Şeytanın Evliyaları: Rumi, Hallac-ı Mansur, Halid Bağdadi, İbnu’i Arabi ve Yunus Emre
Şeytanın Evliyaları: Rumi, Hallac-ı Mansur, Halid Bağdadi, İbnu’i Arabi ve Yunus Emre
Tarih boyunca dinde büyük zararı din kisvesi adı altında kendilerine Müslüman, şeyh, salih kul ve evliya gibi isimler ile isimlendiren kimseler tarafından yapılmıştır.
Bunların birçokları dinin ruhunu anlamamış, ilahi öğretileri ile terbiye edilmemiş ve Rabbani ilim ile sulanmamış olan bu kimseler her ne kadar samimi, ihlas ve takva görüntüsünde olsalar dahi onlar bu dini cehaletlerinin sonucunda bid’atleri, hurafeleri ve yanlış menhec/metotlarıyla dini bozulmasına sebep olmuşlardır.
Bir kısmı kasten dini bozmak ve İslam'ı yok edebilmek adına İslam elbisesini giyerek fitne çıkarmaktadır. Nitekim bugün laik-kemalist ilahiyatçıları bu vakayı en güzel şekilde ortaya koymaktadırlar. İşte bu sebeple bunların maskelerini düşürmek ancak onların Allah'ın helal ve haram yasalarına göre davrandıklarına bağlıdır. Onlar davetlerinde taviz veriyorlar mı? Onlar yaşam tarzlarında şeriata bağlı mıdırlar? Onlar da münafıklık alameti var mı yok mu? Bunlar hiç şüphesiz bilinmesi gereken en önemli alametlerdir.
Bugün laik sistemin boyundurluğunda ve onların sınırlandırmalarında İslam anlatanlar maalesef Müslümanların bozulmasına sebep olmuştur. Özellikle Rumi (Mevlana!), Yunus Emre, Hallaç-ı Mansur ve ibni Arabi gibilerin bize örnek olarak dayatılmak suretiyle dinin ruhunun dışına çıkılmış, dinin hedefinde sapma meydana gelmiş ve bunun sonucunda İslam'la beraber bid’at, hurafe, dinde taviz verme, şirk ve küfür sistemleri ile barışık bir hayatı yaşamaya sebep olmuşlardır.
Peki bu Şeyh, Evliya, Rumi yada Salih Kul diye isimlendirilenler gerçekten de Allah dostları mıdırlar? Gerçekten de onlar bu dinin hizmetçileri midirler? Yoksa bu dine saldıran, bu din yok eden, bu dine hurafeleri, bid'atleri yerleştiren ve bunun sonucunda ilahi hedeften saptıran kimseler midirler?
1- Celaleddin Rumi, bugün Afganistan toprakları içerisinde yer alan Belh kentinde, 1207 yılında doğduğu tahmin edilmekte Belh'den göç ettikten sonra, 20 yaşlarına geldiğinde, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya'ya yerleşmiş ve hayatının geri kalanını burada geçirmiştir. 1273 tarihinde Konya'da ölmüştür. Bu şahıs kitabında bir çok küfür, şirk, hurafe, bid'at ve cinsel içerikli temalar ortaya koyarak nasıl bir zihniyete sahip olduğunu ortaya koymakla beraber onun moğol ajanı olduğu görüşünü ciddi anlamda desteklemektedir.
Celaleddin Rumi Türk değildir. Kendisi moğollar tarafından görevlendiriliyor ve tüm tarikatlar bu adama bağlanmak suretiyle moğollların anadolu ve islam topraklarında işini kolaylaştırarak onlara büyük hizmetlkerde bulunmuştur.
Nasreddin hoca olarak bilinen büyük Alim, Celaleddin Rumi ve Şems-i Tebrizi'ye karşı örgütlenmeye onların sapık fikirlerine, bid’ad, hurafe ve tehlikelerine karşı uyarmıştır. Maalesef Nasreddin hocayı Şems-i Tebrizi bir suikast sonucu öldürtmüştür. Celaleddin Rumi'nin oğlu muhammed babasının hain olduğunu öğrenince Nasreddin hocanın saflarına geçer. Celaleddin Rumi Nasreddin hocayı alaya alır ve onu kendi eserinde eleştirir ve hatta Rumi’de bizzat Nasreddin hocanın ölümünde rol oynamıştır. Hatta Ahi evran bizzat Nasreddin hocadır.
- Celalettin Rumi'nin Kendi Eserinde Küfür ve Şirk Sözleri
Allah'ı niteliksiz, isimsiz ve sıfatsız gördüğünü iddia etmesi. (C5 beyit 420 Sayfa 38)
Bir derviş bir dervişe tanrıyı nasıl gördün? Söyle! Derviş dedi niteliksiz gördüm (Sayfa 420)
Kimde yakın aynası varsa kendini görmüş olsa bile hakikatte tanrıyı görmüş olur. (C5 beyit 2015 sayfa 166)
“ ….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi … “ MESNEVİ : 4.C.1.S. M.E.B - 1991 İST
“ ….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz….. “ MESNEVİ : 1.C.7.S. M.E.B - 1991 İST
Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bunda iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür " dedi. (Menkibu'l Arifin : 2 – 56.57.S -Ahmed Eflaki - M.E.B Şark islam Klasikleri . İST.1989)
O aynı zamanda kendi kitabında Evliyaların Peygamberlerden üstün olduğunu söyler.
Celaleddin Rumi Divan-ı Kebir eserinde (Na’at-ı Ali) Ali radıyallâhu anhu'ya ilahi özellik vererek tanrı makamına oturtarak hulul inancına yer vererek bak neler diyor;
Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zatı gibi O bakidir. Hakkın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakk’ın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı’nın zatına yapışmış “O” olmuştur. Hani duyduğun lahutun gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, Hak’tan Hak’la görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksat, yüce Ali’dir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilemez. Zira o hakimdir, herşeyin bilginidir.
O, Hak iledir; Hak ondan görünür. Hakka ki, o Hak ile ebedidir.
Şit, kendinde Ali’nin nurunu gördü ve yüksek alemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da beladan kurtulmuş oldu. Halil peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu. Nemrud’un ateşi, o Allah’ın dostuna hep gül, nesrin, lale oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail’e kurban etti. Yusuf kuyuda onu andı da, o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf’un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran’ın oğlu Musa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: “Yarabbi! Bana bu lütfundan bir alamet ver.” Hak ona: “İşte sana nurlu eli verdim” dedi. Gene Ali’nin vergisidir ki, Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi…
Ali dinde evvel, ahır o idi. Allah ile içli dışlı o idi…
Rumi Celaladdin; Veliler Tanrının Çocuklarıdır!
“Yavrum veliler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın…
Yavrum, veliler de tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın. Tanrı mallarını canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlıklarını bulup aleyhlerinde gıybet etme. Onlar için kin güden onların öcünü alan tanrıdır. Tanrı dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. [Mesnevi, Cilt 3, Beyit: 79-80, Sayfa 7-8, Milli Eğitim Basımevi 1995]
Tanrı dedi ki: Bu Veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri. Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzülerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir.”
Kaynak: Mevlana Calaleddin Rumi, Mesnevi, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Yeni Şafak Kültür Hizmeti, 2004 Cilt 1, Sayfa 289
Rumi velileri, Tanrı’nın çocukları olarak gördüğünü açıkça söyleyerek hıristiyanlığın batıl akidesi olan Baba, Oğul ve Kutsal Ruh (Teslis) akidesini bu şekilde, az da olsa benimsediğini göstermiş ve islama sokmaya girişmiştir. Bu ister hakiki ister mecazi anlamda görülsün velileri Tanrı (ALLAH)’nın çocukları olarak görmek küfrün ta kendisidir. Nitekim;
“Rahman çocuk edindi” dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir! Rahman’a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden… Hâlbuki çocuk edinmek, Rahman’ın şanına yakışmaz. Göklerde ve yerde olan herkes, istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir.” ( Meryem: 88-93)
Allah bir çocuk edinmek isteseydi elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O bundan münezzehtir. O Allah ki tektir, kahredici üstünlüğe sahiptir. (Zumer Suresi 4)
Mesnevi'den Hikayeler.
Gereksiz ve mesnetsiz şehvet perest bir anlayışla o şöyle diyor; Bir Hanımefendi bir hizmetçi ve bir eşek…İhtirasın acı sonuçları…Kadının eşekle ilişkiye girmesi (Cilt 5 KABAK HİKAYESİ (1335-1420. Beyitler 112-118.sf)
Eş cinsellik ile ilgili söyledikleri şeyler;
Oğlanın iriyarı adamdan korkması… Adamın “Korkma çocuğum! Ben er değilim” demesi (Cilt 2 eşcinsellik (3155.-3160 Beyitler 242-243. Sf)
Şehvetperest anlayışı;
Bir Kadın’ın kocasının önünde aşığıyla oynaşmasını istemesi.
Cilt 4 Müstehcen Fırka (3545-3550. Beyitler Sf. 283)
Bir adam ve birlikte olduğu oğlanla sohbeti…(Cilt 5 Oğlancı Hikayesi ( 2497-2515. Beyitler 205-207.sf)
Mesnevi kahramanı Cuha’nın Kadın kılığına girip Hamamda bir kadına cinsel organını elletmesi… Cilt 5 Cuha'nın Kadın Kılığına Girmesi Hikayesi (3325-3330. Beyitler 272-273.sf)
Baba ve kızı arasında en müstehcen şekilde cinsel ilişki üzerinden sohbet yapması. (Cilt 5, 3716-3736. Beyitler, s. 302-304)
Zahid olan kimsenin karısını başka bir kadınla aldatması ve hizmetçisiyle ilişkiye girmesi. (Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Mevlâna, M.E. B. Yayınları, İstanbul 1988 çeviren Veled İzbudak Cilt 5 2165-2200-Beyit-178-181 sayfa)
Celaleddin Rumi’ye Göre İçki Helaldir.
“Zevk veren her şey, şu aşağılık kişiler, bir delil elde edip dadanmasınlar diye nehyedilmiştir. Yoksa şarab, çeng, güzel sevmek ve sema, haslara helâldir, aşağılık kişilere haram. (Abdulbaki Gölpınarlı’nın Mevlana Celâleddin isimli kitabının sayfa 198 – 199 – 200. İnkılâb Kitabevi 1985 baskısı.)
Yine dostların olgunlarından nakledilmiştir ki: Bir gün kıskanç fakihler inkâr ve inatları sebebiyle Mevlana’dan: ” Şarap helal midir veya haram mı ?“ diye sordular. Onların maksadı Şemseddin’in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile: ” İçsen ne çıkar? Çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir.
Açık cevap şudur ki, eğer Mevlâna Şemseddin şarap içiyorsa, her şey ona mubahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır.“ buyurdu.(Ariflerin Menkibeleri, Ahmet Eflaki,Cilt 2 S. 216)
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” ( Maide 90-91)
Mevlana evliya olmadığı gibi müslüman da değil!
Nirvana'ya ulaşıp Allah olmak: Sufizm dininde evliyalar olarak isimlendirilenler fenafillah denilen bir makama yükselir. Budizm'deki karşılığı Nirvana olan Fenafillah makamına ulaşan evliyalar artık Allah'ta erimiş ve onun bir parçası olmuşlardır. Böylece ''Ben Allah'ım, Ben yokum sadece Allah var'' demeye başlarlar. Burada hulul inancını serd ederek islamın saf akidesini teslis inancıyla birleştirme yatmaktadır. Fenafillah diye bir makam islamda yoktur. Onlar kendilerine ibadetlerin kapılarını kendilerine açmak ve kendine taptırmak adına bu sahte makamı icad ederek Ben Allah'ım demeye başlamıştır. Nitekim Hallacı Mansur'dan etkilenen Celaleddin Rumi, ''Ene el hak: Ben hakkım'’ sözünü savunarak hulul inancına sahip olduğunu haykırarak küfrünü ilan etmiştir.
Ve Celaleddin Rumi Allah olduğunu ilan ederek:
Bir gün Mevlana hazretleri şeyh Muhammed Hadim'e işaret ederek: "Git filan işi tamamla," buyurdu. Şeyh Muhammed de: "İnşallah!" dedi. Mevlana hazretleri bağırarak: "Ey aptal! Söyleyen kimdir?" diye sordu. Şeyh Muhammed derhal düşüp kendinden geçti, ağzından köpük çıkmağa başladı. Dostların hepsi başlarını açtı ve: "Şeyh Muhammed dervişlerin hizmetçisidir ve çok da gereklidir, artık küstahlık etmez," deyip secde ettiler. Mevlana derhal inayet nazarı ile şeyh Muhammed'e baktı, Şeyh Muhammed kendisine gelip tövbe etti. (Ariflerin menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 203, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı)
Allah'ın emri olan inşallah demeyi yasaklayan Celaleddin Rumi, Allah olduğunu bu menkıbesinde ilan etmiştir. Bu yüzden kendisine ‘'Mevlana dedirtmiştir. Müridin Celaleddin'e tövbe etme sebebi de onu mevlası olarak gördüğü içindir.
Mesnevi alemlerin rabbinden gelmiş!
Celaleddin Rumi'nin kendi elleriyle yazdığı kitabın vahiy olduğunu ve kur’an gibi korunduğunu söyleyerek küfrünü, şirkini, şehvetperestliğini hurafe ve bid’atlerini insanlara onaylayama çalışmıştır. Bak o ne diyor;
Mesnevi âlemlerin rabbinden inmedir, bâtıl ne önünden gelebilir ne ardından. Tanrı onu korur gözetir. Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lâkapları da var, o lâkapları veren de tanrıdır. Fakat biz bu az lâkapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delâlet eder. [Mesnevi, Önsöz, Sayfa 7, cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
‘’Bu ne yıldız bilgisidir ne remil ne de rüya. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir ya Tanrı vahyidir! Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet. [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 1852-1854, Sayfa 151, MEB Yayınları 1995]
Bu Allah düşmanını en batıl şekilde tevil ederek bu ilham olduğunu dolayısıyla Rumi böyle kast ediyor diyerek bu küfre ortak olanların tevilleri batıldır.
Mesnevi Kuran tefsiri değil Kur'anın tâ kendisi olduğunu iddia etmesi;
Kendi yazdığı kitabın vahiy olduğunu söyleyerek ona kur’an demesine gelince;
Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama: Danişmentler ''Mevlana Mesnevi'ye niçin Kur'an diyor?'' diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz onlara cevaben: "Mesnevi Kuran tefsiridir dedim" diye şikayette bulundu. Babam bunu işitince bir müddet sustu, sonra: ''Ey köpek! Niçin Kur'an olmasın? Ey eşek! Niçin Kur'an olmasın? Ey kahpenin kardeşi! Niçin Kur'an olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur. Tanrı'nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.'' [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 306, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]
Allah’ın şeyhten büyük olmadığını iddia etmesi.
Velileri Allah'ın çocuğu ilan ederek, müritlerine küfrün ve şirkin kapılarını acan Rumi Şeyh, peygamberden bile büyüktür, Allah ile şeyh arasında fark yoktur’’ demek suretiyle nasıl bir akideye sahip olduğu anlaşılmış oluyor.
Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (Bu sırada) : Gerçek mürit, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. öyle ki, bir adam Bayezid'in müritlerinden birine "Şeyhin mi büyük, yoksa Ebu Hanife mi?" diye sordu. Mürit: "Şeyhim," diye cevap verdi. Sonra: "Ebu Bekir mi büyük, senin şeyhin mi?" diye tekrar sordu. O yine "Şeyhim," diye cevap verdi. (Nihayet) o, birer birer bütün sahabeyi saydıktan sonra: "Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?" dedi. O yine: "Şeyhim büyüktür," dedi. En sonunda: "Tanrı mı büyük, senin şeyhin mi?" diye sordu. Mürit: "Ben Tanrı'yı şeyhimde gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım," dedi. Başka bir müritten de: "Tanrı mı büyük, yoksa senin şeyhin mi?" diye sordular. O da: "Bu iki büyük arasında hiç fark yoktur," dedi. Ariflerden biri de: "Bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki, o bu farkı ortaya koysun" demiştir. [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, Sayfa 310, Hürriyet Yayınları 1973]
Celaleddin Rumi dinsiz bir kimse olduğunu ilan ediyor;
İlletli kimse ne tutarsa illet olur. Kâmil, kâfir bile olsa o küfür din ve şeriat haline gelir. [Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613, Sayfa 129, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995 , Çeviren: Veled İzbudak]
Kamil kişi kâfir olsa müslümanların şeriatı değişmez. Çünkü İslam şeriatını Allah belirlemiştir. Kıyamete kadar değişmeyecek olan şeriat hükümleri Kuran'da anlatılmıştır.
Şarap içen Celaleddin Rumi!
Bu mulhid islama müdahale ederek kendi dinini icat ederek bak ne diyor;
Hoşa giden her şey haram kılınmıştır ama bu halk için bir delil olamaz. Yoksa; ney, şarap, çalgı, güzel yüz ve saz alemi, olgun kişilere ziyan vermez. Ama bilgisiz halka yasaktır. (Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 1078, Sayfa 221, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974)
Derler ki: yüce cennetler olacak, içinde temiz şaraplar, iri gözlü huriler olacak. Madem ki işin sonu oraya varacak. O halde bizim şarabımız da, sevgilimiz de peşin elimizdedir. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 605, Sayfa 123, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974]
Kadınları aşağılaması
Ümmet ''Kiminle meşveret edelim'' dediler de peygamberler ''Mukteda olan akılla'' diye cevap verdiler. Hatta soran adam ''iyi ama ya hiçbir tedbirli, isabetli, aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?'' deyince, peygamber ‘’onunla da meşvette bulun fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git'' dedi. Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın parçadır, nefsinse büsbütün şer. [Mesnevi, cilt 2, Beyit: 2269-72, Sayfa 174, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Ahmak adamın rüyası da aklınca olur, aklı gibi değersizdir bir şeye yaramaz. Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir. [Mesnevi, Cilt 6, Beyit: 4319-20, Sayfa 343, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988"]
''Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.'' [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 203, Beyit: 2466, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
''Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı!'' [Mesnevi, cilt 3, Beyit: 3129, Sayfa 255, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Cinsel sapkınlıkları;
Tüysüz oğlanla ilişkiye giren adam!
Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! [Mesnevi , cilt 2, Sayfa 242, Beyit: 3155-3158, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu... Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 205, Beyit: 2496-2500, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Kadın kılığında camiye giren sapık!
Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı. Mimbere çıkmış vaiz ediyordu. Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıştı.Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla,ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin. 3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha,hemen kızkardeş dedi,bak bakalım,benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım,mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın,Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. 3335.Derhal şiddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline! O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de. Padişahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayağı olduğu için pek incinir. Halbuki onlar,elleri,ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki"diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes dediler,can,can çekişmeden kurtulur. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 272, Beyit: 3325-3339, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Eşekle ilişkiye giren kadın!
O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, 1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. 1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 112, Beyit: 1335-1345, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Mevlana’mız Kim? Allah mı? Yok Celaleddin Rumi’ mi?
Mevlâ sözlükte; “Rab, efendi, dost, arkadaş, yardımcı, sahip ve mâlik olmak demektir. Bu sebeple Kur’ana göre Mevla’mız sadece Allah’tır. Nitekim ayetlerde;
هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ
O, sizin Mevlanızdır. Ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcı! (Hac, 78)
Bu ayette açıkça Mevla'mız kime denilmesi gerektiği görülmektedir.
بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ
(Hayır, öyle değil!) Sizin dostunuz Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. (Ali İmran Suresi, 150)
2- Hâlid-i Bağdâdî 1779 yıllarında süleymaniyede doğmuş 1827’de Şam ölmüştür. Mutasavvıf ve şair olan bağdadi Nakşibendi Hâlidîlik yolunun öncüsü bir sufidir..
Halid Bağdadi Mekke'de güya bir rüya görüyor ve bundan dolayı hindistana gidiyor. Kendisi Ceştiyye tarikatında Rabıta yapmayı öğreniyor ve bunu da insanlara öğretiyor. Halbuki bu Ceştiyye denilen tarikat bidat, hurafe, hatme, ve rabıta gibi tüm ritueller asla islamla ilgisi yoktur bu tamamiyle hindistandaki Hindu inançlarından esinlenilerek yapılan batıl ibadet çeşitleridir.
Bu tarikat hindular tarafından son derece sevilir ve sayılır bağdadi’de onlardan bu sapık görüşleri alarak bunları yaymasından dolayı kendi doğduğu yer olan Suleymaniye, bağdat ve Mekkede kovulmustur. Kudüs yolunda o ve iki oğlu beraber ölmüştür. Bazi rivayetlere gore sapık fikirlerinden dolayı suikast ile ölmüş ve bazı rivayetlere göre vebadan ölmüştür.
Hindistandaki ziyaretinde hindulara ait yoga denilen metidasyon ibadet şeklini rabıta adına tasavvuf elbisesi altında islama sokmuştur. Bu adam Budisler ve Rahiplerinin düşünce metidatasyonu olan ve iki kaş arasındaki kırmızı çakra'yı onlardan almak suretiyle alnın ortasında şeyhini düşünmek suretiyle şeyhini görürsün iddiasıyla Rabıta adı altında aracı şirkini işlemekle beraber hulul şirkinide işlemiş oluyorlar.
3- Muhyiddin İbnü'l-Arabî 1165 - 1240) Bu kimse Endulus emevi devletine biat etmiş ve hiç bir zaman Ertuğrul Gaziyi görmemiştir. Kendisi bir seyyah/gezgin olan İbni arabi asla bir Alim değildi.
İbni Aarbi’nin küfür ve şirk sözlerine gelince; Kendisi kendi kitabını ilham adı altında onaylatarak bir çok şirk ve küfür akidesini öğretmektedir.
"Bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsî makamdan indirilmiştir. Çünkü ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim ve bu yazılı kitapta ancak bana indirilmiş olan hakikatleri dile getirdim.” (Fusûsül Hikem. Muhyiddin-i Arabî.)
"Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi, O , bana imlâ ediyor ve ben bunları kendi elimle yazıyordum, Benim lisânım, Hakk’ın lisanıdır, sözüm O’nun sözüdür.” (El Futûhât El-Mekkiyye. Muhyiddin-i İbn Arabî)
Allâh bana hamd eder, ben de O'na hamd ederim, O bana ibadet eder, ben de O’na. Bir halde ben O’nu ikrâr eder ve eşyâdaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim. Bizden nasıl vazgeçebilir? Ben O’na müsaade eder ve O’nu zuhur alanına çıkarırım.”(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 83. Bosnevi, 1, 384-385)
“Sen kulsun ve sen ilâhsın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. Sen ilâhsın ve kulsun; çünkü sözleşmenle kendini ilâha bağladın. Şahsın taşıdığı her akîdeyi o akâdeden başka inancı olanlar çözebilir.” (Muhyiddin ibn arabi: Fususu’l-Hikem: s.101)
"Vakit olur ki kul Rabb olur şüphesiz, vakit olur ki kul kul olur şüphesiz.” (Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 90. Bosnevi, 1, 433)
"Bizler Allah'ın zahiri suretleriyiz, O'nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz O'yuz." (Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 159. Bosnevi, 345)
Bu Allah düşmanı hulul inancına sahip ve bu akideye davet eden kimse idi. O dönemin Alimleri ittifakla ibni arabi’yi tekfir etmişlerdir.
“Halık ile mahluk bir tek şeydir.” (Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 78)
“Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir. (Muhyiddin ibni arabi: Fususu’l-Hikem, s.94)
İbni arabi bir şiirinde ise şöyle der:
"Nebilik makamının derecesi Rasûlün üstünde ve velinin altında bir yerdir.” (Şerhu Akidetü’t-Tahaviye,II/743.”)
Tasavvuf'un Kurucusu İbn Arabî'nin Sapıklıkları:
"Firavun'un 'ben sizin rabbinizim' sözü doğrudur, Firavun, Hakk'ın ta kendisidir."
Bu son cümle, el-Füsus'un metninde şöyle geçer: "Firavun eğer Hakk'ın kendisi değilse Hakk'ın sureti Firavun'undur." el-Füsus'un başka bir nüshasında bu cümle şöyle geçer: "Hakk'ın kendisi ise sureti de Firavun'undur." (İbn Arabi, el-Füsûs, 1/210-211.)
Bu sapık ve onun izinden gidenler velileri resulün üstünde görürler;
"Veli, ilmi, meleğin peygambere vahyi getirdiği kaynaktan alır." (İbn Arabi, el-Füsus, 1/62.)
"Berzah âleminde nübüvvetin makamı Rasûllüğün üstünde, veliliğin altındadır." (İbn Arabî, Letaifü'l-Esrar, s. 49.)
el-Fütûhatü'l-Mekkiyye ile el-Füsûs kitabında Nuh ve Ad Kavmini över; Hallbuki Allah azgınlara gazap etmiş ve bu kavmin azgınlıkları sebebiyle helak ederken o onları övmekte.
Daha önce de Nûh kavmini (helak etmiştik). Çünkü onlar, fâsık bir kavim idiler. (Zâriyât Sûresi, 46)
Bu şeytanî ruhlardan birisi de el-Fütûhât kibenının müellifinin kendisine bir kitabı ilham ettiği iddia edilen ruhtur.
İbn Arabi el-Füsûsu'l-Hikem kitabının mukaddimesinde şöyle demektedir:
Ben Rasulullah sallallah aleyhi ve sellem'i müjdeleyiciler içinde gördüm. Onlar bana hicri 627 yılında Muharrem ayının son on gününde Dimeşk'te gösterildi. Elinde bir kitap vardı. Bana dedi ki: Bu Füsûsu'l-Hikem kitabıdır. Bunu al ve insanlara çıkarıp göster ki ondan yararlansınlar. Ben de işittim ve itaat ettim, dedim. İbn Arabi, el-Füsûs,1/47
İbn Cerir et-Taberi, Ebu Zümeyl'den şöyle rivayet etti: "İbn Abbas'ın yanında duruyordum. Sahabeden bir adam geldi ve şöyle dedi: "Et İbn Abbas! Ebu İshak el-Muhtar kendisine geceleyin vahiy geldiğini iddia ediyor, ne dersin? İbn Abbas dedi ki: 'Doğru söylemiş.' Bu cevap hoşuma gitmedi ve dedim ki: ' İbn Abbas onun doğru söylediğini söylüyor ha!' Bunun üzerine İbn Abbas dedi ki: 'Vahiy iki türlüdür: Allah'ın vahyi, şeytanın vahyi. Allah'ın vahyi Muhammed'edir, şeytanların vahyi onların dostlarınadır.' Sonra şu ayeti okudu: "...Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar..." (Enam, 121) Tefsiru't-Taberi, 12/86.
Muhyiddin Arabi'nin küfür ve şirk sözleri
İbn Arabî Vahdet-i Vücud inancını ortaya koyarak bir şiirinde;
Ey varlığı yaratan nefsinde!
Sen bütün yaratıklarını cemediyorsun,
Yaratıyorsun, oluşu sona erenleri sende
Dar da sensin, geniş de. (S.181-183)
İbn Arabi’nin akidesine göre bütün dinlerin bir olduğunu aralarındaki farkın sadece isim ve etiketlerle sınırlı olduğudur. Hatta bu sapık akidenin sonucunda o Firavunun kamil bir mümin olduğunu söyler.
Her biçimi kuşatır kalbim: Ceylanlar için otlak ve Hıristiyan rahipler için bir manastırdır o, Ve, putlara tapınak, hacıların kâbesi, Tevrat'ın levhaları ve Kur'an'ın sayfalarıdır aynı zamanda,
Ben aşk dinine uyarım hangi yolu tutarsa Aşk'ın develeri, işte budur benim dinim ve inancım .
(Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Muhyiddin Arabi'nin küfür ve şirk sözleri (S.181-183)
4- Yunus Emre (1238-1328) Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde büyüklü küçüklü Türk beyliklerinin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından kadar Eskişehir'in Sivrihisar ilçesinde yer alan Sarıköy'de yetişmiş ve Ankara'nın Nallıhan ilçesindeki Tapduk Emre'nin dergâhında eğitim görmüştür.
Yunus Emre ve Şebusteri'nin küfür ve şirk sözleri (S.188-189)
O şiirinde;
Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan
Şer'in evliyasıysa, hakikatta asidir.
Şebûsterî ise;
Ey akıllı kişi! iyi düşün... Put, varlık bakımından bâtıl değildir ki,
Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı... İyinin yaptığı her şey iyidir. (Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Yunus Emre ve Şebusteri'nin küfür ve şirk sözleri (S.188-189)
Yunus Emre’de diğerleri gibi hulul inancını savunarak insan ile Allahın aynı şeyler olduğunu söylerek sapık akidesini dillendirmiştir.
Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği,işte onun sesi,işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün,lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan,yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten,zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem,hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman,andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus,ol sahibi Kur’an benem. (Yunus Emre Kültür Bakanlığı 1275 Kültür Eserleri Syf:361)
Tasavvuf ekollerini bu sapık düşünceyi şu şekilde savunur;
Bu tılsımı bağlayan. Çok aradım özledim.
Türlü dilde söyleyen. Yeri göğü aradım.
Yere göğe sığmayan. Çok aradım bulmadım.
Sığmış bu can içinde. Buldum insan içinde.
Görüldüğü gibi Allah’ı insanın içinde olduğunu söylemiş ve başka bir şiirinde Allah kendisi olduğunu zırvalayarak ne denli sapkın olduğunu göstermişdir.
“ Evvel benem ahir benem, canlara can olan benem “
(Yunus Emre Kültür Bakanlığı 1275 Kültür Eserleri Syf:361)
5- Hallâc-ı Mansûr 858-922, Bağdatta zındıklık ve sapıklaıkları sebebiyle uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle idam edilmiştir.
Hallacı Mansur'un küfür ve şirk sözleri;
Senin ruhum benim ruhuma şarabın saf su ile katışması gibi karışmıştır.
Sana herhangi birşey dokunduğunda bana da dokunur,
Ey ALLAH'ım, her durumda sen, benimsin.
Ben sevdiğim O'yum ve sevdiğim O benim,
Biz bir vücudda sakin iki ruhuz
Eğer sen beni görürsen O'nu görmüş olursun,,
Ve eğer sen O'nu görürsen ikimizi birliktegörmüş olursun.
O yücelikte "Ben, "Biz", veya "Sen" yoktur, " Ben", "Biz", "Sen" ve "O" hep biziz. ” Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Hallacı Mansur'un küfür ve şirk sözleri (S.160-161)
BİR CEVAP YAZ