Tağut'un Ordusunda Askerliğin Hükmü Nedir?
Tağut'un Ordusunda Askerliğin Hükmü
Bir ülkenin en önemli teminatı onun sağlam ve güçlü bir orduya sahip olmasıdır. Bir ülkede hangi ideoloji ya da din hakim ise oranın ordusu maddi ve manevi bu sistemi korumak için varlığını korur.
Bir ülkenin askeri gücü küfre ve şirke yardım ediyorsa, oranın ideolojik sistemini koruyor, Allah'ın yasalarını ve kanunlarını hiçe sayarak laik, demokratik ve buna benzer ideolojik dinlere iktidar ve teminat sağlıyorsa, hiç şüphesiz bu ordu tağutlara ibadet eden ve onların uğrunda savaşan kimselerdir.
Bu ordular güçlerini, enerjilerini ve tüm hayatlarını bu şirk sistemini korumak üzere adamışlardır. Küfrü korumak, şirke yardım etmek ve onun güvenliğini sağlamak hiç şüphesiz firavun ve nemrut ordularıyla eş değer bir konumdur. Bugün ilkel cahiliye ile cağdaş cahiliye arasında şirk ve küfür aynı dolayısıyla zaman dışında başka hiç bir şey değişmiş değil.
Kur'an-ı Kerim'de Allah, firavun ve onun emsallerinin askerleriyle şirke, küfre, zulme ve bir çok fitneye sebep olduğunu beyan etmektedir. Dolayısıyla Amerika, Avrupa ve bugün batının güdümünde olan ve Müslüman coğrafyasının baş belası olan sistemler ve onun ordusu hiç şüphesiz islam için varlığını korumaz. Bilakis Allah'ın dinini yok etmek için var gücüyle çalışır. Allahın kulları arasında ahlaksızlık, tecavüz, adaletsizlik, eşitsizlik ve sapmalar bu tağuti kurumların eliyle işlenir. Müslüman bu gibi tağuti kurumları inkar ve beri olmaları Allaha iman kapsamının şartları içindedir.
Nitekim Firavun'un şirkini ve küfür sistemini koruyan ve firavunun Zalim kanunlarına hizmet eden askerlerin muvahhid müslümanları yakalama girişimi ile ilgili ayette Rabbimiz;
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
Firavun, askerleriyle onları takibe koyuldu. (Onlara yetişemeden) denizden kuşatan, (boğucu dalgalar) onları kuşatıverdi. (Tâhâ, 78)
Her alanda Allah'ın kullarını bozguna uğratan sosyal, siyasi, ekonomik ve ahlaki alanlarda toplumu şirke ve küfre davet eden firavun ve onun ordusu zalim ve suçlu kimseler olarak tanımlanmaktadır.
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ
Onları ateşe davet eden imamlar/önderler kıldık. Kıyamet Günü de yardım olunmayacaklardır. (Kasas, 41)
اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ
Firavun ve ailesi, (ileride) kendilerine düşmanlık edip üzüntü sebebi olacak (bebeği) aldılar/sahiplendiler. Şüphesiz ki Firavun, Haman ve ikisinin askerleri hatalıydılar. (Kasas, 8)
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ ]
Biz de onu ve askerlerini yakaladık ve denize fırlattık. Zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna bir bak! (Kasas, 40)
Resulullah aleyhisselatu vesselam bir hadislerinde; Allah'ın dinini önemsememiş, Allah ile bağlarını koparmış ve namazları gevşek tutanlarla ilgili hadislerinde;
Başınıza rezil yöneticiler gelecekler, şerli insanları kendilerine yakın tutacaklar ve namazları geciktireceklerdir. Kim onlardan birinin dönemine yetişirse onların yanında danışman, polis, zekat memuru ve hazine memuru olarak görev yapmasın. (Tabarani)
Bu hadisin zahirine göre bu yöneticiler, Allah'ın hükmüyle hükmeden ama namazı geciktiren ve haram, zorbalık, kötülük ve şerle iştigal yapan yöneticilerin namına çalışmayı yasaklamıştır. Bugün her anda şirke ve küfre ikdar ve egemenlik veren ve onu koruyan ordulara gelince hiç şüphesiz bu Allah ile bağın kopması demektir.
Bugün ideolojik yönetimlerin korumalığını üstlenen ordular tek görevleri ideolojik rejimleri korumak, savunmak ve ilelebet devam ettirmek için var gücüyle çalışır. Bu askerler tağutların namına iş yapar ve sadece onların kanunlarına göre hareket eder, velevki bu Allaha muhalafet olsa dahi. Bu askerlerin tağuta yardım etmeleri ve hizmet etmeleri sonucunda kulları kullara kul yapmakla beraber zulüm, zorbalık, sömürü, adaletsizlik ve her türlü kötülük bu zalim ideolojik diktatörlerin elleriyle gerçekleşir. Dolayısıyla zülme yardım zulüm, küfre yardım küfür ve şirke yardım şirk oluşu ümmetin ittifak ettiği bir usul kaidesidir.
Tatarlar islam beldelerini işgal ettikten sonra Müslüman olduklarını ilan ettiler. Ama onlar Allah'ın hükümleri değil! Cengiz Han'ın yasak adlı kanunlarıyla hükümler icra ediyorlardı.
İbni Teymiye onlar için şunu söylemiştir; Münafık, zındık veya suçlu fasık dışında hiç kimse islam'a karşı isteyerek onların arasına katılmaz. (Mecmuul fetva 28/535)
Hiç şüphesiz sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri bir konumda olan kimselerin laik ve demokratik sistemleri sevmeleri, yardım etmeleri, desteklemeleri ve savunmak gibi tutum ve davranışları el-vela ve’l bera akidesince küfre düşmek olarak hükmedilir.
Nitekim Rasulullah (s);
Başınıza bir takım yöneticiler gelecek, onlardan iyilik de göreceksiniz kötülükte, onların kötülüklerini kim nehyederse beri olur. Kim onların kötülüklerini kalbinde inkar ederse korunur, kim onların bu kötülüklerinden razı olur da onlara tabi olursa! Helak olur. (İmam Ahmed Müslim)
Askerliğin küfür ve şirk oluşunun alameti; Bu küfür ve şirk sistemlerine sevgi, bağlılık, yardım, destek, hizmet ve korumak gibi sebeplerdir.
Bu aynı zamanda ifade ettiğimiz gibi el-vela ve'l bera akidesinin ana konusudur. Allah için sevmek ve Allah için nefret etmek tevhidden sonra akidenin en önemli esaslarındandır.
Nitekim Resulullah Aleyhisselam bu ümmeti uyarmış ve şöyle demiştir; Şu altı durum ortaya çıkmadan önce amelleri işlemek için acele ediniz. Sefih (kıt akıllı) insanların hakimiyeti, polislerin çoğalması, rüşvetin yaygınlaşması... (İmam Ahmed)
Efendimiz başka bir hadislerinde; Kıyamete yakın bir dönemde sabaha Allah'ın öfkesi ile başlayan ve Allah'ın nefretiyle geceleyen polisler olacaktır. (İmam Ahmed)
Bugün bu asker ve polislerle küfre yardım ediliyor, şirke hizmet ediliyor ve tağutların şirk iktidar ve egemenliği ancak bunların eliyle korunabiliniyor. Ve onlar bugün her alanda zalimlerin zulmüne, adaletsizliğe ve tüm kötülüklerine sebep olmaktadır.
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ
Onlar ve azgınlar başüstü oraya atılırlar. (26/Şuarâ, 94)
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ
İblis’in tüm orduları da. (Şuarâ, 95)
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
(Onlar) orada, yenilgiye uğramış gruplardan bir ordudur. (Sâd, 11)
İslam, hiç şüphesiz tağuti ordularda gönüllü askerlik ve polis yapanların kalpleri ve niyetlerine bakılmaksızın onların İslam'ın aleyhinde olan kimseler olduğuna hükmeder ve ehli sünnetin ''Hükümler Zahire Göredir’'. kaydesince küfür ehli olarak isimlendirilirler.
Şunu hemen ifade edelim ki askerlik yapmak yada ordu'da bulunmak haddi zatında caiz olan bir durumdur. Çünkü İslam gemen olduğu bir yerde İslam'ın orduları ve askerlerinin mevcut oluşu bilinen bir husustur. Ve bu kurum yalnız ilah-i kelimetullah için savaşır, mücadele eder, islam ilahi nizamı korur, huhafaza eder ve ilelebet bu ilahi sistemin hayata hakim olması için Allah'ın dinine yardım, hizmet, sevgi, bağlılık ve gayret namaz gibi bir ibadettir. Eğer askerlik tağutların ordusu İslam'ı egemen kılmak için değil! Bilakis İslam'a muhalif şirk ve küfür sistemlerini korumak için varlığını korursa, işte bu küfre sebep olan en büyük zulümdür.
Tağut'un Ordusunda Askerler Üç Şekilde Görülür.
1- Rütbeliler
2- Gönüllüler
3- İkrah altındakiler
Bir ve ikinci grupta olan rütbeliler ve gönüllüler bu kimselerin iyi niyet ve kalplerine bakılmaksızın bu kimselerin islam iddiası batıldır. Zaten yukarıda ifade ettiğimiz gibi islam düşmanı zalim kafirlere ve şirk sistemelerine hizmet, yardım, sevgi ve bağlılık ibadetin konusu olduğu için kim bu ibadet çeşitlerini Allah’tan başka kimselere veririse şüphesiz küfre düşmüş olur.
Ikrah altında olanlara gelince bu kimseler ağut'u İnkar Etme şartı ile razı olmayacak Kabul etmeyecek bu kimse elvela veldare akidesine şartlarına riayet etmek suretiyle Hatta elinden geldiği kadar bu kuruma gitmeyecek şekilde hareket eder ise bu kimse asla tekfir edilemez.
Mezhep imamları ikrah konusunda farklı görüşler sert etmişlerdir ikrah konusunu üçe ayırmışlardır İkra mülciye İkra gayrimülciye ve edebi İkrah.
- Birincisi ikrah’i mülcie; Bu işkence, bir uzvun kesilmesi, uzun hapis ya da tüm malların yok olması gibi durumlarda söz konusudur.
- İkincisi ikrahi gayri mulciye; Bu ise daha çok dövmek, kısa hapis, hakaret ve tehdit gibi durumlardır.
Üçünçsü edebi ikrah;Bu bir kimseyi başkasıyla tehdit etmektir. Örneğin sen bunu yapmaz isen annen ve babana şunu yaparız gibi.
Üç mezhep imamları ikrahi gayrı mülceyi ikrah olarak görmüşlerdir. Hatta imam Ahmet bin hanbel’den gelen zıt bir rivayete göre o da bu görüştedir ve ibni hudane bunu teyit etmiştir.
Dolayısıyla muvahhidliğini korumuş bir kimse tağutun ordusunda elinden geldiği kadar kaçmalıdır. Yakalandığında bile eğer kaçma olasılığı varsa tekrar kaçmalıdır. Ama başka çare yoksa tağut'u ve onun tüm kurumlarını inkar etmiş bir muvahhidi kardeşimizi tekfir etmez onu kardeş olarak bağrımıza basarız.
Askerlik Süresi Üç Şekilde Görülür
1- Askerliğin zorunlu olması ya da yoklama kaçağı ikrah kapsamında değildir. Bu kapsamda olan kimseler kaça bildikleri kadar kaçabilir.
2- Kaçak konumunda olan yakalanan ve sonra kaçma imkanı olmayan kimseler ikrah kapsamındadır.
3- Çarşı izni gibi durumlarda bir kimsenin kaçma ya da kaçmama konusuna gelince bu ikrah kapsamındadır. Çünkü bu kimselere 3 yıla kadar ağır hapis cezası verilmektedir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ 97
Melekler, nefislerine zulmedenlerin canını aldığında: “Nerede idiniz/hangi saftaydınız?” derler. Derler ki: “Biz yeryüzünde (müşriklerin safında yer almak zorunda olan, çaresiz) mustazaflardık.” (Melekler:) “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler. Bunların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o! (Nisâ, 97)
Bu ayetin nüzul sebebi, varit olan hadisler ve alimlerin sert ettiği nakillere göre Mekke ehlinden olup, iman eden ama Rasulullah aleyhisselam ile beraber hicret etmemiş bir topluluk hakkında bu ayet inmiştir. Bunlar hicret emrini tabi olmamış gereksiz mazeretleri sebebiyle bu kimseler Mekke müşriklerin safında savaşa katıldılar.
Onlar hicret emrine uymamış malı, mülkü, dükkanı, tezgahı düşünmüş, bu mazeretlerin sonucunda hicret etmemiş ve müşriklerden müslümanlıklarını gizleyen kimselerdir. Onlar namazlarını ve kur'an okumalarını gizli gizli yapıyorlardı. Bedir savaşı geldiğinde onlar mekke müşriklerinin zorlamasıyla istemeyerek Müslümanların karşılarına çıktılar. Savaş bittikten sonra ölüler arasında mekke'de müslüman olmuş ve bedir'de müslümanlarca öldürülen bu kimseler tespit edilince, Resulullah'ın Ashabı bunlar için ihtilafa düştüler. Onların bir kısmı biz kardeşlerimizi öldürdük diğer bir kısmı ise hayır onlar müşriklerin safında bize karşı savaşarak kafir olarak öldüler. Diyerek ihtilafa düştüler.
Ve ayetin zahirine göre melekler, hicret etmeyerek Müslümanların karşısında savaşan o kimselere soracaklar kimin safındaydınız?
İslam'ın mı müşriklerin mi? Onlar mazeretlerini dökecekler ve diyecekler ki biz yeryüzünde zayıf kimselerdik, diyerek hicret imkanları olmadığını öne sürecekler. Bu ayette Allah Mekke müşriklerinin ölüm tehditlerine rağmen bu kimselerin mazeretlerini kabul etmeyecek ve melekler şöyle diyecek? Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya! İşte hicret imkanı olanların mazeretleri kabul edilmeyecektir ve onlar bu küfür amellerine karşılık kafir olarak haşr edilecektir.
Dikkat edilmesi gereken hicret imkanı olduğu halde hicret etmeyenler içindir. Bu hüküm mustazaf, güçsüz ve yol bulamayanlara gelince Allah bu kimseleri ayetinde istisna etmiştir.
Bu ayet aleni bir şekilde İslam'a düşmanlıklarını ilan etmiş olan tağutların ordusunda bulunma, sevgi, yardım ve destek hiç şüphesiz küfür olduğu gibi, hicret etme imkanı olduğu halde aleni bir şekilde islam'a savaş açan ordularda Müslümanların karşısında olmak ayetin nüzul sebebinin kapsamındadır.
Yeryüzünde İki Çeşit Ordu; Allah'ın yada Tağut’un Ordusu.
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟
İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tağutun yolunda savaşırlar. (Öyleyse) şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi pek zayıftır. (Nisâ, 76)
1- Tağut yolunda savaşanlara gelince bunlar sosyal, siyasi, ekonomik, askeri ve bir yaşam programı olarak kendi ideolojik dinlerini ve önderlerine tabi olmak suretiyle hayatlarını onlara adayarak küfre, şirke egemenlik ve iktidar veren kimselerdir. Hiç şüphesiz bunlar küfür ehlidirler ve bunlarla savaşmak muhalefet etmek bir iman konusudur.
Tağutların bağlıları mallarıyla, canlarıyla ve hayatlarıyla onların uğrunda savaşır ve ölürler.
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْۜ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّه۪ ظَه۪يرًا
Allah’ı bırakıp, kendilerine fayda ve zararı olmayan şeylere ibadet ediyorlar. Kâfir, (şeytanın yanında saf tutup, ona uyarak) Rabbine karşı çıkandır. (Furkân, 55)
2- Allah yolunda savaşanlar bunlar alemlerin rabbi olan Allah'ın ilah-i kelimetullah için sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, askeri ve bir yaşam program olarak alemlerin rabbi olan Allah'ın iradesini egemen kılma noktasında mücadele eden savaşan ve muhalefet eden kimselerdir.
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
De ki: “Şayet babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elinize geçen mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler; size Allah’tan, Resûl’ünden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli olursa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayet etmez.” (Tevbe, 24)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Ey iman edenler! Sizi can yakıcı azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? (Saff, 10)
تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
Allah’a ve Resûl’üne iman edersiniz, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Şayet bilirseniz bu sizin için en hayırlı olandır. (Saff, 11)
Kim cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölürse bir nevi münafık olarak ölür. (Müslim)
Kim gazveye katılmaz veya bir gaziyi techiz etmez veya bir gazinin ailesine hayırlı bir şekilde himaye etmezse! Allah kıyamet gününde önce ona hiç beklemediği bir musibet ulaştırır. (Ebu Davud)
Müşriklere karşı mallarınızla nefislerinize ve dillerinize cihad edin (Ahmed)
وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ
Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele. (Zümer, 17)
Söz ve Amel’de İkrah
Alimlerimiz ikrah halinde verilen ruhsatın söz ile ya da amel ile olacağı konusunda ihtilaf etmişlerdir.
İkrah ancak söz ile olacağını söyleyen Maliki mezhebinin imamlarından suhnun, Hasan el basri ve evzai gibi alimler söz ile ruhsat verilebileceğini söylemişlerdir (Kurtubi 10/280)
İkrah sadece söz ile sınırlı tutan alimler aralarında ihtilaf etmek suretiyle kinaye ve tebriye yolu ile ikrahın Muteber olduğunu söylemişlerdir.
Kadı Ebu Bekir İbn’ul Arabi, Kurtubi gibi Maliki alimlerinin ve bununla beraber daha bir çok alimin görüşü ise ikrah halinde verilen ruhsatın söz ya da amel olarak ayrılamayacağını yine kinaye ya da tevriye yolu ile yapılıp yapılmamasının arasında bir fark olmayacağıdır. Bu aynı zamanda Ömer İbnul Hattab ve Mekhulün görüşüdür. (Kurtubi, 10/289)
İmam Şafi ise kişi öyle bir kimsenin eline düşer ki artık ondan yakasını kurtaramaz (Kitabul Umm 4/221) diyerek ikrah halini oldukça geniş tutmuştur. İkrah kavramını bu şekilde geniş tutan şafiler korkunun hasıl olmasıyla ikrah halinin de başladığını belirtmişlerdir.
Hanefiler bu hususta sınırları oldukça dar tutarak zorlamanın ancak kişinin üzerinde ya da etrafında tahakkuk etmesi halinde ruhsatın olabileceğini (Feydul Bari Şerhi Sahihi Buhari, Keşmiri 8/135), birkaç günlük hapis ve bağlama türünden, ya da birkaç kırbaç ile dövmenin bir ruhsatı gerektirmeyeceğini, bunun insanların durumuna göre değişeceğini bazı kimselerin uzun süre dövülmedikçe hiçbir zarar görmeyeceğini söylemişlerdir. (Fetavayı Hindiyye, 10/272) Ölümle tehdit edilmesi halinde ise, ruhsat halini kişinin zannı galibine bırakmışlardır. (Fetavayı Hindiyye, 10/281)
İmam Ebu Hanife ikrahın ancak sultan eliyle olursa muteber olacağını aksi halde ikrah halinde kişi için bir ruhsatın olmayacağını söylerken İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve diğer hanefi alimlerine göre ikrahın sultan eliyle ya da başka bir güç tarafından yapılması arasında fark yoktur.
Ku’an ve Sünnet'te hiçbir nassa dayanmadığını belirtmiştir. (Muhalla 7/212)
Zira Kurana baktığımızda konu hakkında gelen naslar ancak baskı altında kalanlar hariç (Nahl Suresi: 106), Ancak çare ve yol bulamayan güçsüzler (Nisa Suresi:98) şeklinde tamamen umumi bir ifade taşımaktadırlar. Yine Rasulullahın Ümmetimden işlemek üzere zorlandıkları şeyin sorumluluğu kaldırılmıştır (İbn-i Mace, Talak 16)
Bununla beraber hanefi alimlerine göre, böyle bir durumda kesinlikle ikrah halleri mevcut değildir. Zira hanefi alimleri tehdidi ve zorlamayı bir ikrah hali olarak kabul görmemişler, bilakis bunun bizaat mükreh (zorlanan) üzerinde tahakkuk etmesi şartını öne sürmüşlerdir. İmam Ahmed b. Hanbelin iki görüşünden biriside bu şekildedir. Bizim kanaatimize göre de kişi böyle bir durumda ruhsat sahibi değildir. Bizi bu kanaate iten en önemli husus ise Allah Tealânın şu ayeti
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا۟
Kim de hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra Resûl’e muhalefet eder ve müminlerin yolunun dışında bir yola uyarsa, (batıl yolu ona süslü göstererek) onu yöneldiği yola havale eder ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası! (Nisâ, 115)
Bu ayeti kerimenin sebebi nüzülu ise şudur: Bedir savaşında müslümanların eline esir düşenler arasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´in amcası Abbas da vardı. Bunun üzerine Efendimiz amcasına: Kendin için, kardeşinin oğlu Akil b. Ebi Talib için, Nevfel b. Haris için ve müttefikin Haris oğullarından biri olan Utbe b. Cahdam için fidye ver de kendini kurtar.“ Bunun üzerine Abbas vermek istemedi ve şöyle dedi: Ben müslüman olduydum, bunlar beni zorla savaşa çıkardı.“ Peygamber Efendimiz (s.a.v.): Allah (c.c.) durumunu en iyi bilendir, eğer gerçekten dediğin gibi isen Allah (c.c.) sana ona göre karşılığını verir, fakat senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir.” Bizim aleyhimizedir. (Bize karşı savaşıyorsun.) Abbas 20 altın Okiyya ödeyerek kurtuldu. (Müsned, Ahmed b. Hanbel Hadis No: 3310/ El-Müstedrek ales-Sahihayn Hadis No: 5074/ El-Bidaye ven Nihaye: c. 3, sf. 365)
İbni Kesir tefsirinde şu ifade kullanılır: “Abbas, Akil ve Nevfel esir olduklarında, Allah Resulu Abbas´a: ´Kendin ve kardeşinin oğlu için fidye ver´ buyurdular. Abbas: ´Ey Allah´ın Resulü! Senin kıblene namaz kılmadık mı? Senin şehadetini (Kelime-i Şehadet´i) getirmedik mi?´ Deyince, Allah Resulü: ´Ey Abbas! Siz hasımlaştınız, size de hasım olundu´ buyurdular.“Nasıl Abbas kâfir bir esir olarak muamele gördüyse, bunlar da zahiren kâfir muamelesi görürler.
İbni İshak´ın Siyeri´nde şu ifade geçer: “Senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir, Kalbini Allah (c.c.) bilir!”Dikkat edilecek olursa, bunlar savaşa zorla götürülmüş, kendi istekleriyle gelmemiştir ve bunlar savaşta hiç bir müslümanla savaşmamışlar ama hakkında böyle bir ayet nazil olmuş ve Peygamberimiz (s.a.v.) amcasıyla nasıl konuşmuştur.
Sonuç olarak Nisa Suresi´nin 97. ayetinde onlara: “Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?” denildiği gibi hicret imkânı olduğu halde hicret etmeyip tağuta askerlik yapanlar da kâfir muamelesi görürler varacakları yer de Rabb´imizin ifadesiyle cehennemdir! Ki, bir sonraki ayet bu meseleyi daha net bir şekilde ifade eder: “Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç.. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır!“ (Nisa, 98-99)
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ