03 Ekim 2023, 18:42 tarihinde eklendi

Tekfirde Usulsüzlük ve Aşırılık Nedir?

Tekfirde Usulsüzlük ve Aşırılık Nedir?

Tekfirde Usulsüzlük ve Aşırılık.

Tekfir; KFR fiilinden mazdar olup örtmek, gizlemek ve nankörlük etmek gibi manalara gelir. Küfür kelimesinden türeyen tekfir kavramı şeri bir hüküm olmakla beraber şartla oluştuğunda ve engeller kalktığında bir kimseyi küfre nispet etmek başka bir ifadeyle Müslüman olan bir kimseye kafir hükmünü vermektir.

İslam Istılahında Tekfir; Kesin olarak Allah'tan vahiy yoluyla gelen ve Muhammed (s.a.s)’in tebliğ ettiği kesinlikle bilinen dinin ana esaslarından herhangi birini inkar, alay, hakaret, haramı helal sayma ve dini hafife alan kimsenin küfrüne hükmetmeyi ifade eder.

Tekfir hükmü kur’an ve sünnatin naslarıyla şeri bir hüküm olduğu ümmetin icmasıdır. Kur’an ve Sünnetin kendilerini tekfir ettiği kimseleri tekfir etmek herkes üzerinde vacip olan bir hükümdür.

Ehli sünnet alimleri nezdinde oturmuş bir kaide vardır.

"من كفر مسلمًا فقد كفر”

      Kim bir müslümanı kafir derse kafir olur.

Müslümanlar olarak şu için bulunduğumuz asırda, küfrün ve zulmün egemen olduğu ve tağutların yönetimi altında ezilen, öldürülen, asimilasyona uğrayan ve her türlü şirk, küfür ve adaletsizliğin boy gösterdiği bu yüzyılda, islam ilahi nizamın gerçeklerini öğrenmiş ve Muvahhid ismini almış bazı kardeşlerimiz, tağutların zulüm ve dayatmaları sonucunda biriken bir nefret ve intikam alma içgüdüsü ile hareket ederek evinde, sokağında ve mahallesi'nde önüne gelen herkesi haksız bir şekilde tekfir ederek küfür yada şirk hükmünü vermektedir. İşte bu zulmün tâ kendisidir. Rasullullah efendimiz bu duruma dikkat çekmiş ve bizim yetkimizde olmayan bir konuda bizleri nehy ederek durumun vahametini bir hadislerinde şöyle dile getirmiştir;

"Hakkınızda korktuğum şeyden biri şu adamdır ki, Kur'an'ı okuyup üzerinde bir güzellik görünce, üzerinde islam elbisesi olunca ve Allah'ın azze ve cellenin onu dilediği noktalara getirince, onu üzerinde sıyırıp arkasını atar, komşusuna kılıç çeker şirk iftirasında bulunur. Huzeyfe (r.a.) der ki: Ben "Ya Resulallah! Şirke hangisi daha layıktır/yakındır? İtham eden mi edilen mi? Diye sordum "Bilakis atan kişi" buyurdu.

Bu hadisi Ebu yala el-mevsimi rivayet etmiş ibni kesir bunu tefsirine almıştır.

Şu bilinen bir gerçektir ki, tekfir şer'i bir hükümdür aynı kur'an ve sünnete beyan edilen miras, hırsızlık, zina ve talak gibi. İşte bu nedenle haksız tekfire karşı bir müslüman tekfirin usulünü öğrenerek kimin tekfire muhattap kimin tekfire muhattap olmadığını bilmek durumundadır. Bir kimse sadece muvahhid ismini alarak fasit bir usulün verileriyle ehli sünnetin usulüne, onun pak menhecine yada cumhur ulemanın görüşünü tanımadan ve muhalefet ederek sadece o anki vakıaya dayanarak usüldeki cehalet, kızgınlık, nefret ve psikolojik yönüyle tağutlara, küfre, şirke ve haramlara karşı olan nefretlerinden dolayı kendisini tatmin etmek yada rahatlatmak adına hiç kimse haksız bir şekilde bir Müslüman kardeşine tekfir etme yetkisine sahip değildir. Nitekim selefilerin Şeyhi İbn-i Teymiyye,''Mecmuu’l-Fetava’’ da şöyle demiştir;

“Tekfir şer'i bir hükümdür ve ancak şer'i delillerle sabit olur''. Dikkat edilmesi gereken konu şer’i delilden kasıt kur’an, sünnet ve icmanın hükümlerdir.

Tekfir ile ilgili ehli sünnetin kur’an ve hadislerden istinbat ettiği "Umumi tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez” kaidesinni dikkate alarak hareket etmek gerekir. Bir şey haddi zatında küfür olabilir ama bu muayene/belirli kimselere indirgendiğinde tekfire engel olur. Buna örnek olarak;

Kudâme b. Maz‘un’un bulunduğu bazı sahabiler maide suresinde bulunan “İman edip salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra korkup sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 93) ayetini tevil ederek içki içmeye başlamışlar ve içkinin helal olduğunu söylemişlerdi. Bu ayete dayanarak yaptıkları te’vil onların küfre düşmelerine engel oldu. Nitekim Hz Ömer onlara huccet ikame ettikden sonra onlara kafir hükmü ve mürted cezası vermedi. Bilakis! içki içme had cezası uygulayarak te’vilini mazur görmüştür.

O halde, ehli sünnetin islam asıllarından aldığı usule göre hareket etmek ve aynı zamanda Resulullah’ın ‘’Kâfir Olma'' tehdidinden kendisine muhafaza etmek durumundayız. İşte bu nedenle islam alimleri bu usulü en güzel şekilde ortaya koymuş, kimin kafir ve kimin mü'min olduğunu bu usul ile belirlemişlerdir. İslam alimleri kur'an'dan ve sünnetten istinbat ettikleri yöntem ile "Umumi tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez" kaidesini ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla hiç kimse bu kaideye muhallefet ederek kimseyi tekfir etme hakkına sahip olamaz. Çünkü Rasullulah efendimiz haksız tekfirin sosyal, ekonomik, ailevi ve toplumsal yönüne dikkat çekerek büyük bir fitneyi durdurmak adına caydırıcı hadisleriyle bunu yapan kimsenin kafir olacağına dikkatlerimizi çekmiştir. Nasılki bir kimse, Allahın haramını helal görüp kafir oluyorsa! Allahın dünyada ve ahirette mümin gördüğünü kafir gören kimsenin sizce durum ne olur? Hiç düşündüz mü? Nitekim peygamber efendimiz;

قال ﷺ: من قال لأخيه يا عدو الله أو قال: يا كافر فقد باء بها أحدهم

“Bir adam din kardeşine ‘ey Allahın düşmanı yada 'ey kâfir' derse, bu söz ikisinden birine döner.” (Buhari)

"Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner." (Buhârî)

Bu ve buna benzer bir çok hadis müslüman kardeşine kafir demeyi sakındırarak bu işin tehlikesini ortaya koymaktadır. Tekfir ile ilgili gelen rivayetlerin çokluğu daha çok tekfiri yasaklama mahiyetindedir. O' halde tekfirde şartların bulunmaması ve aynı zamanda tekfire engel/mani olan durumlar vardır. Bu engeller tamamiyle kur’an ve sünnetten bizzat istinbat edilen şer-i kaidelerdir. Tekfire engel olan bu durumlar mutlaka göz önünde bulundurulması gereken kaidelerdir.

Tekfire Engel Olan Şartların Bulunmasındaki Kastımız;

Birincisi; Failin eylem ve söylemin kesin küfür ve şirk olduğunu bilmesi.

İkincisi; Failin bunu kasten ve bile bile irade etmesi.

Üçuncusu; Failin küfre delaletinin hafi/kapalı olması tekfire engel olması.

Dördüncüsü; Fiilin küfür olduğu konusunda nassın kat’i olmaması yani delaleti zanni olması tekfire engeldir.

Dolayısıyla bu şartlar şu anlama gelir. Bir kimse sarf ettiği söz yada eylem/fiil kur’an’da, sünnette yada icmada küfür olan konularda, yukarda saydığımız şartlara bağlı kalarak tekfir konusunda ihtiyalı davranması onun için farz hükmünü alan bir konudur. Yine bu şartların dışında tekfire engel/mani olan bazı şer'i konular vardır.  Bunlar; Hata, içtihatında hata yapması, te'vil, cehalet, unutkanlık, nasların ulaşmaması, şüphe, ihtilaflı konular, ani sevinç, öfkelenme, zanni/göreceli konular ve ikrah gibi durumlardan dolayı bir Müslüman tekfir edilmez. Zaten bu saydıklarımız ayet ve hadislerden gelen delillerin sonucunda ortaya çıkmış hükümlerdir.

Dolayısıyla bir kimse tekfir edilmeden önce islamı sabit olan bir kimsenin tekfir edilmeden önce belli şartlar ve engeller/mani göz önünde bulundurmalı ve ona göre hareket edilmeli cünkü bu şartlar ve engel/manilere göre hareket etmek ehli sünnetin/selefin yöntemidir. Nitekim selef alimlerimiz tekfirini adeta sınırını çizerek hamasetli ve yöntemsiz hareket eden kimselere bu durumun en güzel şekilde amlaşılması adına tekfirin kaidelerini belirlemişlerdir.

“Kavaid fit-Tekfir” adlı eserin müellifi olan Ebu Basir, şöyle bir kaideye yer vermekte;

“Sarih İslam’ı ancak sarih küfür bozar.”

İmam Tahavi koyduğu kaide ile haksız tekfiri önüne set olma adına şöyle diyor;

“Kişi ne ile mümin olursa, onu inkâr etmekle ancak kâfir olur.”

İmam Şevkanî “es-Seylü’l Cerrâr” adlı eserinde şöyle der:“Bilinmelidir ki, Müslüman bir şahsiyetin dinden çıktığına ve küfre girdiğine hüküm vermeye kalkışmak -elinde güneşten daha açık bir delil olmadıkça- Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kul için münasip bir şey değildir.” (Şevkanî, “es-Seylü’l Cerrâr ala Hadâiki’l Ezhâr”, 4/578)

İbn Teymiyye; “Hiçbir Müslüman’ı, işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i Kıblenin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi, herhangi bir meselede, düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek câiz değildir. Selef’in birçok meseleyi tartışmasına rağmen, onlardan hiç birisinin, muayyen bir kimseyi ne küfür ve fâsıklıkla, ne de isyanla suçladıklarına şahid olunmamıştır.” (İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 12/180)

İbn-i Hazm der ki: “Şüphesiz ki İslam akdi, hakkında sabit olan bir şahsiyetten bu vasıf, ancak bir nass ya da bir icma ile kalkar. Bu vasfın ondan kalktığına dair ortaya atılan iddia ve iftiralar sebebi ile bu vasıf ondan kalkmaz.” (İbn-i Hazm,” el-Fisal fi’l Mileli ve’n-Nihal”, 3/138)

Hatta Abu hanife fıkhul ebsat kitabın’da herkesçe bilinen küfür fiil ve sözlerden herhangi bir şeyin inkar edilmesi tekfir edilmesi gerektiğine ve herkesçe bilinmeyen ve gizli olan konularda bir inkarın söz konusu olması o kimsenin tekfirine engel olduğunu söylemişdir. O halde güneş gibi açık olmayan, şüphe ve zan taşıyan bir kimsenin küfrün de acele etmek kur'an'ı, sünneti, icmayı ve alimlerin yöntemine muhalefet etmek anlamına gelir. Burada anlaşılacak konu şüphe ve zan söz konusu olduğunda tekfire engel iken, zan ve şüphenin kalktığı yerde tekfir olunur kaidesi bilinmesi gerekir. Zaten islam alimleri açıkça imanın ana esasları olan ve zarureti diniyye içinde yer alan konularda söz ve fiillerinde inkar ve kasten alay etmeyen kimseleri kafir görmezlerdi.

Dikkat edilmesi gereken diğer önemli konu bir kimse tekfire muhatap olunmadan önce, bu şartlarla beraber islam'a yeni girmiş olabilir, ilim muhitinden uzak bir yerde yaşamış olabilir, söylediği söz ya da eylemin küfür olduğuna dair nasları duymamış yada duymuş olsa bile sahih ve sabit görmemiş olabilir, yanılmış olabilir ya da kendisi tevil etmiş olabilir. Dolayısıyla bu kimseler için deliler sabit olmadıkça yine tekfir edilmezler.

Dolasıyla herkesçe bilinen zarureti diniyye de olan söz ve fiillerde inkârın gerçekleşmesi, ister avam olsun ister alim olsun o kimsenin tekfir etme hakkına sahip olmasıdır. Ama herkesçe bilinmeyen ve gizli olan konularda avamın ya da hüccet ikame etme yeteneğine sahip olmayan, ahlak ve doğru bir üslupdan bi-haber olan ve kendisini davetçi konumunda gören kimsenin tekfir etme gibi bir yetkisi yoktur. İşte bu nedenle bir kimsenin delillerinin subutu kat’i ve delalet açısında şüphe ve zan’ın olduğu bir kounda tekfir etme yetkisinde değildir. Zaten birine küfür hükmü vermek deliller sağlandıkdan sonra şartlar, engeller, kişin konumu ve duruma göre Kâdı, müftü yada Alim yapar. Eğer bir kimse sadece gördüğüyle yada duyduklaryla yetinerek tem tetkik yapmadan bir kimseyi tekfir edip onun durumuna gerçek anlamda  muttali olmadan kafir hükmünü vermesi, isabet etmez ise kendisi hadislerden varid olduğu üzere kafir olmuş olur. Tekfiri isabet etse bile yetkili olmadığı için haram işleyerek günahkâr ismini alır. Dolayısiyla bizim için önemli olan konumumuzu bilmek ve ona göre hareket etmektir.

İbn-i Teymiyye,''Mecmuu’l-Fetava’’ da şöyle demiştir;

“Tekfir şer'i bir hükümdür ve ancak şer'i delillerle sabit olur''.

Tekfir ile ilgili ehli sünnetin kur’an ve hadislerden istinbat ettiği "Umumi tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez” kaidesinni dikkate alarak hareket etmek gerekir.

Buna örnek; O halde, ehli sünnetin islam asıllarından aldığı usule göre hareket etmek ve aynı zamanda Resulullah’ın ‘’Kâfir Olma'' tehdidinden kendisine muhafaza etmek durumundayız.

“Sarih İslam’ı ancak sarih küfür bozar.”

İmam Tahavi koyduğu kaide ile haksız tekfiri önüne set olma adına şöyle diyor;

“Kişi ne ile mümin olursa, onu inkâr etmekle ancak kâfir olur.”

İmam Şevkanî “es-Seylü’l Cerrâr” adlı eserinde şöyle der:“Bilinmelidir ki, Müslüman bir şahsiyetin dinden çıktığına ve küfre girdiğine hüküm vermeye kalkışmak -elinde güneşten daha açık bir delil olmadıkça- Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kul için münasip bir şey değildir.” (Şevkanî, “es-Seylü’l Cerrâr ala Hadâiki’l Ezhâr”, 4/578)

İbn Teymiyye (v. 728/1328): “Hiçbir Müslüman’ı, işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i Kıblenin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi, herhangi bir meselede, düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek câiz değildir. Selef’in birçok meseleyi tartışmasına rağmen, onlardan hiç birisinin, muayyen bir kimseyi ne küfür ve fâsıklıkla, ne de isyanla suçladıklarına şahid olunmamıştır.” (İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 12/180)

Hatta Abu hanife fıkhul ebsat kitabın’da herkesçe bilinen küfür fiil ve sözlerden herhangi bir şeyin inkar edilmesi tekfir edilmesi gerektiğine ve herkesçe bilinmeyen ve gizli olan konularda bir inkarın söz konusu olması o kimsenin tekfirine engel olduğunu söylemişdir. O halde güneş gibi açık olmayan, şüphe ve zan taşıyan bir kimsenin küfrün de acele etmek kur'an'ı, sünneti, icmayı ve alimlerin yöntemine muhalefet etmek anlamına gelir. Burada anlaşılacak konu şüphe ve zan söz konusu olduğunda tekfire engel iken, zan ve şüphenin kalktığı yerde tekfir olunur kaidesi bilinmesi gerekir. Zaten islam alimleri açıkça imanın ana esasları olan ve zarureti diniyye içinde yer alan konularda söz ve fiillerinde inkar ve kasten alay etmeyen kimseleri kafir görmezlerdi.

Gürsel Gürbüz

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *