya koyduğu yaşam programıdır. Bu Ümmetin kurtuluşu tekrardan ilahi öğretilere yönelmek sahabenin ıslah olduğu gibi ıslah olmasıdır. Bütün beşeri heva ve hevesin ürünü olan ideolojik öğretileri terk ederek katıksız ve karışıksız bir şekilde Kur'an'a ve Resulün sünnetine güvenmek gerekir.

Nitekim Rasulullah aleyhisselatü vessellem Ömer radıyallahu anh'ın elinde bir Tevrat Nushası görür, kızar ve ondan sonra ona der ki: Onu elinden at Vallahi eğer Musa aramızda olsaydı bana uymaktan başka bir yol tutması doğru olmazdı. (Ahmed)

İşte Resulullah efendimiz yetiştirdiği ashabını bozulmuş, tahrife uğramış ya da ideolojik hiçbir kaynakla beslenmesine izin vermiyordu. İşte bu yönüyle biz aynı şekilde Kur'an ve Sünnetin vahiy merkezli kaynağından 21’nci yüzyılın sahabe neslini meydana getirmek bizim için artık elzem olmuştur. Nitekim:

 Aişe annemize Allah resulü aleyhisselatu vessellem'ın ahlakı sorulduğu zaman onun ahlakı Kur'an idi. demiştir. (Müslim)

“Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” anlamındaki hadisin senedi zayıftır.  (Beyhakî)

Dolayısıyla sahabe gibi biz de benliklerimizi yalnız Kur'an'la arındırmalı ve susuzluklarımızın giderilmesini ancak Resulullah'ın Sünnetine bağlı kalmakla olduğunu bilmek durumundayız. Taviz vermeden hakkı gündeme getirmek ve bir hayat programı olarak ideolojik toplumlardan saflarımızı ayırarak İslam toplumunu sıfırdan oluşturmak durumundayız.

Sahabe Kur'an'a karşı asla bir zevk, has, müzikal bir dinleme, kültür, dünyevi bir çıkar ve bir hobi olarak görmüyorlardı. Onlar Kur'an okuyor, mesajını alıyor, onunla amel ediyorlardı. Onlar akidevi, ilmi ve fıkıh her alanda Rabbani mesuliyetle sorumluluklarını anlıyorlar ve bunun Allah'ın bir emri bir buyruğu olduğunu biliyor ve bu ilahi prensiplere göre savaş, barış, hüküm, adalet, eşitlik, yönetme, idare etme ve benzeri her alanda Allah'ın hükmüyle hükmediyorlardı.

Nitekim Abdullah ibni Mesud radıyallahu anhu şöyle der: Bizden birisi sadece 10 tane ayet alırdı. Onların manalarını anlamadıkça ve onları hayatlara geçirmedikçe diğerlerine geçmezdi.

Gerçektende Sahabe iman ettiklerinde cahiliye döneminde ne kadar bid’at, hurafe, haram kötülük, şirk ve küfür varsa onlar bunları terk ediyor ve kendileri için İslami bir sayfa açıyorlardı. Onlar İslam'a girdiklerinde büyük-küçük ne varsa rasulullah'a sormadan hareket etmiyorlardı. Çünkü onlar ancak Allah'ın iradesiyle hayatlarını süsleme gayreti vardı.

Nitekim sahabi Abdullah radıyallahu anhu kendisi münafıkların başı olan Abdullah bin ubey bin Selül'ün evladıdır. Babası Abdullah bin Selül Rasulullah efendimiz ve Müslümanların aleyhine şunları söylüyordu: Eğer biz Medine'ye dönersek oradaki şerefliler zelil olanları oradan çıkaracaktır demiştir. Bunun üzerine kendisi Allah'ın elçisinin yanına gitti ve şöyle dedi: Duyduğuma göre size söyledikleri yüzünden babamı öldürülmesini istiyorsunuz. Eğer böyle bir şey yapılacaksa şayet izin ver babamın kafasını ben size getireyim. Allah'a yemin olsun ki bütün Hazrec bilir ki babasına benim kadar düşkün ikinci bir insan yoktur. Onu öldürme görevini eğer benden başkasına verirseniz ve o da onu öldürürse babamı öldüren o insana kalbimde bir burkuntu duyabilirim, bu şekilde insanlar arasında Abdullah bin Ubey'in katilini öldürmeyi nefsim isteyebilir. Neticede bir kafir sebebiyle bir mü'mini öldürmüş olurum ve cehenneme girerim. Allah'ın resulü aleyhisselam ona şu cevabı verdi: Bilakis ona dostca davranacağız ve bizimle beraber olduğu sürece de iyi geçineceğiz. (İbni Hişam)

Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘siyah kadının oğlu’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikâyet etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Zerr’e dedi ki: Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliye kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.” (Ahmed ibn Hanbel)

Bu hadiseden sonra Mağrur rivayet ediyor: Bir defasında sahabelerden Ebu Zer'in üzerinde yeni bir takım elbise gördüm kölesi üzerine de aynı elbiseden bir takım vardı. Sebebini kendisine sordum, bana Resulullah aleyhisselatu vesselam'ın zamanında bir adamın annesine dil uzattığını anlattı, bunun üzerine Allah'ın resulü aleyhisselam ona Ey Ebu Zer sen üzerinde cahiliye döneminden kalıntılar bulunan bir adamsın, buyurdu. (Buhari)

Sahabe kendileri işte böyle iman ediyorlardı. Hayatlarında cahiliye kalıntısı kalsa dahi bir an bile duraksamaksızın hemen Allah'a yöneliyor ve tevbe ederek imanlarını ölüme kadar görüntülüyorlardı.

Nitekim Abdullah ibni Mesud radıyallahu anh ne güzel ifade ediyor: Kim dosdoğru bir yol tutup gitmek istiyorsa şu ölüp gidenlerin yolunu tutsun. Çünkü diri olan bir insanın fitnesinden emin olunmayabilir. Onlar Muhammed aleyhisselatü vesselam'ın ashabıdır. OInlar Bu ümmetin en hayırlılarıdır. Ümmet içinde kalpleri en temiz, ilimleri en derin ve kulluk adına yapmacıklıktan en uzak olanlar onlardır. Yüce Allah'ın peygamberine dost olarak seçtiği, dinini tebliğ, faziletlere uyma ve insanlara ulaştırılması için seçtiği kimseler de onlardır. Ahlaklarına da gidişatlarına benzemek için çaba sarf edin. Zira onları dosdoğru yol üzerinde olan kimselerdir. (Ebu Nuaym El-Hilye)

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 

 Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte. (Tevbe, 100)

Sahabe Gibi Olmanın Etkenleri

1- Allah'ın emir ve yasaklığına göre yaşamak;

Onlar Allah'ın farzları olan namaz, oruç, zekat, iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama ve CihaD gibi bütün emirleri pazarlıksız, tembelsizlik, cehaletsizlik, gafletsizlik gibi tüm kötü karakterlerden uzak bir şekilde yerine getiriyor ve aynı şekilde Allah'ın içki, kumar, zina, küfür ve şirk gibi ne kadar zulme sebep tutum ve davranışları varsa yarın ölecekmiş gibi onlardan kaçınıyorlardı.

Bugün ise insanlar sahabedeb uzak Allah'ın emirleri olan farzlardan yüz çevirmiş, Allah'ın yasaklarını yaşayan ama onunla beraber kendini islam'a nispet ederek bidat, hurafeler, şirk küfür, ahlaksızlık ve birçok kötülükle dinsiz bir hayat yaşamakta.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا 

 Allah ve Resûl'ü bir şeye hükmettiğinde, mümin erkek ve mümin kadının o işlerinde seçim hakları yoktur. Kim de Allah’a ve Resûl’üne isyan ederse, muhakkak ki apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. (33/Ahzâb, 36)

İbni Abbas radıyallahu anhu naklettiğine göre bu ayetin nüzul sebebi olarak, Allah resulü aleyhisselam Zeynep binti Cahşı azatlı kölesi olan Zeyd bin Harise istemeye gitti. Zeyneb'i Zeyd'e isteyince O, Allah'ın Resulüne ben Zeyd'le evlenmem dedi. Ey Allah'ın resulü bana kabul edip etmeme hakkı verilmiş midir dedi. O ikisi böyle konuşurken bu ayetler inzal oldu.

2- Onlar dünyayı züht ve ahirete gönül bağlamış kimselerdi.

Züht en hayırlısı uğruna bir şeyden uzak kalmak, küçümsemek ve önemsememek demektir.

Resulullah öyle bir sahabe meydana getirdi ki onlar yeryüzünü cennete ve Allah'ın rızasına götüren bir fırsat ve dünyayı ilahi öğretilerle imar eden bir hayat olarak gördüler. Onlar insanların imanları uğrunda fetihlerle ülkeler fethettiler, saraylara sahip oldular, mal ve mülkler edindiler ama onlar hiçbir zaman krallar gibi dünyaya kapılmadılar ahireti unutmadılar.

 قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا 

De ki: “Dünya metaı azdır. Ahiret ise korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Ve size kıl kadar dahi zulmedilmez.” (4/Nisâ, 77)

Onlar ahirete, cennete ve her şeyden önce Allah'ın rızasına götürecek olan şeyleri benimser ve bu uğurda cihad eder, farzları yerine getirir ve haramlardan kaçınırlar. Çünkü onlar yakin bir imanla bilirler ki bu dünya gelip geçicidir asıl olan ahirettir, ki o sonsuz ve sonsuz nimetlerle doludur, işte onlar Allah'a karşı yaratma gayelerini anlamış ve dünya ve ahiret dengesi bir hayat yaşamışlardır.

İbnu Mes'ud (radiyalllahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in yanına girmiştir. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı. "Ey Allah'ın Resulü dedim, sana bir yaygı te'min etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!" "Ben kim, dünya kim. Dünya iIe benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terkedip giden yolcunun misali gibidir.” (Tirmizi, Zuhd 4)

Ali İbnu Ebi Talib (radiyalllahu anh) buyurdular ki: "dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikişinin de kendine has evlatları var. Sizler ahiretin evlatları olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok.”(Buhari, muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir.)

Ömer radıyallahu anh kendisi mü'minlerin halifesi olduğu halde elbisesi bizzat yamalıydı. Enes bin Maliköyle der: Mü'minlerin emiri Ömer'i görmüştüm iki omuzu arasında üst üste geçirilmiş üç tane yaması vardı.

3- Onlar niyet, söz ve amellerinde dosdoğru olanlardı.

Resulullah aleyhisselam bu ümmete öyle bir servet bıraktı ki insanlar bu serveti (sahabeyi) tanısalardı hiçbir zaman sapmazlardı. Onlar niyetlerinde, kalplerinde, söz ve amellerinde zahiri olarak doğruluk, hakaniyet, iyilik, iman, tevazu ve samimiyet bulurdu. Onlar niyet, söz ve amellerinde İslam'ı görüntülüyorlar ve tüm insanlara örnek oluyorlardı.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ 

 Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun! (9/Tevbe, 119)

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلًاۙ 

Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir. (33/Ahzâb, 23)

Modern Müslümanlık iddiasını taşıyanlara gelince bugün onlar niyetleri bozulmuş, kalpleri körelmiş, söz ve amellerinde bid'at, hurafe, şirk, küfür ve zulüm dolu bir hayat var.

Müslümanın kalbi, dili ve amelleri doğru olursa dünyada izzet, onur, doğruluk, cesaret, kahramanlık, başarı ve ahirette ise bunların üstünde Allah'ın rızası ve cenneti vardır.

Şeddat bin el-Had radıyallahu anh nakledildiğine göre: Bedevilerden bir adam Resulullah aleyhisselatu vesselleme geldi ona iman edip tabi oldu sonra seninle beraber hicret edeceğim dedi. Rasulullah aleyhisselam onu ashabından bazılarına emanet etti. Hayber gazvesi tahakkuk bulduğunda Allah'ın elçisi aleyhisselam bir miktar ganimet ele geçirdi ganimeti taksim etti ve o şahsın payını kendileri için ayırdı ve payları da arkadaşlarına verdi. O şahıs ordunun arkasını koruyan askerlerden idi gelince payını kendisine verdiler. Bu nedir? dedi. Rasulullah aleyhisselam sana ayırdığı ganimet dediler payını alıp Resulullah'ın yanına geldi Bu nedir? dedi. Allah'ın elçisi sallallahu aleyhi ve sellem sana ayırdığım paydır buyurdu. Ben sana bunun için tabi olmadım. Ben sana şurama boynunu işaret etti bir ok atılsında öleyim ve cennete gireyim diye tabi oldum dedi. Allah elçisi Allahı tasdik edersen o da senin isteğini gerçekleştirir buyurdu. Kısa bir süre eleştiler ve sonra düşmanla çatışmak için kalktılar bir müddet sonra bu şahıs taşınarak Resulullah aleyhisselatu vesselam'a getirildi işaret ettiği  yerden bir ok isabet etmişti. Resulullah aleyhisselam o'mu buyurdu evet  dediler. O Allah'ı tasdik etti Allah da onun isteğini gerçekleştirdi buyurdu sonra Rasulullah aleyhisselam onu kendi cübbesine kefenledi öne koyup cenaze namazını kıldı cenaze namazını kıldırırken Allah'ın resulü şu duayı okudu: Ey Allah'ım bu senin kulundur senin yolunda hicret ederek çıktı şehit olarak öldürüldü ben de buna şahidim. (Nesai)

4- Allah'ın davasını tasdik etmeleri ve bu dava uğrunda kendilerini adamaları

Onlar imanı iliklerine kadar işlemiş ve Allah'ın rızasına ve cennetin kokusunu kendilerinde görüyor ve bu uğurda Allah'ı razı etmek için hayatlarını dava endeksli yaşıyorlardı. Onların Allah'a olan ibadetleri Resul'e olan düşkünlüğü ve insanlığın kurtuluşu için ısrarla ve istikrarlı bir şekilde mücadele ederek ilahi dava uğrunda can verdiler.

Nitekim onlar Bedir günü sayıları düşmanlarından kat kat az olmasına rağmen korkup asla yılgınlığa düşmediler. Onlar meseleyi anlamış hak ile batıl, cennet ehli ile cehennem ehli, şeytanın dostları ile Allah'ın dostları arasında olan bu savaşın sayı değil ancak teslimiyet, itaat ve kulluk olarak gerçekleşebileceğini çok iyi biliyorlardı.

Nitekim savaş'ın kızıştığı hayvanların kaçtığı ve askerlerin savaş meydanında kaldığı anda Resulullah Ensar'a kastediyor: Bunun üzerine Ensar'ın komutanı ve sancaktarı olan Saad bin Muaz şöyle dedi: Sanki bizi kastediyorsun. Ey Allah'ın resulü aleyhisselam Evet buyurdu. Saad şöyle dedi: Muhakkak ki biz sana iman ettik, seni doğruladık, senin getirdiklerin hak olduğuna şehadet ettik, bunun için sana işitme ve itaat etme üzerine söz ve güven verdik istediğin yere git Ey Allah'ın resulü, seninle beraberiz seni hakkıyla gönderene yemin olsun ki eğer sen bizi bu denize arz etsen sen oraya dalınca biz de seninle beraber dalarız bizden bir adam bile geri kalmaz, yarın düşmanla karşılaşmayı kimse kötü görmez, biz savaşta sabırlıyız, karşılaşmada doğruyuz, umulur ki Allah bizden sana senin gönlüne hoş edecek şeyler gösterir, Allah'ın bereketiyle bizimle beraber yürü.

Amr İbi Cemûh (r.a) artık ne pahasına olursa olun Uhud'a katılmak istiyordu. Fakat yine çocukları "Allah seni özürlü saymıştır. Niçin Allah'ın senden istemediğini kendine yüklüyorsun babacığım" diyerek engel olmak istediler O ise kararlıydı Resûlullaha müracat etti ve "Yâ Resûlallah! Çocuklar benim topal olduğumu bahane ederek Uhud'a katılmama engel oluyorlar. Allah'tan dileğim şudur ki, harbte şehit olayım ve cennete kavuşayım. Şu ihtiyar yaşımda beni Cennet yolundan mahrum etmeyin!.." diyerek yalvardı. Resulullah onun bu yakarışı karşısında çocuklarına: "Fazla ısrar etmeyiniz. Belki de ona şehâdet ve Cennet nasiptir." buyurdu. Bu müsadeyi alan Amr Bin Cemûh (r.a.) o halinde büyük bir aşk ve sevinçle hazırlığa başladı. Ordu harekete geçmeden önce ailesine bir daha dönmemek üzere vedâ etti. Ordu ile birlikte üç oğlu ve Seleme oğullarından kalabalık bir toplulukla yola koyuldu. Devamlı şu duâyı yapıyordu:

"Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni, şehitliği kaybetmiş olarak ailemin yanına döndürme"

O, Uhud'da büyük kahramanlıklar gösterdi .Bir ara Resûlulah Efendimizin yanında ashab-ı kiram azalmıştı. O ise oğullarıyla birlikte müşriklere saldırıyor, sağlam ayağının üzerinde zıplaya zıplaya sağa sola kılıç sallıyordu. Bir taraftan da: Ben Cenneti istiyorum!.. "Ben Cenneti istiyorum!.. " diye haykırıyordu.

Şehâdet ve Cennet... Ne yüce hasret!... Ne güzel istek!.. Bu özlemle yaşamak ne seâdet!.. Allah'ım bizleri de şehâdet mertebesine ermeyi nasib et!..

Baba ve oğul Hallad Resûlullah'ı müşriklerin saldırılarına ve ok yağmurlarına karşı bedenlerini siper ederek korudular. Sonunda ikisi de özlemini çektikleri mertebelere erdiler. Sevgili Peygamberimiz onların şehit olduğunu görünce: "Amr, oğlu ile beraber işte şimdi Cennete ayak bastı." buyurdu. (El-isabe)

5- Onlar vahdedi oluşturmaya tefrika ve ayrılıktan kaçınan kimselerdi

Onlar Resulullah aleyhisselatu vessellemin bıraktığı mirasa sahip çıkmış, dini korumuş ve her alanda insanların imanla tanışmasına sebep olmuş ve bu yönüyle dini bozacak bid’atlerden, hurafelerden, tefrikalardan ve ayrılıklara karşı hep bir mücadele içinde olmuşlardır.

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 

Allah’ın ipine hep beraber/topluca tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateş çukurunun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı. Hidayete eresiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır. (Ali İmran:103)

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ 

Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Çekişip tartışmayın. Yoksa, bozguna uğrarsınız ve gücünüz dağılıp gider. Sabredin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (8/Enfâl, 46)

Çünkü tefrika, ayrılık, tembellik, cehalet, gaflet ve zaaflık azaba sebep iken vahdet, birlik, kuvvet, istikrar ve azim ise rahmete sebeptir.

Onlar bu meseleyi o kadar anlamışlardır ki bu iki denge arasında ellerinden geldiği kadar bu mücadeleyi vermiş tefrikalardan beri olmuş ve tefrikanın gerçekleşmesine de izin vermemişlerdir.

Nitekim Allah resulü aleyhisselam: Üç şeyden Müslümanın kalbi hıyanet etmez. Allah için amelI HHlis kılmak, Müslümanların önderleri için hayrı istemek ve onların cemaatinden kopmamak. (İbni Mace)

Abdurrahman bin Zeyd şöyle demişt:ir Osman radıyallahu anhu Mina'da namazları 4 rekat olarak kıldı. Bunun üzerine Abdullah ibni Mesud dedi ki ben Resulullah aleyhisselam ile beraber Mina'da namazları iki rekat olarak kıldım, Ebubekir ile iki rekat olarak kıldım, Ömer ile iki rekat olarak kıldım, Osman'ı halifeliğinin ilk yıllarında namazları Osman'la birlikte ikişer rekat kılmıştım. Fakat daha sonraları bu ikiyi dört'e tamamlamaya başladı sonra siz de yollar ayrıldı. Vallahi Osman'a uyarak kılacağım dört rekat namazı benim için iki rekat makbul namaz yerine geçmesini ne kadar arzu ederdim. Sahabenin itaat, sevgi, bağlılıkta nasıl da birbirlerine uyduklarını tefrika, fitne ve aylıklarının ne kadar da uzak olduklarını ortaya koymuştur.

6- Onlar günah işledikleri vakit hemen tevbe ederlerdi;

Onlar Allah'a öyle bir iman ve ahlak ile ahlaklanmışlardı ki onlar hayatlarını ve iradelerini her şeyin gücü üstünde olan Allah'a teslim etmişlerdi. Onlar bir haram bir kötülük işlediklerinde hemen tevbe ederek Allah'a yönelirlerdi.

Onlar bir günah işlediklerinde onlar vicdanlarında bunu hisseder ve yerlerinde duramazlardı hemen tevbeye, Allah'a yönelmeye, işledikleri kötülüğün ardından iyilik işleyerek o kötülüğü temizlemeye çalışırlardı.

Nuaym b. Hezzâl, babasının, şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Maiz babamın yanında kalan bir yetimdi. Mahalleden bir Cariyeyle cinsî ilişki kurdu. Babam kendisine: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e git, yaptığını haber ver. Belki senin için (Allah'tan) bağış diler" dedi. Bunu, Mâiz için bir çıkış yolu bulunur umuduyla istemişti. Râsûlullah'a gelip: Yâ Resûlüllah! ben zina ettim. Bana Allah'ın Kitabını(n hükmünü) uygula" dedi. ondan yüz çevirdi. Mâiz dönüp tekrar; Yâ Resûlüllah! Ben zina ettim. Bana Allah'ın kitabım (n hükmünü) uygula" dedi. yine ondan yüz çevirdi. Ama Mâiz tekrar dönüp: Yâ Resûlüllah! Ben zina ettim. Bana Allah'ın Kitabını uygula dedi." Nihayet bunu dört kez söyleyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Sen bunu dört kez söyledin. Kiminle zina ettin?" dedi. Mâiz: Falan kadınla" birlikte yattın mı? -Evet onun derisine değdi mi? -Evet cinsel ilişkide bulundun mu? -Evet üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) recmedilmesini emretti. Mâiz, Harre'ye götürüldü. Recmedilip de (recmedilmeye başlanıp da) taşın acısını hissedince sabredemedi, (recmedildiği yerden) çıkıp kaçtı. Arkadaşları yetişemediği halde Abdulah b. Üneys yetişip, bir deve inciği " İncik" diye terceme ettiğimiz " vazîf' kelimesine Kâmus'da " atın veya devenin topuğu ile dizi arasındaki kemik" denilmektedir.Nihâye'de ise devenin ayağına vazîf denildiği bildirilmektedir. aldı ona atıp öldürdü. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi ve bunu kendisine haber verdi. (sallallahü aleyhi ve sellem): Keşke bıraksaydınız. Belki tevbe ederdi de, Allah tevbesini kabul ederdi" buyurdu. hudûd 26. 27; Müslim, hudûd 22. 23 Ahmed, V, 262, 265.

(Ebu Davud)

O halde bir an önce tevbe et. Allah'a yönel ve tertemiz bir mü'min olarak artık Allah'a ulaşma vaktin gelmedi mi?

7- Onlar aralarında dayanışma, yardımlaşma ve sevgi bağı çok güclü idi.

Onlar Mü'min kardeşlerini Allah için seviyo,r kendileri için istediklerini kardeşler içinde istiyorlardı. Onlara karşı cimri, hayasız, kötü kalpli ve zorba değillerdi. Bilakis sevgi, dayanışma ve kardeşlik bağıyla bağlanmışlardı.

وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ 

 Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (59/Haşr, 9)

Ayette geçen ‘’isar'' ifadesi başkasını kendi nefsine tercih etmektir. Yani Allah için dünyevi isteklerini başkasına tercih etmek demektir. Kendisi çok ihtiyaç sahibi olduğu halde başkasını tercih etmek gerçekten de ancak Rabbani kulların işidir.

Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, bir adam Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselama gelerek: Ben açım, bittim, dedi.

Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da: “Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” dedi. Hz. Peygamber bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi.

Daha sonra Resûl-i Ekrem’in öteki hanımları da: "Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok." diye haber gönderince, Resûl-i Ekrem (asm) ashabına dönerek: “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.

Ensardan biri: Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü.

Eve varınca karısına: “Resûlullah’ın misafirini ağırla.” dedi.

Bir başka rivayete göre karısına: “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu.

Hanımı: “Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var.” dedi.

Sahâbî: “Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım.” dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.

Sabahleyin o sahâbî Peygamber aleyhissalatü vesselamın yanına gitti. Onu gören Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselam şöyle buyurdu:

“Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.” (Buhârî, Müslim)

8- Onlar nefis, arzu ve şehvette arınmış kendilerini ibadete vermiş kimselerdir.

Onlar Allah'ın farzlarını, emirlerini ve ibadet dair ne varsa onu yerine getirme konusunda o kadar istekli o kadar arzu sahibi kimselerdir ki onlar bu ibadetleri yerine getirdiklerinde sanki dünya onların olmuş gibi haz alıyorlardı.

Nitekim Resulullah efendimiz aleyhissalatu vesellem: Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı? diye buyurdu. Ebu Bekir ben cevabını verdi. Bugün sizden kim bir cenazenin arkasından gitti? buyurdu. Ebu Bekir ben cevabını verdim. Bugün sizden kim bir fakiri doyurdu diye sordu? Ebu Bekir ben cevabını verdi. Bugün sizden hanginiz bir hastayı dolaştığı? buyurdu. Ebu Bekir ben cevabını verdi. Bunun üzerine Allah resulü aleyhisselam bu hasetler bir kimsede toplanmaya görsün mutlaka cennete girer buyurdular. (Müslim)

Onlar nefeslerini tezkiye etmiş, heva ve hevese dair ne kadar şehvet benzeri tutum ve davranışları varsa onlar islam ahlakıyla temizlenmiş, Allah'a yönelmiş ve dünyayı değil ahireti malı, mülkü, kadını değil Allah'ın emirlerini yerine getirmek üzere bir hayat yaşıyorlardı. Onlar ne harama el sürüyor ne de zülme sebep oluyorlardı.

9- Onlar yardım ve zafer'in yalnız Allah’dan geldiğine iman ediyorlardı

Onlar rablerini tanımış, rablerine tevekkül etmiş, ona sığınmış, güç, kuvvet, yardım ve zafer'in ancak Allah'ın izniyle gerçekleşeceğini çok iyi biliyorlardı. İşte bunun için dünyevi sebeplere sarılmış, tedbirlerini almış ve bu yönüyle onlar Kur'an'ın ifadesiyle ''Zafer yalnız Allah katındandır' prensibiyle hareket ediyorlardı.

Her şey Allah'ın elindedir, bir şey ‘’ol'' dedimi O hemen oluverir. O halde Müslümanlar yalnız Allah'a güvenmelidir. Ama bu güven tedbirsizlik, itimatsızlık, sebeplere sarılmama ya da vesilelere sarılmama olarak değil Bilakis tüm önlem ve tedbirler alındıktan sonra Allah'a güvenmektir.

Nitekim Halid bin Velid Irak'a geldiği zaman Hrisyan Araplardan biri ona şöyle dedi: Rumlar ne kadar çok müslümanlar ne kadar azdırlar. Bunun üzerine Halid yazıklar olsun sana sen beni Rumların çokluğu ile mi korkutuyorsun? Ordular ancak zaferler çok olur hezimet ve yardımsızlıkla azalırlar sayı çokluğu ile çoğalmazlar dedi.

10- Onlar düşmana karşı güç ve kuvvet hazırlayan kimselerdi.

Onlar yeryüzünde iman etmek, insanları kula kulluktan kurtarmak, küfrün kalelerini dağıtıp, şirkini belini kırmak için insanları İslam'a davet etme noktasında nerede bir engel varsa onlar düşmanlara karşı hem maddi hem manevi açıdan bir hazırlık yapıyorlardı.

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ 

Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (cihad için tahsis edilmiş) besili atlar hazırlayın. Onunla Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği (gizli düşmanlarınızı) korkutursunuz. Allah yolunda infak ettiğiniz her ne varsa, size eksiksiz ödenir ve siz zulme de uğramazsınız. (8/Enfâl, 60)

O halde bu ayetin emriyle malın, canın, neslin, aklın, dinin, adaletin ve onur'un korunması için şüphesiz zalimlere karşı her alanda güç ve kuvvet hazırlamak gerekir. Çünkü bu hak ile batılın savaşıdır, bu şeytanın taraflarıyla Rahman'ın tarafları arasındaki bir savaştır ve bu savaşta Müslümanlar maddi manevi tüm tedbirleri alarak bir azim ve bir mücadele içine girmek zorundadır.

Müslümanlar bilimsel, teknolojik, askeri, sanat, savaş aletleri, tank, füze ve daha nice benzeri konularda mutlaka daha ileri şekilde araştırmalar yapıp kuvvet ve güçedinmek zorundadırlar. Çünkü bu ancak adaletin hayata tesisi olması için şart olan bir gerekliliktir. Eğer bu bilimsel ve teknoloji güç zalimlerin elinde olursa ölüm, kan, savaş, sömürü, zulüm, adaletsizlik ve her alanda savaşlara sebebiyet olur. Nitekim bugün öyle de değil mi?

Nitekim bir hadiste: Kuvvetli Mü'min Allah'a karşı zayıf mü'minden daha üstündür. 

(Kadı iyaz)

Her kim atacılığı öğrenir sonra da terk ederse bizden değildir. Yahut da muhakkak ki isyan etmiştir buyurdu. (Müslim)

 

Gürsel Gürbüz

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *