Tefekkür Etme Vaktin Gelmedi Mi?
Tefekkür Etme Vaktin Gelmedi Mi?
Tefekkür: Düşünmek, şuara varmak, zihni yorma, hatırlamak ve bir işin sonucunu hesaplamak gibi manalara gelir.
İslam Islahında Tefekkür: İnsanın kendini günahlarını, mahlukatı, evreni ve tüm yaratılmışları düşünmek suretiyle Allah'ın birliğine, kudretine ve gücüne sığınmayı ifade eder.
Kur'an ve Sünnet tefekkür kavramına önem vermiş ve teşvikte bulunmuştur. Hiç şüphesiz bu düşünme eyleminin insan hayatında ibadet, kulluk, maddi ve manevi birçok faydalara sebep
وَمَا قَدَرُوا اللهَ حَقَّ قَدْرِهِ…
Allah’ı yeterince büyüklüğüne yaraşır şekilde takdir edemediler. (Zümer:67)
لَا تُفَكِّرُوا فِي اللهِ وَتَفَكَّرُوا فِي خَلْقِ اللهِ…
“Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde düşünün, zatı hakkında düşünmeyin!” (Kenzu'l-Ummal)
تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ قِيَامِ لَيْلَةٍ
“Bir saat tefekkür, gece ibadetinden daha hayırlıdır.”
(Şuabu’l iman, Suyuti)
Düşünme dört şekilde görülür;
Tefekkür bir düşünme, anlama ve kavrama olayıdır. Dört şeyin birleşiminden meydana gelir;
1- Tefekkür:Düşünmek, şuara varmak, zihni yorma, hatırlamak ve bir işin sonucunu hesaplamak gibi manalara gelir.
2- Tezekkür: Geçmişı hatıra getirme, anma, yada birkaç kişi tarafından bir mesele üzerinde konuşma, müzâkere etme anlamındadır. Bu aynı zamanda “hem lisan ile anma hem de kalp ile hatırlama, akıldan geçirme” demektir (a.g.e.)
3-Tedebbür: Önlem almak yada bir işin sonucunu başından hesap etmek anlamına gelir.
4-Taakkul: Bu teorik ve pratik meseleler üzerinde düşünmek” anlamında kullanılmaktadır. Buna göre akıllı kişi, tutarlı bir şekilde düşünen ve tutkulara, nefse have ve heveslere karşı kendisini kontrol edebilen kimsedir.
Tefekkür edecek çok şey var şu hayatımızda;
1- Akidevi Tefekkür: İmanın ve tevhidin hak oluşu, onun fıtrata, insan doğasına, akla uygun oluşu, onun kusursuzluğu, mükemmelliği ve hak oluşu hiç şüphesiz insanın kalbini itminan kazandıran ve hakikate ulaşması için gerekli olan tefekkürdür. Çünkü kişi iman ve tevhidi düşündüğünde yalnız Allah'a ibadet ettiğini, ona kul olduğunu, izzet, şeref ve onur'u ancak bunla ulaşabildiğini ve yalnız Allah'ın rızasını ve onun cennetini ancak bununla gerçekleşebileceğine inanır. Yine bununla beraber tevhidin zıttı olan şirki, küfrü, tağutları, zulmü düşündüğümüzde biz bundaki kusuru, haksızlığı, kötülüğü, dengesizliği, batılı, yanlışlığım eksiği ve birçok saçmalıklar görürüz. Çünkü şirk, küfür ve tağut tamamıyla aklın almayacağı fıtratın kabul etmeyeceği ve insan onurunu bozan ve sahibi ebedi cehenneme götüren en büyük zulümdür.
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلًا۟
Sen, onların çoğunun dinleyip aklettiğini mi sanıyorsun? Onlar, yalnızca hayvanlar gibilerdir. Hayır, hayır yolca daha sapkınlardır. (Furkân, 44)
2- İnsan kendisini tefekkür etmez mi? Ne için yaratılmış? Hedefi nedir? Sorumlulukları nelerdir? Neden seçkin bir varlık seçilmiş? Neden ona kitaplar indirilmiş ve neden ona Resuller gönderilmiş bunu bilmesi gerekmez mi? İnsan bir vücuduna bakmaz mı? O vücuttaki mükemmelliği ve o müthiş düzeni sağlayan kim? Allah değil mi ağaçtan oksijen üretip sonra onu alan ve karbondioksit olarak çıkarması bu Allah'ın delillerinden değil midir? İnsan bir kendisine bakmaz mı? Yediği maddeleri içerler ve yiyerler mide bağırsaklarda parçalanıp öğütülür sonra vücuda faydalı kısmı alınır ince bağırsaklarda süzülerek kana karışır ve posası ise dışarı atılır.
Şu insan kendi vücudundaki mücizeyi görmez mi?
100 trilyon hücre taşıyan şu insan, 96 km uzunluğunda kan damarı olan, günde 100.000 kere atarak 9000 litre kan pompalayan kalp karşısındaki mücizeyi Allahın kudretini görmez mi? Dakikada 100.000 mesaj alan ve gönderen bir beyin, 75 Km uzunluğunda sinirler, hergün 11.000 Litre hava alan ciğerler, her 5 dakikada bir bütün vucüdun kanını temizleyen iki böbrek bu insana neyi ifade eder? 7 metre ince bağırsak, 2 metre kalın bağırsak, 230 adet kemik,, 50.000 farklı kokuyu algılayabilen bir burun ve 10.000 farklı lezzeti tadabilen bir dile sahip olan şu insan Allahı mı inkar ediyor? Yüzlerce farklı frekanstaki sesleri duyabilen 2 kulak, 576 megapiksel görüntüde görebilen 2 göz ve maddi manevi daha pek çok duygular ve nimetleri bağşeden Allahı görmemezlikten gelen insan aklını kullanmış olabilirler mi?
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
İnsan, onu bir su damlasından yarattığımızı görmedi mi? (Şimdi) apaçık bir düşman kesilivermiştir. (Yâsîn, 77)
Allah'ı düşünmek: Onun birliğini/vahdaniyetini, onun mükemmelliğini, kudretini, gücünü, onun her şeye kadir oluşunu, her an gören, her an duyan, her an kullarından haberdar olan ve kullarını öldüren, sonra hızlı bir şekilde hesaba çeken yine bununla beraber kullarına kendisine itaat edilmesi için kitapları indiren ve Resuller gönderen bir Allah’ı tefekkür etmek hiç şüphesi tevhidin yücelmesi için yapılması gereken en önemli unsurdur.
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Allah’ın izni olmadan hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir. (Allah) akletmeyenleri ricse/pisliğe/azaba mahkûm eder. (veya ricsi akletmeyenlerin üzerine yığar.) (Yûnus, 100)
3- Kur’anı Tefekkür etmek: Kur'an'daki mükemmelliği, düzeni ve kusursuzluğu görmezler mi? Onun akidevi, sosyal, siyasi, ekonomik, ceza kanunları ve hukuk normlarının mükemmelliğini neden göremiyorlar? Onlar insan uydurması ideolojik dinlerin kusurlu, çelişkili, ahlaksız ve kötü yasalarını görmezden gelmeyen bu çağın cahiliyesi Kur'an'a iftira atmakta aptallık etmiş olmuyor mu?
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الأَلْبَابِ
“(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad: 29)
4- Cehenneme tefekkür etmek: Hiç şüphesiz cehennem her türlü azaplarla dolu, kafirlerin ve günahkarlarını gireceği yerdir. Cehennem insanlar için ne kötü duraktır. Çünkü orada ateşden, soğukla azap, yılan, akrep gibi hayvanlarla azap, başına topuzla vurmak suretiyle azap, aç bırakılmak sonra zakkumdan yedirilmek suretiyle bağırsakların parçalanması, vücutların büyütülerek azabın şiddetlendirilmesi, irinli su içirilmesi, Gayya kuyusuna atıp her türlü hayvanların ve ateşin azabına maruz kalmak, uçurumlardan yuvarlanmak, zifiri karanlıklarda azap çekmek, büyük azaplara sebep olan pis kokulara maruz kalmak, azabını her gün şiddetini arttırılması ve bunun en kötüsü sonsuza dek kafirler için azabın devam ettirilmesi tefekkür/düşünmeye değer değil midir?
5- Cenneti Tefekkür etmek: Cennetteki sonsuz nimetler vardır yeryüzüne kadar nimet varsa onlardan daha fazla, daha lezzetli ve daha güzel nimetler olacak. Orada saraylar olacak, herkesin istediği her şey olacak. Her şeyden önce Tefekkür et! Orada düşmanlık yok, darlık, sıkıntı, stres elem, keder, korku, üzüntü, yorgunluk, bıkkınlık, yaşlanma, hastalanma ve ölmek yoktur. Bunu bir düşün insan şu küçücük hayatın içerisinde sonsuz ahireti hiç değiştirir mi? Bunu düşünmek gerçekten insana fayda verir.
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
Göklerde ve yerde (Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine delalet eden) nice ayet vardır. O ayetlerin yanından ilgisizce/sırt dönerek geçip giderler. (Yûsuf, 105)
6- Efendimizin hayatında Tefekkür: Kardeşim Resulullah aleyhissalatu vessellemin hayatını bir Tefekkür et. O tek başına çıkmıştı ortaya ve herkesi Tevhide davet etmişti. O her türlü engellere, problemlere, sıkıntılara, çatışmalara, savaşlara, zorluklara, sıkıntılara ve birçok imkansızlıklara karşı karşıya kalmasına rağmen o sabretti, tahammül gösterdi, istikrar, kararlılık ve sebat üzere şirke ve küfre karşı mücadele etti ve sonunda alemlerin rabbi olan Allah ona yeryüzünde büyük bir devlet nasip etti. Düşün o 23 yıllık peygamberliği sürecinde Türkiye'nin 10 kat büyüklüğünde Arap yarımadasını islamlaştıracak ve ondan sonra onun iki öğrencisi Ebubekir ve Ömer Radıyallahu anhuma o günün süper gücü olan ve bugünün Amerika ve Çin gibi o gün iki İmparatoru Bizans ve Pers İmparatorluğunu darmadağın edecek işte bu gerçekten düşünülmeye değer değil midir?
7- Sahabe'inin hayatında Tefekkür: Sahabeyi düşün! Onlar Muhammed aleyhisselatu vesselam'ın dizi dibinde eğitim aldılar, onlar hayatlarını cahiliye, küfür, şirk ve her türlü ahlaksızlıktan silip süpürdüler, onlar ilahi velilerle hayatlarını yaşadılar, yaşattılar ve onlar Kur’an'a ve sünnete sahip çıktılar. Onlar her alanda cihad ettiler, insanlara dünya ve ahiret adaleti, huzuru ve güveni götürebilmek için onlar Allah yolunda şehit oldular. Onlar bu dinin öğrenilmesi ve insanlara ulaşabilmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Peki neden? Çünkü onlar hak olduğu ve gerçek olduğunu bildiği bir dinin insana ulaşması gerektiğini biliyorlardı. Peki bu düşünmeye değer değil midir?
8- Kainatı Tefekkür: Allah bizden yeryüzünde, gökyüzünde ve onun içindeki bütün varlıkları düşünmemizi, ibret almamızı ve onlardaki mucizeleri kavramamızı istemekte. Örneğin vücudumuzdaki o muhteşem sistem, çevremizdeki tabiat olan bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, ekolojik denge, gözle görülmeyen atom, onun çekirdeği olan nötron, oroton, güneş, ay, yıldızlar, galaksiler ve daha nice cisimleri ve varlıkları yaratan Allah'ı düşünmeye onun varlığına birliğine kudretine götüren delilleri tanımamızı emretmekte.
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لأُولِي الأَلْبَابِ
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. (Ali İmran: 190)
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Onlar ki ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve (derler ki): “Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni eksikliklerden tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.” (Ali İmran: 191)
Kainatı Tefekkür etmek gerekir yıldızlar, güneş ve nice varlığınAllah yaratmış bugün en basit bir şekilde insanın ürettiği buzdolabı, televizyon, araba ve nice şeyler zamanla eskiyor bozuluyor ve çöpe gidiyor ama milyarlarca yaşta olan bu cisimler hala genç dinamik görevlerini yerine getiriyor.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
O (Allah) ki; (her biri diğerinin üzerinde ve birbirine uyumlu) katmanlar hâlinde yedi gök yarattı. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uyumsuzluk/tutarsızlık göremezsin. İşte (yarattıkları ortada) çevir gözünü, bir açık/gedik görebilecek misin? (Mülk, 3
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَس۪يرٌ
Sonra (kusur aramak için) iki defa daha göz at. Göz hiçbir şey elde edememiş ve yorulmuş olarak sana dönecektir. (Mülk, 4
- Kardeşim şu dünyayı bir düşün eğer dünya kendi etrafında dönmeseydi yeryüzünün bir kısmı karanlık bir kısmı aydınlık olurdu bu ise insan hayatını bozardı.
Düşün eğer dünya kendi çevresinde 24 saatlik bir süre takdir edilmez olsaydı. Dünya gecesi gündüzü ısı farkı Merkür'de olduğu gibi bin dereceyi bulurdu. Gündüzleri çok fazla ısınır akşamları ise çok şiddetli soğuk ve insan donardı. Bu ince düzeni kuran kim?
- Eğer dünya güneş'in etrafında dönmeseydi ki bu 23 derece 27 dakikalık bir meyil olan o eğrilik olmasaydı yaz, bahar, sonbahar ve kış diye bir mevsim söz konusu olmayacaktı. Eğer bu söylediğimiz meyil söz konusu olmasaydı okyanuslarda yükselen buharlar güney ve kuzeye akın ederdi ve kıtalar birer buz parçası olurdu.
- Ay ya da dünya mesafesi yaklaşık 60 mil mesafede olsaydı yeryüzündeki Medcezirler kıtaları darmadağın ederdi. Öyle ki bütün kıtalar günde 2 defa sular altında kalırdı ve bunun sonucunda dağlar aşına aşına silinir giderdi.
Eğer dünyamızda Allah'ın ortaya koyduğu o eksen eğikliği olmasaydı mevsim diye bir şey, daima gece ve gündüz eşit bir şekilde olurdu güneşin doğuş batışı yer ve saati değişmezdi kutuplarda karanlıklar olurdu bitki ve hayvan türleri azalırdı.
Eğer dünya güneş'e yaklaşmış olsaydı biraz dünya ısınırdı. Eğer biraz güneşten uzak olsaydı dünya donardı ve buzullara dönüşür, deniz seviyelerinde artış olacaktı ve bütün karasal bölgeler belki de sular altında kalırdı.
Tefekkür konusunda Uzeyir aleyhiselam'dan ibretlik kıssa;
Yüce Allah buyuruyor: Ya da o kimseyi (Üzeyr’i görmedin mi) ki, evlerinin duvarları çatılarının üzerine çökmüş (harabe haline gelmiş) bir kasabaya (Kudüs’e) uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltir” dedi. (Bakara, 259)
Kur’an-ı Kerimde adı geçen, ancak peygamber mi, evliya mı olduğu kesin olarak bilinmeyen üç mübârek kimseden biri de, Üzeyr aleyhisselâmdır. Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra M.Ö. 586 yılında Kudüs’e saldıran Bâbil kralı Buhtunnasar (Nabukednazar), Kudüs şehrini ve Mescid-i Aksa’yı yakıp yıktı, binlerce kişiyi kılıçtan geçirdi ve yetmiş bin kişiyi de esir alıp Bâbil’e götürdü. Esirler arasında Danyal (a.s.) ile Hz. Üzeyr de vardı.
Genç olan Hz. Üzeyr bir yolunu bulup Bâbil zindanından gizlice kaçtı ve bir merkebe (eşeğe) binip her tarafı yakılıp yıkılan ve içinde tek bir kişinin yaşamadığı ıssız Kudüs harabelerine geldi.
Uzun ve zahmetli bir yolculuktan geldiği için çok yorgundu ve karnı da acıkmıştı. Kudüs’te ekmek, yemek yoktu ama meyveler olmuş yerlere dökülüyordu ve toplayan da yoktu. Merkebini bir yere bağladıktan sonra bir kaç salkım üzüm ile biraz incir topladı, üzümlerin suyunu sıktı ve sonra yere oturup ıssız ve korkunç bir harabe haline gelen Kudüs’ü düşünmeye başladı.
Ya Rab! Hz. Dâvûd’un başlattığı ve oğlu Hz. Süleyman’ın tamamladığı şu kutsal Mescid-i Aksâ yakılıp yıkılmış ve mübârek Kudüs şehri korkunç bir harabeye dönmüş. Yanan evler, çöken çatılar, üzerine yıkılan taş yığını duvarlar ve cansız birer iskelet yığını haline gelen binlerce Kudüs halkı.
Hz. Üzeyr, korkunç bir harabe haline gelen bu ölü şehri acaba Allah tekrar nasıl diriltir? Taş ve iskelet yığınına dönüşen bu yerde artık insanlar yaşar mı? Yeniden evler, dükkânlar yapılıp çarşılar, pazarlar kurulur mu? diye düşünürken, uykuya daldı.
Yüce Allah buyuruyor:
Allah (uykuda canını alıp) onu yüz yıl ölü bıraktıktan sonra tekrar diriltti. “Ne kadar (ölü) kaldın?” dedi. O da: “Bir gün ya da daha az kaldım” dedi. Allah: “Hayır, yüz yıl kaldın. İşte yiyeceğine (incire) ve içeceğine (üzüm suyuna) bak, bozulmamış. Bir de merkebine bak (kemikleri bile çürümüş). Seni insanlara ibret kılalım diye (bunları yaptık). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor ve sonra nasıl et giydiriyoruz” dedi. (Merkebin yeniden dirilişi) kendisine apaçık belli olunca, “Şimdi iyi biliyorum ki, Allah’ın her şeye gücü yeter” dedi. (Bakara, 259)
Hz. Üzeyr kuşluk vaktinde yatmıştı. Allah (c.c.) yeniden diriltip “Ne kadar (ölü) kaldın?” diye sorduğu zaman akşam üzeri idi. Uykudan uyanır gibi yeniden dirilen Hz. Üzeyr, ilk bakışta güneşi göremeyince “Bir gün” sonra henüz güneşin batmadığını görünce, “ya da daha az kaldım” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) “Hayır yüz yıl kaldın. İşte yiyeceğine (topladığın taze incire) ve içeceğine (sıktığın üzüm suyuna) bak, bozulmamış (taptaze duruyor). Bir de merkebine bak (kemikleri bile çürümüş). Seni insanlara ibret kılalım diye (bunları yaptık)” buyurdu. “Şimdi sen (çürümüş) kemiklere bak, (da ibret al). Onları nasıl düzenliyor (bir araya getiriyor) ve sonra nasıl et giydiriyoruz”.
Hz. Üzeyr şaşkın şaşkın kemiklere bakarken, hafifçe bir rüzgar esip çürümüş kemikleri bir araya toplayıp düzenledi, sonra yerden ot biter gibi kemiklerin üzerinde etler bitti. Sonra derisi, tüyleri derken, ölüp çürüyen merkep bir anda canlanıp ayağa kalkıverdi. Yeniden dirilme olayını gözleri ile gören Hz. Üzeyr: “Şimdi iyi biliyorum ki, Allah’ın her şeye gücü yeter” dedi ve îmanı ilme’l-yakînden, hakka’lyakîn derecesine ulaştı.
Hz. Üzeyr yüz yıl önce toplamış olduğu taze incirleri yedi, sıktığı üzüm suyunu içti ve sonra yeniden dirilen merkebine binip hüzünle Kudüs harabelerini dolaşmaya çıktı.
Ancaak! Yüz yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde pek çok küresel olaylar olmuş, köprülerin altından çok sular akmış ve Bâbil Devleti yıkılıp İran’ın egemenliği altına girmişti. Mescid-i Aksâ’yı ve Kudüs’ü yakıp yıkan, kadın, erkek, yaşlı ve çocuk demeden binlerce kişiyi acımasızca kılıçtan geçiren ve yetmiş bin kişiyi de esir alıp Bâbil’e götüren Buhtunnasar’a da dünya kalmamış ve o da sonuçta kara toprağa girmişti. Buhtunnasar’ın ölümünden sonra Bâbil’i ele geçiren İran hükümdarı Şireveyh, Bâbildeki bütün esirleri serbest bıraktı ve topluca Kudüs’e gitmelerine yardımcı oldu. Ayrıca Mescid-i Aksâ’yı ve Kudüs şehrini yeniden inşa etmeleri için gereken her türlü maddî desteği sağladı.
Bu gelişmelerden haberi olmayan Hz. Üzeyr, Kudüs harabelerini dolaşayım derken, eskisinden daha güzel ve daha düzenli yepyeni bir Kudüs’le karşılaşınca şok oldu.
Yepyeni evler, dükkânlar yapılmış, çarşılar, pazarlar kurulmuş ve Mescid-i Aksâ yeniden inşa edilip ibâdete açılmıştı. Erkekler çarşıda, pazarda alış-veriş yaparken, kadınlar da evlerinin önünde oturup el işleri yapıyor ve çocuklar da sokaklarda oynuyordu.
Hz. Üzeyr gördüklerim hayal mi, gerçek mi diye Kudüs sokaklarında dolaşırken, yakınlarını da soruyor ve her birinin ya esarette ya da esaretten sonra öldüğü haberini alıyordu. Sen kimsin? diye soranlara “Ben Üzeyr’im” diyordu ama 25 yaşlarında bir genç olduğundan kimse ona inanmıyordu. Doğup büyüdüğü sokak aralarında dolaşırken, gözleri hiç görmeyen ve ayakları kötürüm olan çok yaşlı bir kadınla karşılaştı ve ona, Üzeyr’in evini biliyor musun diye sordu. Kadın, sesin bana yabancı gelmiyor ama sen kimsin? deyince, ben Üzeyr’im dedi. Kadın çok gençsin deyince, Allah beni öldürdükten yüz yıl sonra tekrar diriltti dedi.
Kadın, Üzeyr Tevrat’ı ezbere biliyordu, eğer sen Üzeyr isen Tevrat’ı oku bakalım dedi. Hz. Üzeyr Tevrat’ı okumaya başlayınca orada bulunanlar, acaba gerçekten Tevrat’ı mı okuyor diye kuşkuya düşünce içlerinden biri, Buhtunnasar, Mescid-i Aksâ ile birlikte bütün Tevratları yakarken, dedem gizlice bir Tevrat’ı alıp filan tepeye gömdüğünü Bâbil esaretinde bana söylemişti. Hemen o tepeye gidip Tevrat’ı bulalım ve Üzeyr’in okudukları ile onu karşılaştıralım dedi.
Derhal o tepeye gittiler ve gömülü olan Tevrat’ı bulup getirdiler. Hz. Üzeyr’in okudukları ile o Tevrat’ın aynı olduğunu görünce, Allah ölümünden yüz yıl sonra bunu dirilttiğine ve gerçekten Tevrat’ı ezbere bildiğine göre, haşâ! (Kesinlikle hayır) bu Allah’ın oğludur dediler.
Yüce Allah buyuruyor: Yahudiler, Üzeyr Allah’ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarında (sakız gibi) geveledikleri sözlerdir. (Gerçekte onlar) daha önce kâfir olanların sözlerine benzetme yapıyorlar. Allah onları kahretsin! (Haktan bâtıla) nasıl döndürülüyorlar. (Tevbe, 30)
Gürsel Gürbüz
BİR CEVAP YAZ